Edebiyatta Üç Nokta: 2000'lerde Edebiyat Değerleri 2 - Bahar 2011, Yıl 4, Sayı 5

Hazırlayan:
Özcan Erdoğan - Cenk Gündoğdu
Stok Kodu:
1199137091
Boyut:
19x27
Sayfa Sayısı:
90 s.
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2011
Kapak Türü:
Karton Kapak
Kağıt Türü:
3. Hamur
Dili:
Türkçe
0,00
1199137091
523031
Edebiyatta Üç Nokta: 2000'lerde Edebiyat Değerleri 2 - Bahar 2011, Yıl 4, Sayı 5
Edebiyatta Üç Nokta: 2000'lerde Edebiyat Değerleri 2 - Bahar 2011, Yıl 4, Sayı 5
0.00
İçindekilerden Seçmeler:

Şiir ve Yazı Verenler:
cenk gündoğdu
ruşen hakkı
guillaume apollinaire
nuray sancar
tuğrul tanyol
enver ercan
serdar koçak
murat yalçın
emel irtem aydın şimşek
ali özgür özkarcı
nuri demirci
zeynep köylü
mehmet can doğan
bünyamin k.
cuma duymaz
hüseyin köse
bülent keçeli
Şükrü sever
özgen kılıçarslan
pelin ünker
selahattin yolgiden
yaşar bedri
emirhan Oğuz
idris ekinci
faris kuseyri
zafer acar
engin özmen
mustafa aydoğan

