1199174469
560585
https://www.simurgkitabevi.com/ay-parki
Ay Parkı - #smrgKİTABEVİ
0.00
Kendini çok iyi taklit ediyorsun. Bir yazar; kendi yarattığı karakterlerin ete kemiğe büründüğünü, babasının gerçekleştirilmemiş vasiyeti nedeniyle hortladığını ve tüm gerçekliğin aslında ve nihayetinde kurmaca olduğunu kavradığında ne yapar? Kalemine sarılır, "Ay Parkı'nda olduğu gibi... Bret Easton Ellis'ten gerçeklikle kurmaca arasındaki ilişkiden, Stephen King romanlarındaki dehşete, özeleştiriden bir babayla oğlu arasındaki ilişkiye dek pekçok şeye dokunan güçlü bir roman. Ay Parkı'nda günümüzün parlak Batı uygarlığının en sert eleştirilerinden biriyle karşı karşıyayız. Ambalajının büyüsüne ve ihtişamına karşın özünde insansız, sahte, bön bir uygarlıktır içinde yaşadığımız ve bunu en iyi ekstrem noktalarında kavrayabiliriz. Yani en ayrıcalıklıların yaşamlarında! Ellis, şöhret, marka ve imajlarla kirlenmiş bir dünyada insanın nasıl yitip gittiğini anlatıyor Ay Parkı'nda, üstelik kendi kişisel deneyimlerinden yola çıkarak. Şöhretin doruklarında bir yazarın yaşamından yola çıkarak (ki yazarımızın adı Bret Easton Ellis'tir) günümüze keskin bir eleştiri sunan Ellis, her zamanki gibi gerçekle kurgunun nerede başlayıp bittiğini belirleme hakkını okuruna bırakarak, içinde yaşadığımız be sahte gerçekliği kökten yadsıyor. Terörizm, çocuk kayıpları, hayaletler, bağımlılık, ilişkiler, travmalar ve güçlü, şaşırtıcı bir Ellis romanı daha... "Gerçeğin çölüne hoşgeldiniz!" Misafir yatak odasında uyandığımda oraya nasıl geldiğim konusunda hiç bir fikrim yoktu, ama paniklemedim soğukkanlılığımı yitirmedim - çünkü misafir yatak odası kendimi henüz kaygı verici gelmeyen bir sıklıkla içinde bulduğum bir yerdi. Victor evde bir yerlerde havlıyor, komodindeki saat 7,:15'i gösteriyordu. İnleyerek yüzümü bir yastığa bastırdım (ıslaktı; yine uykumda ağlamıştım), ama sonra bu sabah bir şeyi kanıtlamam gerektiğini fark edince hemen doğruldum: Sorumluluk sahibi biri olduğumu, bağımlı olmadığımı, temiz olduğumu. Ama yataktan çıkamadım çünkü felaket bir akşamdan kalmalık halindeydim ve böyle durumlarda her zaman olduğu gibi aletim kalkmıştı: Bokser'ımden çıkmış, acı verecek kadar sert ereksiyonuma acizce baktım, ona hiçbir şey yapmadan. Sonunda konuk banyosunun aynasında kendime bakmaya başladım. Benden on yaş büyük birinin kara kuru ve hırpalanmış suratına sahiptim ve gözlerim öyle kızarmışlardı ki akları görünmüyordu. Musluktan su içtikten sonra kendime biraz olsun çeki düzen vermek için marihuana yaprağı resimli bir tişört giymeye karar verdim ve sonra tişörtü çıkarıp tersyüz ederek tekrar giydim. Kot pantolonumu bulamadığımdan çarşafın bir kısmını yırtıp ona sarındım. Odadan bir hayalet gibi çıktım. Mutfağa giderken kahya kadının yanında geçtim. Oturma odasını elektrikli süpürgeyle temizleyen Rosa'yla birlikte, bu sabah normalden daha eski ve koyu görünen bej halının üstündeki küllerde bulunan dev ayak izlerini takip ettim. Hayalet, oturma odasından geçerken