Sanat ve Mimarlık'ta eğitimin modernleştirilmesi sürecine paralel olarak, bu kişilerin aynı zamanda, ortaya koydukları sanat ürünleri ile, Türkiye'nin muhtelif kentlerinde inşa etmiş oldukları binalar, eğitimde yapılan bu köklü değişimin, uygulama alanına yansımaları olarak ayrı bir önem taşımaktadır.
Bu hocaların yetiştirdiği genç mimar ve sanatçılar, onların gösterdikleri yolda ilerlemiş, ürünler vermiş ve daha sonraki nesillere hocalık etmişlerdir.
Mimarlık ve sanat eğitiminin modernleştirilmesi hareketi, özellikle Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında gündeme gelmiş ve 1930'da, ozamanlar Türkiye'de yegane sanat ve mimarlık eğitimi veren okul olan İstanbul'daki Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Şubesi'nde başlatılan eğitim reformu ile büyük bir ivme kazanmıştır.
Bu reform hareketi, nedenleri ve sonuçlarıyla, ülkemizde sanatın gelişmesi sürecinin önemli bir kesimini oluşturmaktadır. Bu süreç içinde yabancı uyruklu mimar ve sanatçılar da reformun başarısında rol sahibidirler.
“Türkiye'de güçlü bir gelenek oluşturabilmiş tüm yüksek öğrenim kurumlarının ortak bir özelliği var: 1930'larda, Nazi iktidarının ardından Almanya'yı terketmek zorunda kalmış ve -onları kabul etmeye hazır tek Avrupa ülkesi olan- Türkiye'ye sığınmış bilim ve sanat insanları, bu kurumlarda görev üstlenmişler. Güzel Sanatlar Akademisi'nin tarihinde de bu hocaların önemli bir yeri var. Sanayi-i Nefise Mektebi'nden Güzel Sanatlar Akademisi'ne geçişi bir modernleşme süreci olarak tanımlarsak, bu sürecin oluşturucu aktörleri arasında yabancı hocalar başta geliyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin öğretim üyelerinden Ataman Demir, Akademi tarihinin bugüne dek derinlemesine işlenmemiş bu yönünü, titiz bir arşiv çalışmasıyla ele almış. Aynı üniversitenin yayınları arasında yer alan çalışma “Güzel Sanatlar Akademisi'nde Yabancı Hocalar” başlığını taşıyor. Demir, kitabında, 1929-1958 arasında çeşitli bölümlerde görev yapmış yirmi dört yabancı hocadan söz ediyor. Bu hocaların büyük bir bölümünü Almanya'nın totaliter rejiminden kaçmak zorunda kalan ve Akademi'ye 1930'lu yıllarda gelen öğretim üyeleri oluşturuyor.
Akademi'de ders vermiş yabancı hocaları iki kesimde ele almak doğru olur: Akademi'nin kendi kadrolu hocaları ile asıl kadrosu başka kurumlarda olan ama Akademi'de de ders veren öğretim üyeleri. İlk kesimde yer alan hocaların en başında hiç kuşkusuz Ernst Egli'yi saymak gerek. Altı yıl (1930-1936) Mimari Şubesi şefliği yapan Egli, mimarlık eğitiminin modernleşmesinde büyük bir rol oynuyor. Egli, “Beaux-Arts” geleneğine dayanan ve proje eğitimini Greko-Romen, Rönesans ya da Osmanlı gibi belirli “üslup” atölyeleriyle biçimlendiren eğitim programını tümüyle değiştiriyor. Egli'nin geliştirdiği yeni sistemin YÖK'e dek, yani 50 yılı aşkın bir süre uygulanmış olması bile, Avusturyalı hocanın Akademi tarihindeki yerini göstermeye yeter.
Egli'nin üstlendiği “modernleştirici” rolün, öncelikle Ankara'nın talebiyle belirlendiğini söylemek yanlış olmaz. Genç Cumhuriyet, kuruluşundan birkaç yıl sonra, başta gelen temsilcileri Vedat Bey ve Mimar Kemalettin olan Yeni-Osmanlı mimarlığını reddetmişti. Nitekim, Egli'nin reform hareketinin ardından, atölye hocası Vedat Bey'in de okuldan ayrıldığını görüyoruz.