Matbuatın Sonu Gelmedi mi?
Dergiler edebiyatın ortak bahçesidir, nefes borusu ya da beylik ifadeyle laboratuarı. Şairler orada soluk alır, havalan(dır)maya çıkar, karşılaşır, volta atar, tanır, tanışır, tartışır, kavga eder, şiiri/edebiyatı yaşar, yaşatır… Kısacası dergiler olmasa edebiyat sadece kitaplarda varlığını sürdüremezdi. Evet, edebiyat salt kitaplarda durmaz, duramazdı. Ve şairler ama özellikle şairler, bunun yerini tutacak bir şeyi mutlaka bulur ve edebiyatı kitapların dışında bir yerde buluşarak; tartışma, düşünme, tartma mecrasında sürdürürdü. Geçmişten bugüne edebiyat/şiir dergilerine baktığımızda hemen hepsini şairlerin dolaşıma sunduklarını ve buralardaki tartışmaların da şiirin meseleleri üzerine olduğunu görürüz.
2000'lere geldiğimizde dergilerin artık ağır ağır genel dağıtım ağından, büyük kalabalıkların ilgisinden, çekim alanı olan mekânlardan çekildiğine tanık oluyoruz. 2000'lerde yaşanan teknoelektronik çağ, içine aldığı toplumun hemen her katmanına tıpkı bir kap gibi biçimini de vermiştir. Bu yeni hayatta 2000'lerden sonra hemen her şey görsellik odaklı yol almaya başladı. Bu görsellik, hemen her alana hâkim olunca algı ve eylem de o doğrultuda işlemeye başladı. Zihin, olan biteni görsel kodlarla ve göstergelerle algılarken şair de gözükme, görünme odaklı davranmayı seçti. Bu görünme, zamanla eserin de önüne geçen bir durum oldu. Bu öne geçen gözükme biçimi de “edebiyatta” kendine boy boy yer buldu. Fotoğraflarla, özel hayatın sosyal alanlarda paylaşımıyla renklendi.
Karmaşa ve kaosun ortasında görünen gerçek 2000'lerdeki görünme-gözükmenin netliği bu netliğin hızla çarpışması ve o hızla flulaşması. Evet, bu karmaşada öne çıkmak için teknoloji büyük bir ‘imkân'. Bu imkânın evi internet; kontrolsüz bir alan, ne ararsak orada bulabiliyoruz. Burada neyin doğru neyin yanlış olduğu tartışma götürmez bir gerçek. Oradaki bir bilgiyi kim, nasıl bir elemeden geçirerek oraya koymuş onu bil(e)miyoruz. Ve bununla pek ilgilenmiyoruz da. Hal böyle olunca herkesin aktif aktör olduğu bir alanda edebiyat yapmak da zor. İnternet şairleri, internet yazarları gibi sıfatlarla karşılaşılmaya başlanıyor ve hatta alışılan bu ifadeler yadırganmıyor. Bunun kimseye zararı yok denilebilir. Elbette yok ama şiire, edebiyata orada o ekranda gördüklerine inanarak başlayan birisine neyi, nasıl anlatacaksınız? Bir illüzyona inanarak işe başlayan birine gerçeği nasıl anlatacaksınız? Bu illüzyonun sahiciliğine kapılarak yapılan siteler, oluşturulan gruplarda ulaşım ve görünme kolaylığı, önceden ancak kitabıyla ilişki kurduğu yazara/ şaire özel tarihiyle ilişkilenerek yakınlaşma, onunla eserin ötesinde bir bağ kurma… Tüm bunlar ve daha ötesi artık hayatımızda var. Bir sabah bir okurun yazarına, şiirine kızıp herkesin göreceği alanda gerçekdışı ifadelerde bulunması, titretmesi, tıklaması… mümkün.
İnternetin yazarıyla baş edemeyeceğini anlayan kâğıt kendini ringin dışına attı ve “artık yokum” dedi. Tıpkı bir çoğalmayı reddedercesine. Çünkü çoğalmanın değersizleşme olduğunu kâğıt biliyordu. Ve yok olarak kendini bu karmaşadan temiz ve sahici tuttu diyebiliriz. İşte her şey bu illüzyonun, hayatımızda büyük yer kaplamasıyla hatta hayatımızın kendisi olunca edebiyat da orada mecra değiştirmeye başlıyor. Ağır ağır kâğıt ve kokusu müzeye doğru yolculuğa çıkıyor. Eskiden dergilerin etrafında oluşan birliktelikler ve o alanların okul olma işlevleri vardı. Bugün dergilerin okul olma gibi bir işlevselliği artık yok. Çünkü dergiler birer ikişer kapanarak ortadan kalkıyor, kalanlarsa ayrışmadan ziyade kimin nereden ve niye geldiğini bilmediğimiz karışmaya endeksli bir toplamla bizi karşılıyor. İşte bu ortamda sanki ayrışmak için internet, oluşturulan mail gruplarıyla birer “can simidi” oluyor. Çeşitli mail grupları, sosyal paylaşım siteleri ile dergiler, yitip giden işlevini bir başka mecrada sürdürüyor. Çünkü herkes evinden yazışmalara, konuşmalara, gittiği yerden ve cep telefonundan çektiği alandan tartışmalara -artık görüntülü 3G ile- katılabiliyor. Tartışmanın parçası oluyor. Bir tür gizli örgüt gibi davranan ve dünyada kendilerini anlayan kimsenin olmadığını düşünen insanların, ayrı yerlerde bir araya gelip ruhlarını sağaltmaları, tartışmaları, kavgaları, egoları… paylaşılıyor bu ekranlarda. Burada iyimser düşünürsek, çıkan bir kitaba dair yazılan yazıdan, dolaşımda görme olanağımızın olmadığı yazı, dergiden ve tartışmalardan bu sanal alan sayesinde haberdar oluyoruz. Bu haberdar olduğumuz yer bir müddet sonra başta vurguladığımız görünmenin tüm ortamını sağlayarak bir sonraki 15 dakikanın kime ait olduğunu yine sıradakine bırakıyor. Pop art'ın önemli ismi Worhol, internete yetişseydi 15 dakikayı eminim ki 1 dakikaya düşürürdü ve makine olma fikrinin ne kadar isabetli olduğunu görürdü. Çünkü internet her gün yeni meşhurlar yaratıyor hem de bir tıkla.
Ezcümle dünya yeni araçlarla yeniden inşa ediliyor. Bu araçlarla inşa edilirken kâğıt gündemden düşüyor. Tıpkı matbaanın geldiğini öğrenen elyazmacılar gibi yakınmaya sızlanmaya gerek yok. Sızlansak da fayda yok. Kâğıdı kolay kolay bırakacağımızı sanmayın diyenler de yanılıyor. Çünkü sadece kâğıt değil biten, edebiyat da biçimsel değişime uğruyor. Bunu sürdüreceğiz: “İnternet edebiyatın nesi olur” diyerek…
Cenk GÜNDOĞDU