eşyaların tuhaf konuşlandırılmalarını fark edince duraksadı. Bir kanepe, Le Corbusier sandalyeler ve Earnes masalar parti için farklı yerlere konmuşlardı, ama bu yeni düzen bana tuhaf bir şekilde biraz tanıdık geliyordu şimdi. Sebebini anlamak istiyordum, ama elektrikli süpürgenin sesiyle Victor'ın havlamaları hayaleti hemen mutfağa gitmeye zorladı. Talk'ta çıkan yazıda evden "büyük bir malikane" olarak bahsedilmişti: Üç kilometrelik bir alandaydı ve hızla büyümekte olan zengin bir banliyöde bulunmaktaydı, üstelik Elsinore Sokağı'ndaki 307 numaralı ev buraların en büyük binası değildi... mahallenin sıradanlaşmış zenginliğini yansıtıyordu o kadar. Elle Decor'daki bir yazıya göre "Eski İspanyol etkisinin vurgulandığı minimalist ve küresel", ama "yüzyıl ortalarındaki Fransız şatolarından ve altmışlı yılların Palm Springs modernizminden öğeler barındıran" bir tarzı vardı (bunu kafanızda canlandırın, canlandırabilirseniz; herkesin kavrayabildiği bir tasarım konsepti değildi). İç dekorasyon dinginlik verici kumdan kale ve beyaz mısır, zambak ve beyazlatılmış un renkleriyle yapılmıştı. Görkemli ve lüks, etkileyici ve az mobilyalı bu evin dört tane yüksek tavanlı yatak odası, ikinci katın yarısını kaplayan şömineli bir ana süiti, bir barı, bir buzdolabı, iki adet beşer metrekarelik gömme dolabı ve tavandaki kılıflara girip gözden kaybolan jaluzileri vardı, ayrıca bitişik iki banyoda birer adet dev gömme kuvet bulunuyordu. Tam teçhizatlı egzersiz salonunda ben bazen gönülsüzce spor yaparken, Jayne'in özel antrenörü Klaus ona kusursuz bedenini heykel gibi biçimlendirmekte yardım ediyordu.... ayrıca küçük bir duvar boyutunda ekrana sahip, surround sistemli bir plazma TV ile iki yanındaki raflara alfabetik olarak dizilmiş yüzlerce DVD'yi ve kırmızı çuhalı antika bir bilardo masasını içeren geniş bir medya odası vardı. Ev akıcıydı: Özenle tasarlanmış geniş boşluklar birbirlerine kusursuzca karışarak, evin asıl halinden çok daha büyük olduğu yanılsamasını uyandırıyordu. Hayaletin süzülürcesine gittiği mutfak, yani, "aile karargahı" cidden muhteşemdi: baştan aşağı paslanmaz çelikten yapılmıştı ve Brezilta betonundan yapılma tezgahlara, bir Thermador fırına, bir derin donduruculu buzdolabına, iki bulaşık makinesine, sessiz fanlı iki ocağa, iki lavaboya, bir şarap soğutucusuna, bir küçük dondurucuya sahipti ve sürme camdan yapılma koca bir duvarın ardındaki manzarada olimpik boyutlardaki bir yüzme havuzu (havuzda koruyucu parmaklıkları yoktu çünkü Sarah'yla Robby şimdiden usta yüzücüler olmuşlardı), bir jakuzi, yemyeşil gür çimlerle kaplı geniş bir çimenlik ve yanında ismini bilmediğim güzel çiçeklerle kaplı devasa ve bakımlı bir bahçe, hepsinin ardında da boş arazi ve sonra koruluk vardı. Evin durumu kusursuzdu. Hayalet mutfağın ortasındaki masada duran, taze lalelerle dolu bir vazoya baktı, hayret ve takdirle. Marta çoktan kalkmış, bir Gaggia espresso makinesiyle uğraşıyordu, Frette çarşafa sarınmış akşamdan kalma şık hayalet mutfakta