Bir diğer makalede Nazi Almanya'sının II. Dünya Savaşı'nda aldığı büyük yenilgilere rağmen mimari eserleri birer propaganda aracına nasıl dönüştürdüğü, 31 Ocak-15 Şubat 1943 tarihleri arasında Ankara Sergi Evi'nde açılan Yeni Alman Mimarisi Sergisi çerçevesinde anlatılmakta. Makalede ayrıca Türk basınının bu sergiyi ve propagandayı nasıl algıladığından, ne tür tepkiler verdiğinden de bahsedilmektedir.
Yazarının tanımıyla, Türkiye'de ulusalcı ve anıtsal mimarlık anlayışının terk edildiği ve işlevselci-rasyonalist bir mimarlık anlayışının benimsendiği bir dönemin önemli temsilcilerinden olan Reha Ortaçlı'nın mimarlık serüvenini anlatan ve Ankara'da tasarladığı Ortaçlı ve Nihat Erim Apartmanları ile Ankara Tenis Kulübü'nü inceleyen 3. makaleyi mimarların ilgiyle okuyacağını umuyoruz.
Ankara'da 1933 yılında kurulan Yüksek Ziraat Enstitüsü'ne ait olan ve günümüzde etnografik eser statüsüne alınan eserlere yönelik önleyici koruma çalışmaları ile bu eserlerle hazırlanan Köy El İşleri Sergisi de bir diğer makalenin konusu. Hakemli bölümde yer alan son makale ise; Altınpark, Gençlik Parkı, Göksu Parkı ve Seğmenler Parkı özelinde Ankara'daki kent parklarının nasıl kullanıldığını, bu parkların kullanıcılarıyla gerçekleştirilen anket sonucunda belirlemektedir.
Görüş yazıları bölümünde ise ilk olarak, 2 Temmuz 1933 tarihinde yani Cumhuriyetimizin kuruluşunun 10. yılında İsviçre'de yayımlanan Neue Zürcher Zeitung Gazetesi'nde Almanca basılan “Yeni Türkiye Başkentin Gelişimi” başlıklı makaleye yer verilmektedir. Yazarlarının Fransızcaya tercüme edilmiş haline Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'nden ulaştıkları ve Türkçe çevirisini yaptıkları bu makale de, Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu genç Türkiye'yi çağdaş uygarlıklar seviyesinin üstüne çıkarma hedefini ve gerçekleştirdiği Türk Devrimi'nin yaşam alanı olarak vurgulanan Ankara'nın ele alınış biçimini göstermesi açısından son derece önemlidir.
Bu sayının ikinci görüş yazısı ise; kent kimliğinin oluşmasında doğal, çevresel ve yerbilimsel özelliklerin de etkili olduğuna vurgu yaparken bizlere, günümüzde artık varolmadığı gibi adını da unuttuğumuz Kanlıgöl'ü hatırlatmaktadır.
Bir diğer makalede Nazi Almanya'sının II. Dünya Savaşı'nda aldığı büyük yenilgilere rağmen mimari eserleri birer propaganda aracına nasıl dönüştürdüğü, 31 Ocak-15 Şubat 1943 tarihleri arasında Ankara Sergi Evi'nde açılan Yeni Alman Mimarisi Sergisi çerçevesinde anlatılmakta. Makalede ayrıca Türk basınının bu sergiyi ve propagandayı nasıl algıladığından, ne tür tepkiler verdiğinden de bahsedilmektedir.
Yazarının tanımıyla, Türkiye'de ulusalcı ve anıtsal mimarlık anlayışının terk edildiği ve işlevselci-rasyonalist bir mimarlık anlayışının benimsendiği bir dönemin önemli temsilcilerinden olan Reha Ortaçlı'nın mimarlık serüvenini anlatan ve Ankara'da tasarladığı Ortaçlı ve Nihat Erim Apartmanları ile Ankara Tenis Kulübü'nü inceleyen 3. makaleyi mimarların ilgiyle okuyacağını umuyoruz.
Ankara'da 1933 yılında kurulan Yüksek Ziraat Enstitüsü'ne ait olan ve günümüzde etnografik eser statüsüne alınan eserlere yönelik önleyici koruma çalışmaları ile bu eserlerle hazırlanan Köy El İşleri Sergisi de bir diğer makalenin konusu. Hakemli bölümde yer alan son makale ise; Altınpark, Gençlik Parkı, Göksu Parkı ve Seğmenler Parkı özelinde Ankara'daki kent parklarının nasıl kullanıldığını, bu parkların kullanıcılarıyla gerçekleştirilen anket sonucunda belirlemektedir.
Görüş yazıları bölümünde ise ilk olarak, 2 Temmuz 1933 tarihinde yani Cumhuriyetimizin kuruluşunun 10. yılında İsviçre'de yayımlanan Neue Zürcher Zeitung Gazetesi'nde Almanca basılan “Yeni Türkiye Başkentin Gelişimi” başlıklı makaleye yer verilmektedir. Yazarlarının Fransızcaya tercüme edilmiş haline Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'nden ulaştıkları ve Türkçe çevirisini yaptıkları bu makale de, Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu genç Türkiye'yi çağdaş uygarlıklar seviyesinin üstüne çıkarma hedefini ve gerçekleştirdiği Türk Devrimi'nin yaşam alanı olarak vurgulanan Ankara'nın ele alınış biçimini göstermesi açısından son derece önemlidir.
Bu sayının ikinci görüş yazısı ise; kent kimliğinin oluşmasında doğal, çevresel ve yerbilimsel özelliklerin de etkili olduğuna vurgu yaparken bizlere, günümüzde artık varolmadığı gibi adını da unuttuğumuz Kanlıgöl'ü hatırlatmaktadır.