İçindekilerden Seçmeler:

Şiir ve Yazı Verenler:
cenk gündoğdu
ruşen hakkı
guillaume apollinaire
nuray sancar
tuğrul tanyol
enver ercan
serdar koçak
murat yalçın
emel irtem aydın şimşek
ali özgür özkarcı
nuri demirci
zeynep köylü
mehmet can doğan
bünyamin k.
cuma duymaz
hüseyin köse
bülent keçeli
Şükrü sever
özgen kılıçarslan
pelin ünker
selahattin yolgiden
yaşar bedri
emirhan Oğuz
idris ekinci
faris kuseyri
zafer acar
engin özmen
mustafa aydoğan

Matbuatın Sonu Gelmedi mi?
Dergiler edebiyatın ortak bahçesidir, nefes borusu ya da beylik ifadeyle laboratuarı. Şairler orada soluk alır, havalan(dır)maya çıkar, karşılaşır, volta atar, tanır, tanışır, tartışır, kavga eder, şiiri/edebiyatı yaşar, yaşatır… Kısacası dergiler olmasa edebiyat sadece kitaplarda varlığını sürdüremezdi. Evet, edebiyat salt kitaplarda durmaz, duramazdı. Ve şairler ama özellikle şairler, bunun yerini tutacak bir şeyi mutlaka bulur ve edebiyatı kitapların dışında bir yerde buluşarak; tartışma, düşünme, tartma mecrasında sürdürürdü. Geçmişten bugüne edebiyat/şiir dergilerine baktığımızda hemen hepsini şairlerin dolaşıma sunduklarını ve buralardaki tartışmaların da şiirin meseleleri üzerine olduğunu görürüz.
2000'lere geldiğimizde dergilerin artık ağır ağır genel dağıtım ağından, büyük kalabalıkların ilgisinden, çekim alanı olan mekânlardan çekildiğine tanık oluyoruz. 2000'lerde yaşanan teknoelektronik çağ, içine aldığı toplumun hemen her katmanına tıpkı bir kap gibi biçimini de vermiştir. Bu yeni hayatta 2000'lerden sonra hemen her şey görsellik odaklı yol almaya başladı. Bu görsellik, hemen her alana hâkim olunca algı ve eylem de o doğrultuda işlemeye başladı. Zihin, olan biteni görsel kodlarla ve göstergelerle algılarken şair de gözükme, görünme odaklı davranmayı seçti. Bu görünme, zamanla eserin de önüne geçen bir durum oldu. Bu öne geçen gözükme biçimi de “edebiyatta” kendine boy boy yer buldu. Fotoğraflarla, özel hayatın sosyal alanlarda paylaşımıyla renklendi.
Karmaşa ve kaosun ortasında görünen gerçek 2000'lerdeki görünme-gözükmenin netliği bu netliğin hızla çarpışması ve o hızla flulaşması. Evet, bu karmaşada öne çıkmak için teknoloji büyük bir ‘imkân'. Bu imkânın evi internet; kontrolsüz bir alan, ne ararsak orada bulabiliyoruz. Burada neyin doğru neyin yanlış olduğu tartışma götürmez bir gerçek. Oradaki bir bilgiyi kim, nasıl bir elemeden geçirerek oraya koymuş onu bil(e)miyoruz. Ve bununla pek ilgilenmiyoruz da. Hal böyle olunca herkesin aktif aktör olduğu bir alanda edebiyat yapmak da zor. İnternet şairleri, internet yazarları gibi sıfatlarla karşılaşılmaya başlanıyor ve hatta alışılan bu ifadeler yadırganmıyor. Bunun kimseye zararı yok denilebilir. Elbette yok ama şiire, edebiyata orada o ekranda gördüklerine inanarak başlayan birisine neyi, nasıl anlatacaksınız? Bir illüzyona inanarak işe başlayan birine gerçeği nasıl anlatacaksınız? Bu illüzyonun sahiciliğine kapılarak yapılan siteler, oluşturulan gruplarda ulaşım ve görünme kolaylığı, önceden ancak kitabıyla ilişki kurduğu yazara/ şaire özel tarihiyle ilişkilenerek yakınlaşma, onunla eserin ötesinde bir bağ kurma… Tüm bunlar ve daha ötesi artık hayatımızda var. Bir sabah bir okurun yazarına, şiirine kızıp herkesin göreceği alanda gerçekdışı ifadelerde bulunması, titretmesi, tıklaması… mümkün.
