Bugün hepimiz hızlı yaşamanın revaçta olduğu bir toplumun fertleriyiz. Geç modern dünyanın tesis ettiği süratin mutlak egemenliği, zamanın çekim kuvvetini alabildiğine zayıflatmış durumda. Böyle bir atmosferde zamanın durgunluğunu deneyimleyebilmek artık nadirattan. Zaman bozumunun alenileştiği çağdaş tekno-ekonomik uygarlık dâhilinde zamana çekim kuvvetini yeniden bahşedebilecek eylemlere vasıl olmanın gerekliliği artık hiç olmadığı kadar aşikâr. Kitap mezkûr eylemlerin başında beklemenin geldiği iddiasını gündeme taşıyor.
Beklemeye Övgü, hızlanmış toplumda katlanılmaz hâle gelen bekleme edimini, zamana demir atıp onda ikamet etmeyi, zamanın mat anlarına dalıp aradalıklarda demlenmeyi, tefekkürî bir imkân olarak aylaklığı deneyimlemeyi, zamanın doğruluğunu gözetmeyi ve zamanda eğleşebilmeyi mümkün kılan bir ameliye olarak görmeyi öneriyor. Bu minvalde çalışma, süratten azade yeni bir ritimselliğin ve alışageldiğimizin haricinde daha kıymetli bir varoluş kipinin de ancak beklemeyi öğrenmekle deneyimlenebileceği iddiasıyla beklemeye yitirdiği itibarını iade etmeyi amaçlıyor.