dolanıp yanan alnını bir anlığına şarap soğutma dolabına bastırdıktan (hayalet dolabın bomboş olduğunu fark etti acı acı) sonra odanın diğer ucundaki dev bir yuvarlak masanın bir sandalyesine çökerken. Marta, Jayne'in L.A.'daki film çekimleri sırasında arkadaş olduğu ve güzel olmadığı için bilerek seçtiği otuzlu yaşlarda bir kadındı. Sadık ve ketumdu ve Jayne'in bütün işlerini kolayca hallederdi... L.A.'daki, ünlülere hayran ve sadık binlerce kadından biriydi ve Jayne'in peşinden ta buraya, bu soğuk ve yabancı banliyöye kadar gelmişti. Jayne'den önce Penny Marshall'ın, Meg Ryan'ın kısa süreliğine Julia Roberts'ın yanında çalışmıştı ve ünlülerin her an neye ihtiyaç duyacaklarını ya da isteyeceklerini tuhaf bir şekilde sezebilme yetisine sahipti. Ayrıca çocuklar onu sever gibiydiler, böyle annelerinin üstündeki baskı epey azalıyordu. Marta'nın azim ve şevk kaynağı Jayne'in ona beslediği güvendi; onun gönlünü okşayan ve besleyen şey buydu. Şöhrete en fazla bu kadar yaklaşabileceğini bilen Marta, işini ciddiye alıyordu. Ama durumu bana üzücü geliyordu, çünkü o dünyada büyüdüğümden yüzlerce Marta tanımıştım... kendilerini tamamen ünlülere adayıp kendi dünyalarını boşlayan kadınlar (ve erkekler). Şehirde küçük bir dairesi vardı -kirasını Jayne'in ödediği-. (Rosa'nın nerede kaldığını bilmiyordum, tek bildiğim Salvadorlu sessiz sakin babasının akşamları sekizde onu Elsinore Sokağı'ndan aldığı ve ertesi sabah şafaktan önce getirdiğiydi.) Hayaletin kahveye ihtiyacı vardı. (Kitabın İçinden)
Kendini çok iyi taklit ediyorsun. Bir yazar; kendi yarattığı karakterlerin ete kemiğe büründüğünü, babasının gerçekleştirilmemiş vasiyeti nedeniyle hortladığını ve tüm gerçekliğin aslında ve nihayetinde kurmaca olduğunu kavradığında ne yapar? Kalemine sarılır, "Ay Parkı'nda olduğu gibi... Bret Easton Ellis'ten gerçeklikle kurmaca arasındaki ilişkiden, Stephen King romanlarındaki dehşete, özeleştiriden bir babayla oğlu arasındaki ilişkiye dek pekçok şeye dokunan güçlü bir roman. Ay Parkı'nda günümüzün parlak Batı uygarlığının en sert eleştirilerinden biriyle karşı karşıyayız. Ambalajının büyüsüne ve ihtişamına karşın özünde insansız, sahte, bön bir uygarlıktır içinde yaşadığımız ve bunu en iyi ekstrem noktalarında kavrayabiliriz. Yani en ayrıcalıklıların yaşamlarında! Ellis, şöhret, marka ve imajlarla kirlenmiş bir dünyada insanın nasıl yitip gittiğini anlatıyor Ay Parkı'nda, üstelik kendi kişisel deneyimlerinden yola çıkarak. Şöhretin doruklarında bir yazarın yaşamından yola çıkarak (ki yazarımızın adı Bret Easton Ellis'tir) günümüze keskin bir eleştiri sunan Ellis, her zamanki gibi gerçekle kurgunun nerede başlayıp bittiğini belirleme hakkını okuruna bırakarak, içinde yaşadığımız be sahte gerçekliği kökten yadsıyor. Terörizm, çocuk kayıpları, hayaletler, bağımlılık, ilişkiler, travmalar ve güçlü, şaşırtıcı bir Ellis romanı daha... "Gerçeğin çölüne hoşgeldiniz!" Misafir yatak odasında uyandığımda oraya nasıl geldiğim konusunda hiç bir fikrim