İnternetin yazarıyla baş edemeyeceğini anlayan kâğıt kendini ringin dışına attı ve “artık yokum” dedi. Tıpkı bir çoğalmayı reddedercesine. Çünkü çoğalmanın değersizleşme olduğunu kâğıt biliyordu. Ve yok olarak kendini bu karmaşadan temiz ve sahici tuttu diyebiliriz. İşte her şey bu illüzyonun, hayatımızda büyük yer kaplamasıyla hatta hayatımızın kendisi olunca edebiyat da orada mecra değiştirmeye başlıyor. Ağır ağır kâğıt ve kokusu müzeye doğru yolculuğa çıkıyor. Eskiden dergilerin etrafında oluşan birliktelikler ve o alanların okul olma işlevleri vardı. Bugün dergilerin okul olma gibi bir işlevselliği artık yok. Çünkü dergiler birer ikişer kapanarak ortadan kalkıyor, kalanlarsa ayrışmadan ziyade kimin nereden ve niye geldiğini bilmediğimiz karışmaya endeksli bir toplamla bizi karşılıyor. İşte bu ortamda sanki ayrışmak için internet, oluşturulan mail gruplarıyla birer “can simidi” oluyor. Çeşitli mail grupları, sosyal paylaşım siteleri ile dergiler, yitip giden işlevini bir başka mecrada sürdürüyor. Çünkü herkes evinden yazışmalara, konuşmalara, gittiği yerden ve cep telefonundan çektiği alandan tartışmalara -artık görüntülü 3G ile- katılabiliyor. Tartışmanın parçası oluyor. Bir tür gizli örgüt gibi davranan ve dünyada kendilerini anlayan kimsenin olmadığını düşünen insanların, ayrı yerlerde bir araya gelip ruhlarını sağaltmaları, tartışmaları, kavgaları, egoları… paylaşılıyor bu ekranlarda. Burada iyimser düşünürsek, çıkan bir kitaba dair yazılan yazıdan, dolaşımda görme olanağımızın olmadığı yazı, dergiden ve tartışmalardan bu sanal alan sayesinde haberdar oluyoruz. Bu haberdar olduğumuz yer bir müddet sonra başta vurguladığımız görünmenin tüm ortamını sağlayarak bir sonraki 15 dakikanın kime ait olduğunu yine sıradakine bırakıyor. Pop art'ın önemli ismi Worhol, internete yetişseydi 15 dakikayı eminim ki 1 dakikaya düşürürdü ve makine olma fikrinin ne kadar isabetli olduğunu görürdü. Çünkü internet her gün yeni meşhurlar yaratıyor hem de bir tıkla.
Ezcümle dünya yeni araçlarla yeniden inşa ediliyor. Bu araçlarla inşa edilirken kâğıt gündemden düşüyor. Tıpkı matbaanın geldiğini öğrenen elyazmacılar gibi yakınmaya sızlanmaya gerek yok. Sızlansak da fayda yok. Kâğıdı kolay kolay bırakacağımızı sanmayın diyenler de yanılıyor. Çünkü sadece kâğıt değil biten, edebiyat da biçimsel değişime uğruyor. Bunu sürdüreceğiz: “İnternet edebiyatın nesi olur” diyerek…
Cenk GÜNDOĞDU

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat