“Mehmet Nazım'la sellerin, nehir taşmalarının can kaybına yol açmadığı bir şehirde kazaya uğramışlardı. Gerçeküstü düşlere, aşk üzerine söylenmemiş sözlere, tutkulu bakışlara rağmen, basit, sıradan bir soru her şeyi mahvetmeye yetmişti. Belki de aşk gerçekten iskambil kâğıtlarından bir kaleydi ve hafif bir esintiyle darmadağın olabiliyordu. Karakalem portreler, ateşli fısıltılar, gökkuşakları arasındaki gezintiler bir yanılsamaydı. “İnanamıyorum,” diye kekelemişti oysa Mehmet Nazım ellerinin buluştuğu an, “bir tenin böyle güzel, böyle yumuşak olduğuna inanamıyorum.” Sanki binlerce yıldır âşıklardı birbirlerine; sanki birisi yeryüzü diğeri gökyüzüydü, biri yağmur, öteki topraktı. Daha ilk bakıştan çok önce aşk ilan edilmiş, Mehmet Nazım, onun için kadife şiirler yazmış, şarkılarını binlerce kişinin karşısında onun gözlerine bakarak söylemişti. Öylesine hoş bir duyguydu ki bu, Mehmet Nazım'la ilk karşılaştığı an, aşka dair ne kadar gizemli, çözülmemiş, keşfedilmemiş sır varsa hepsini çözdüğüne inanıyordu. Aşkın gözle değil, sesle başladığını ise Ren Nehri'nin taştığı geceden aylar sonra olup biteni düşünmeye cesaret ettiği bir anda hatırlamıştı.”
Babasız Günler, İstanbul'da yaşayan edebiyatçı bir kadının perspektifinden, yaşanmış bir aşkın hüzünlü anıları arasında, bütün hayatını mesleğine adayan matematik profesörü bir baba ile siyasal çalkantıların sürgüne savurduğu müzisyen oğlu arasındaki çatışmanın ve fırtınalı bir ilişkinin romanı. Madonna'nın Son Hayali'nin yazarından yine usta işi bir yapıt. (Kitap tanıtımından)