Cumhuriyet “yeni” bir mimari dil öğrenerek yetişecek mimarlara gereksinim duyuyordu, ama daha da acil bir sorun vardı, o da yeni başkentin imarıydı. Bu yüzden, gerek Egli, gerekse de Egli'den sonra gelen yabancı hocalar aynı zamanda mimar olarak görev yaptılar. Ernst Egli, hocalığının yanı sıra, Maarif Vekâleti Tatbikat Bürosu'nun şefliğini yapıyordu. Egli'nin gerçekleştirdiği çalışmalar uzun bir liste oluşturuyor ve önemli bir bölümü de Ankara'da yer alıyor. Daha sonra gelen hocalarla yapılan sözleşmelerde de, Kültür Bakanlığı'nın talep edeceği projeleri “parasız” olarak yapacaklarının belirtildiğini Demir'in kitapta yer verdiği belgelerden öğreniyoruz.
Ernst Egli'nin ayrılmasında sonra, Akademi'nin Mimari Şubesi şefliği için, Kültür Bakanlığı'nın Hans Poelzig ile anlaştığını görüyoruz. Hatta Poelzig ile sözleşme de imzalanıyor, ancak ünlü mimar görevine başlayamadan ölüyor.
Akademi'de hocalık yapmış en ünlü mimarın ise Bruno Taut olduğunu söylemek yanlış olmaz. Görev süresinin oldukça kısa sürmesine karşın (1936-1938), Taut, hem yoğun bir üretim gerçekleştirir, hem de hocalığıyla Akademi'de derin bir iz bırakır. Ankara'dan İzmir'e, Trabzon'a uzanan binaları, Türkçe'ye çevrilen “Mimari Bilgisi” adlı kitabı, bu üretimden bugüne ulaşan çalışmalardır.
Yabancı hocalar yalnızca mimarlık bölümünde değil, Akademi'nin öteki bölümlerinde de etkin roller üstlenirler. Bunlar arasında Rudolf Belling'i en başta belirtmek gerekiyor. Belling, uzun bir dönem çalıştığı (1937-1954) Heykel Şubesi'nde büyük bir eğitim reformu gerçekleştiriyor. Yetiştirdiği öğrenciler özellikle 1950 sonrasında etkin bir rol yükleniyor ve “Elliler Modernizmi”nin öncü aktörleri arasında bölümün hoca ve öğrencileri başı çekiyor. Okulun dört ana şubesinden biri olan Tezyinî Sanatlar Şubesi'nin başında dört yıl (1939-1943) kalan Marie Louis Süe de, Akademi'deki değişim hareketinin önde gelen yürütücüleri arasında yer alıyordu.
Ataman Demir kitabında, başka kurumlarda görevli olan, ancak Akademi'de de ders veren hocalara da yer vermiş. Bu bağlamda, İstanbul Belediyesi'nde danışmanlık yapan Martin Wagner ile, yine Belediye'de görevli olan Henri Prost'u ilk başta anmak doğru olur. Her iki hoca da Akademi'de şehircilik dersi veriyor. Hocalığı çok kısa süren (1936-1937) Wagner, Türkiye'den ayrılarak, Bauhaus'dan arkadaşı olan Gropius'un aracılığıyla Harvard Üniversitesi'ne gidiyor. Ünlü kent plancısı Prost ise iki yıl (1941-1943) ders veriyor. Dışarıdan gelen hocalar arasında arkeolog Theodor Bossert'i, sanat tarihçileri Ernst Diez ve Kurt Erdmann'ı da sayabiliriz.
Demir, historiyografik bir çalışma yapmak yerine, belgeleri öne çıkartmayı ve olabildiğince az yorum yapmayı yeğlemiş. Kitabın oldukça ağırlık taşıyan son bölümünde belgelerin tıpkıbasımlarına yer verilmesi, Ataman Demir'in bu yaklaşımını bütünlüyor. Bu yüzden yeni çalışmalara kapı açacak bir toplamla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Kitapta yer alan belgeler, bürokratik bir zihniyet dünyasını tüm boyutlarıyla ortaya koyuyor. Çarpıcı örneklerden biri, Taut'un on günlük rahatsızlık izninin Kültür Bakanı tarafından onaylanması…Güzel Sanatlar Akademisi tarihine yeniden bakmaya olanak veren bu çalışmanın kitaplaşmasında, grafik tasarımcı Yeşim Demir'in önemli bir katkı yaptığını da belirtmeliyim.
