Her zamanki gibi bir kedi çizmiştim. Kuyruğunu kıvırmış posbıyıklı bir kedi, ciddi ciddi oturmuş, etrafa bakıyordu. Hayır, etrafına değil; gözlerini belli bir yere dikmişti. Ama neresi olduğu belli değil. Tombulca bir kedi. Posbıyıklı, sert görünümlü. Etrafında çitler. Çitlerin etrafında çiçekler, uçan kelebekler.
Bir ev ya da bir kafe, belki de bir mahalle; hemen karar veremedi. Masalar ve insancıklar, parlayan bir güneş ve evin tepesinde bir havuz, altında "Firuzağa" yazısı. Kedinin adı mı Firuzağa, yoksa mahallenin mi? Ne o gün ne de sonrasında hiç sormadı.
……
"Kıskançlık nedir bilmeyen ben... Sevgilimin bana olan aşkı ve tutkusunu kıskanmıştım... Ne kadar çok isterdim onun gibi duyumsayabilmek, belki acı da olsa aşkı yaşamak; ama olmadı... Aşkı aramaktan vazgeçtim. Sevmeyi öğrendim, çok sevmeyi... Sonra zaman geldi kendimi kandırdığım yapay aşklar yaşadım... İyi bir oyuncu olarak aşkı tattırdım kendime ta ki rolümden çözülene kadar... Ve sonra sizinle ilk tesadüfi tanışmamızın ilerleyen bölümlerinde beni şaşırttınız... Hiç tanımadığım, bilmediğim, etkileşimimin olmadığı bir insan olarak bana benzerliklerinizle... Zevkleriniz, karakteriniz, zekanız, karizmanız, aşık olmayı tercih edebileceğim çekici bir adamdınız... Sonra... Lanetli huyumla analiz etmeye başladım her şeyi. Durumumu, sevgilimi, sizi... Ve fark ettim ki ben hep sorguladıkça çözmüşüm aşkları, dağıtmışım, hiç izin vermemişim ki kendime. Aşk soru sormamakmış oysa. Bir dogma, ilkel ama çok güzel bir duygu, her şeye rağmen ve her şeyin üstünde... Ve ben. O kıskançlık nedir bilmeyen çağdaş yaşamın medeni kızı, sorgulamalarla, 'mantık'la aşksızlığa hapsetmişim kendimi hep, bunu fark ettim... Ve insanların aşklarını kıskandım. Kim olduklarından bağımsız...
Her zamanki gibi bir kedi çizmiştim. Kuyruğunu kıvırmış posbıyıklı bir kedi, ciddi ciddi oturmuş, etrafa bakıyordu. Hayır, etrafına değil; gözlerini belli bir yere dikmişti. Ama neresi olduğu belli değil. Tombulca bir kedi. Posbıyıklı, sert görünümlü. Etrafında çitler. Çitlerin etrafında çiçekler, uçan kelebekler.
Bir ev ya da bir kafe, belki de bir mahalle; hemen karar veremedi. Masalar ve insancıklar, parlayan bir güneş ve evin tepesinde bir havuz, altında "Firuzağa" yazısı. Kedinin adı mı Firuzağa, yoksa mahallenin mi? Ne o gün ne de sonrasında hiç sormadı.
……
"Kıskançlık nedir bilmeyen ben... Sevgilimin bana olan aşkı ve tutkusunu kıskanmıştım... Ne kadar çok isterdim onun gibi duyumsayabilmek, belki acı da olsa aşkı yaşamak; ama olmadı... Aşkı aramaktan vazgeçtim. Sevmeyi öğrendim, çok sevmeyi... Sonra zaman geldi kendimi kandırdığım yapay aşklar yaşadım... İyi bir oyuncu olarak aşkı tattırdım kendime ta ki rolümden çözülene kadar... Ve sonra sizinle ilk tesadüfi tanışmamızın ilerleyen bölümlerinde beni şaşırttınız... Hiç tanımadığım, bilmediğim, etkileşimimin olmadığı bir insan olarak bana benzerliklerinizle... Zevkleriniz, karakteriniz, zekanız, karizmanız, aşık olmayı tercih edebileceğim çekici bir adamdınız... Sonra... Lanetli huyumla analiz etmeye başladım her şeyi. Durumumu, sevgilimi, sizi... Ve fark ettim ki ben hep sorguladıkça çözmüşüm aşkları, dağıtmışım, hiç izin vermemişim ki kendime. Aşk soru sormamakmış oysa. Bir dogma, ilkel ama çok güzel bir duygu, her şeye rağmen ve her şeyin üstünde... Ve ben. O kıskançlık nedir bilmeyen çağdaş yaşamın medeni kızı, sorgulamalarla, 'mantık'la aşksızlığa hapsetmişim kendimi hep, bunu fark ettim... Ve insanların aşklarını kıskandım. Kim olduklarından bağımsız...