yoktu, ama paniklemedim soğukkanlılığımı yitirmedim - çünkü misafir yatak odası kendimi henüz kaygı verici gelmeyen bir sıklıkla içinde bulduğum bir yerdi. Victor evde bir yerlerde havlıyor, komodindeki saat 7,:15'i gösteriyordu. İnleyerek yüzümü bir yastığa bastırdım (ıslaktı; yine uykumda ağlamıştım), ama sonra bu sabah bir şeyi kanıtlamam gerektiğini fark edince hemen doğruldum: Sorumluluk sahibi biri olduğumu, bağımlı olmadığımı, temiz olduğumu. Ama yataktan çıkamadım çünkü felaket bir akşamdan kalmalık halindeydim ve böyle durumlarda her zaman olduğu gibi aletim kalkmıştı: Bokser'ımden çıkmış, acı verecek kadar sert ereksiyonuma acizce baktım, ona hiçbir şey yapmadan. Sonunda konuk banyosunun aynasında kendime bakmaya başladım. Benden on yaş büyük birinin kara kuru ve hırpalanmış suratına sahiptim ve gözlerim öyle kızarmışlardı ki akları görünmüyordu. Musluktan su içtikten sonra kendime biraz olsun çeki düzen vermek için marihuana yaprağı resimli bir tişört giymeye karar verdim ve sonra tişörtü çıkarıp tersyüz ederek tekrar giydim. Kot pantolonumu bulamadığımdan çarşafın bir kısmını yırtıp ona sarındım. Odadan bir hayalet gibi çıktım. Mutfağa giderken kahya kadının yanında geçtim. Oturma odasını elektrikli süpürgeyle temizleyen Rosa'yla birlikte, bu sabah normalden daha eski ve koyu görünen bej halının üstündeki küllerde bulunan dev ayak izlerini takip ettim. Hayalet, oturma odasından geçerken eşyaların tuhaf konuşlandırılmalarını fark edince duraksadı. Bir kanepe, Le Corbusier sandalyeler ve Earnes masalar parti için farklı yerlere konmuşlardı, ama bu yeni düzen bana tuhaf bir şekilde biraz tanıdık geliyordu şimdi. Sebebini anlamak istiyordum, ama elektrikli süpürgenin sesiyle Victor'ın havlamaları hayaleti hemen mutfağa gitmeye zorladı. Talk'ta çıkan yazıda evden "büyük bir malikane" olarak bahsedilmişti: Üç kilometrelik bir alandaydı ve hızla büyümekte olan zengin bir banliyöde bulunmaktaydı, üstelik Elsinore Sokağı'ndaki 307 numaralı ev buraların en büyük binası değildi... mahallenin sıradanlaşmış zenginliğini yansıtıyordu o kadar. Elle Decor'daki bir yazıya göre "Eski İspanyol etkisinin vurgulandığı minimalist ve küresel", ama "yüzyıl ortalarındaki Fransız şatolarından ve altmışlı yılların Palm Springs modernizminden öğeler barındıran" bir tarzı vardı (bunu kafanızda canlandırın, canlandırabilirseniz; herkesin kavrayabildiği bir tasarım konsepti değildi). İç dekorasyon dinginlik verici kumdan kale ve beyaz mısır, zambak ve beyazlatılmış un renkleriyle yapılmıştı. Görkemli ve lüks, etkileyici ve az mobilyalı bu evin dört tane yüksek tavanlı yatak odası, ikinci katın yarısını kaplayan şömineli bir ana süiti, bir barı, bir buzdolabı, iki adet beşer metrekarelik gömme dolabı ve tavandaki kılıflara girip gözden kaybolan jaluzileri vardı, ayrıca bitişik iki banyoda birer adet dev gömme kuvet bulunuyordu. Tam teçhizatlı egzersiz salonunda ben bazen gönülsüzce spor yaparken, Jayne'in özel antrenörü Klaus ona kusursuz bedenini