Başta da söylediğim gibi, bu çalışma, Akademi'deki eğitim geleneğinin oluşumunda yabancı hocaların ne denli belirleyici olduğunu gösteriyor. Ne var ki bugün aynı geleneğin izlerini yakalamak pek kolay değil. Şimdi daha açıkça görebiliyorum: Öğrencilik yıllarında tanık olduğum Taut Atölyesi'nin yıkımı, aslında bir geleneğin de çözülmeye doğru gittiğini haber veriyormuş…” - Aykut Köksal
Sanat ve Mimarlık'ta eğitimin modernleştirilmesi sürecine paralel olarak, bu kişilerin aynı zamanda, ortaya koydukları sanat ürünleri ile, Türkiye'nin muhtelif kentlerinde inşa etmiş oldukları binalar, eğitimde yapılan bu köklü değişimin, uygulama alanına yansımaları olarak ayrı bir önem taşımaktadır.
Bu hocaların yetiştirdiği genç mimar ve sanatçılar, onların gösterdikleri yolda ilerlemiş, ürünler vermiş ve daha sonraki nesillere hocalık etmişlerdir.
Mimarlık ve sanat eğitiminin modernleştirilmesi hareketi, özellikle Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında gündeme gelmiş ve 1930'da, ozamanlar Türkiye'de yegane sanat ve mimarlık eğitimi veren okul olan İstanbul'daki Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Şubesi'nde başlatılan eğitim reformu ile büyük bir ivme kazanmıştır.
Bu reform hareketi, nedenleri ve sonuçlarıyla, ülkemizde sanatın gelişmesi sürecinin önemli bir kesimini oluşturmaktadır. Bu süreç içinde yabancı uyruklu mimar ve sanatçılar da reformun başarısında rol sahibidirler.
“Türkiye'de güçlü bir gelenek oluşturabilmiş tüm yüksek öğrenim kurumlarının ortak bir özelliği var: 1930'larda, Nazi iktidarının ardından Almanya'yı terketmek zorunda kalmış ve -onları kabul etmeye hazır tek Avrupa ülkesi olan- Türkiye'ye sığınmış bilim ve sanat insanları, bu kurumlarda görev üstlenmişler. Güzel Sanatlar Akademisi'nin tarihinde de bu hocaların önemli bir yeri var. Sanayi-i Nefise Mektebi'nden Güzel Sanatlar Akademisi'ne geçişi bir modernleşme süreci olarak tanımlarsak, bu sürecin oluşturucu aktörleri arasında yabancı hocalar başta geliyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin öğretim üyelerinden Ataman Demir, Akademi tarihinin bugüne dek derinlemesine işlenmemiş bu yönünü, titiz bir arşiv çalışmasıyla ele almış. Aynı üniversitenin yayınları arasında yer alan çalışma “Güzel Sanatlar Akademisi'nde Yabancı Hocalar” başlığını taşıyor. Demir, kitabında, 1929-1958 arasında çeşitli bölümlerde görev yapmış yirmi dört yabancı hocadan söz ediyor. Bu hocaların büyük bir bölümünü Almanya'nın totaliter rejiminden kaçmak zorunda kalan ve Akademi'ye 1930'lu yıllarda gelen öğretim üyeleri oluşturuyor.
Akademi'de ders vermiş yabancı hocaları iki kesimde ele almak doğru olur: Akademi'nin kendi kadrolu hocaları ile asıl kadrosu başka kurumlarda olan ama Akademi'de de ders veren öğretim üyeleri. İlk kesimde yer alan hocaların en başında hiç kuşkusuz Ernst Egli'yi saymak gerek. Altı yıl (1930-1936) Mimari Şubesi şefliği yapan Egli, mimarlık eğitiminin modernleşmesinde büyük bir rol oynuyor. Egli, “Beaux-Arts” geleneğine dayanan ve proje eğitimini Greko-Romen, Rönesans ya da Osmanlı gibi belirli “üslup” atölyeleriyle biçimlendiren eğitim programını tümüyle değiştiriyor. Egli'nin geliştirdiği yeni sistemin YÖK'e dek, yani 50 yılı aşkın bir süre uygulanmış olması bile, Avusturyalı hocanın Akademi tarihindeki yerini göstermeye yeter.
