Yazma serüvenini “hayatı kelime kelime genişletmek” olarak adlandıran Hasan Ali Toptaş, metinlerini birer senfoniye de dönüştürerek, dışarıyla içerinin, görünenle iç dünyanın, gerçeklikle rüyaların, somutla soyutun çarpışmasından doğan tekinsiz bir atmosfere çağırıyor okurunu. Tam bir yazı ustalığıyla, Türkçenin imkânlarını sonuna kadar zorlayarak, edebiyatın büyülü dünyasına kapılar açarak.
Artık kendimi tutamayıp ikide bir iç çekiyor, durup dururken hüzünleniyor, ya da gözlerimi bir noktaya dikerek dalıp dalıp gidiyorum.
Bu halim dikkatini çekmiş olmalı ki, “Sana neler oluyor böyle?” diye sordu bir gün köknar.
“Daha öncede söyledim ya,” dedim ona, “insanlardan korkuyorum. Hem de bu korkum, dallarım uzakdıkça artıyor...”
“İyide, yalnızca sen misin korkan?” dedi köknar. “Şu gürgenler insanlardan korkmuyor mu sanki? Hatta, epeyce yaşlı olduğu halde, ta ordaki çalılıkların içinde duran ak sakallı meşe bile korkmuyor mu?”
"Benimkisi, bile bile, akıntıya kürek çekmekten başka birşey değildi.Bu yüzden aklımı başıma devşirmeliydim bir an önce.Boş yere hayallere kapılıp şu insan denen yaratığa bel bağlamamalıydım.Çünkü yüzyıllardır çözülemeyen acayip bir bilmeceydi insan.Derinlerden daha derin bir sırdı ya da ucu bucağı olmayan, içi pisliklerle,içi eşsiz güzelliklerle dolu, alabildiğine karanlık ve karmakarışık bir evrendi.
Öyle ki anca kafa patlatmasına rağmen,binlerce yıldan bu yana kendisi bile çözemiyordu kendisini...Bu yüzden,onun ne zaman ne yapacağı hiç belli olmazdı."
Yazma serüvenini “hayatı kelime kelime genişletmek” olarak adlandıran Hasan Ali Toptaş, metinlerini birer senfoniye de dönüştürerek, dışarıyla içerinin, görünenle iç dünyanın, gerçeklikle rüyaların, somutla soyutun çarpışmasından doğan tekinsiz bir atmosfere çağırıyor okurunu. Tam bir yazı ustalığıyla, Türkçenin imkânlarını sonuna kadar zorlayarak, edebiyatın büyülü dünyasına kapılar açarak.
Artık kendimi tutamayıp ikide bir iç çekiyor, durup dururken hüzünleniyor, ya da gözlerimi bir noktaya dikerek dalıp dalıp gidiyorum.
Bu halim dikkatini çekmiş olmalı ki, “Sana neler oluyor böyle?” diye sordu bir gün köknar.
“Daha öncede söyledim ya,” dedim ona, “insanlardan korkuyorum. Hem de bu korkum, dallarım uzakdıkça artıyor...”
“İyide, yalnızca sen misin korkan?” dedi köknar. “Şu gürgenler insanlardan korkmuyor mu sanki? Hatta, epeyce yaşlı olduğu halde, ta ordaki çalılıkların içinde duran ak sakallı meşe bile korkmuyor mu?”
"Benimkisi, bile bile, akıntıya kürek çekmekten başka birşey değildi.Bu yüzden aklımı başıma devşirmeliydim bir an önce.Boş yere hayallere kapılıp şu insan denen yaratığa bel bağlamamalıydım.Çünkü yüzyıllardır çözülemeyen acayip bir bilmeceydi insan.Derinlerden daha derin bir sırdı ya da ucu bucağı olmayan, içi pisliklerle,içi eşsiz güzelliklerle dolu, alabildiğine karanlık ve karmakarışık bir evrendi.
Öyle ki anca kafa patlatmasına rağmen,binlerce yıldan bu yana kendisi bile çözemiyordu kendisini...Bu yüzden,onun ne zaman ne yapacağı hiç belli olmazdı."