heykel gibi biçimlendirmekte yardım ediyordu.... ayrıca küçük bir duvar boyutunda ekrana sahip, surround sistemli bir plazma TV ile iki yanındaki raflara alfabetik olarak dizilmiş yüzlerce DVD'yi ve kırmızı çuhalı antika bir bilardo masasını içeren geniş bir medya odası vardı. Ev akıcıydı: Özenle tasarlanmış geniş boşluklar birbirlerine kusursuzca karışarak, evin asıl halinden çok daha büyük olduğu yanılsamasını uyandırıyordu. Hayaletin süzülürcesine gittiği mutfak, yani, "aile karargahı" cidden muhteşemdi: baştan aşağı paslanmaz çelikten yapılmıştı ve Brezilta betonundan yapılma tezgahlara, bir Thermador fırına, bir derin donduruculu buzdolabına, iki bulaşık makinesine, sessiz fanlı iki ocağa, iki lavaboya, bir şarap soğutucusuna, bir küçük dondurucuya sahipti ve sürme camdan yapılma koca bir duvarın ardındaki manzarada olimpik boyutlardaki bir yüzme havuzu (havuzda koruyucu parmaklıkları yoktu çünkü Sarah'yla Robby şimdiden usta yüzücüler olmuşlardı), bir jakuzi, yemyeşil gür çimlerle kaplı geniş bir çimenlik ve yanında ismini bilmediğim güzel çiçeklerle kaplı devasa ve bakımlı bir bahçe, hepsinin ardında da boş arazi ve sonra koruluk vardı. Evin durumu kusursuzdu. Hayalet mutfağın ortasındaki masada duran, taze lalelerle dolu bir vazoya baktı, hayret ve takdirle. Marta çoktan kalkmış, bir Gaggia espresso makinesiyle uğraşıyordu, Frette çarşafa sarınmış akşamdan kalma şık hayalet mutfakta dolanıp yanan alnını bir anlığına şarap soğutma dolabına bastırdıktan (hayalet dolabın bomboş olduğunu fark etti acı acı) sonra odanın diğer ucundaki dev bir yuvarlak masanın bir sandalyesine çökerken. Marta, Jayne'in L.A.'daki film çekimleri sırasında arkadaş olduğu ve güzel olmadığı için bilerek seçtiği otuzlu yaşlarda bir kadındı. Sadık ve ketumdu ve Jayne'in bütün işlerini kolayca hallederdi... L.A.'daki, ünlülere hayran ve sadık binlerce kadından biriydi ve Jayne'in peşinden ta buraya, bu soğuk ve yabancı banliyöye kadar gelmişti. Jayne'den önce Penny Marshall'ın, Meg Ryan'ın kısa süreliğine Julia Roberts'ın yanında çalışmıştı ve ünlülerin her an neye ihtiyaç duyacaklarını ya da isteyeceklerini tuhaf bir şekilde sezebilme yetisine sahipti. Ayrıca çocuklar onu sever gibiydiler, böyle annelerinin üstündeki baskı epey azalıyordu. Marta'nın azim ve şevk kaynağı Jayne'in ona beslediği güvendi; onun gönlünü okşayan ve besleyen şey buydu. Şöhrete en fazla bu kadar yaklaşabileceğini bilen Marta, işini ciddiye alıyordu. Ama durumu bana üzücü geliyordu, çünkü o dünyada büyüdüğümden yüzlerce Marta tanımıştım... kendilerini tamamen ünlülere adayıp kendi dünyalarını boşlayan kadınlar (ve erkekler). Şehirde küçük bir dairesi vardı -kirasını Jayne'in ödediği-. (Rosa'nın nerede kaldığını bilmiyordum, tek bildiğim Salvadorlu sessiz sakin babasının akşamları sekizde onu Elsinore Sokağı'ndan aldığı ve ertesi sabah şafaktan önce getirdiğiydi.) Hayaletin kahveye ihtiyacı vardı. (Kitabın İçinden)
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.