Egli'nin üstlendiği “modernleştirici” rolün, öncelikle Ankara'nın talebiyle belirlendiğini söylemek yanlış olmaz. Genç Cumhuriyet, kuruluşundan birkaç yıl sonra, başta gelen temsilcileri Vedat Bey ve Mimar Kemalettin olan Yeni-Osmanlı mimarlığını reddetmişti. Nitekim, Egli'nin reform hareketinin ardından, atölye hocası Vedat Bey'in de okuldan ayrıldığını görüyoruz.
Cumhuriyet “yeni” bir mimari dil öğrenerek yetişecek mimarlara gereksinim duyuyordu, ama daha da acil bir sorun vardı, o da yeni başkentin imarıydı. Bu yüzden, gerek Egli, gerekse de Egli'den sonra gelen yabancı hocalar aynı zamanda mimar olarak görev yaptılar. Ernst Egli, hocalığının yanı sıra, Maarif Vekâleti Tatbikat Bürosu'nun şefliğini yapıyordu. Egli'nin gerçekleştirdiği çalışmalar uzun bir liste oluşturuyor ve önemli bir bölümü de Ankara'da yer alıyor. Daha sonra gelen hocalarla yapılan sözleşmelerde de, Kültür Bakanlığı'nın talep edeceği projeleri “parasız” olarak yapacaklarının belirtildiğini Demir'in kitapta yer verdiği belgelerden öğreniyoruz.
Ernst Egli'nin ayrılmasında sonra, Akademi'nin Mimari Şubesi şefliği için, Kültür Bakanlığı'nın Hans Poelzig ile anlaştığını görüyoruz. Hatta Poelzig ile sözleşme de imzalanıyor, ancak ünlü mimar görevine başlayamadan ölüyor.
Akademi'de hocalık yapmış en ünlü mimarın ise Bruno Taut olduğunu söylemek yanlış olmaz. Görev süresinin oldukça kısa sürmesine karşın (1936-1938), Taut, hem yoğun bir üretim gerçekleştirir, hem de hocalığıyla Akademi'de derin bir iz bırakır. Ankara'dan İzmir'e, Trabzon'a uzanan binaları, Türkçe'ye çevrilen “Mimari Bilgisi” adlı kitabı, bu üretimden bugüne ulaşan çalışmalardır.
Yabancı hocalar yalnızca mimarlık bölümünde değil, Akademi'nin öteki bölümlerinde de etkin roller üstlenirler. Bunlar arasında Rudolf Belling'i en başta belirtmek gerekiyor. Belling, uzun bir dönem çalıştığı (1937-1954) Heykel Şubesi'nde büyük bir eğitim reformu gerçekleştiriyor. Yetiştirdiği öğrenciler özellikle 1950 sonrasında etkin bir rol yükleniyor ve “Elliler Modernizmi”nin öncü aktörleri arasında bölümün hoca ve öğrencileri başı çekiyor. Okulun dört ana şubesinden biri olan Tezyinî Sanatlar Şubesi'nin başında dört yıl (1939-1943) kalan Marie Louis Süe de, Akademi'deki değişim hareketinin önde gelen yürütücüleri arasında yer alıyordu.
Ataman Demir kitabında, başka kurumlarda görevli olan, ancak Akademi'de de ders veren hocalara da yer vermiş. Bu bağlamda, İstanbul Belediyesi'nde danışmanlık yapan Martin Wagner ile, yine Belediye'de görevli olan Henri Prost'u ilk başta anmak doğru olur. Her iki hoca da Akademi'de şehircilik dersi veriyor. Hocalığı çok kısa süren (1936-1937) Wagner, Türkiye'den ayrılarak, Bauhaus'dan arkadaşı olan Gropius'un aracılığıyla Harvard Üniversitesi'ne gidiyor. Ünlü kent plancısı Prost ise iki yıl (1941-1943) ders veriyor. Dışarıdan gelen hocalar arasında arkeolog Theodor Bossert'i, sanat tarihçileri Ernst Diez ve Kurt Erdmann'ı da sayabiliriz.
Demir, historiyografik bir çalışma yapmak yerine, belgeleri öne çıkartmayı ve olabildiğince az yorum yapmayı yeğlemiş. Kitabın oldukça ağırlık taşıyan son bölümünde belgelerin tıpkıbasımlarına yer verilmesi, Ataman Demir'in bu yaklaşımını bütünlüyor. Bu yüzden yeni çalışmalara kapı açacak bir toplamla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Kitapta yer alan belgeler, bürokratik bir zihniyet dünyasını tüm boyutlarıyla ortaya koyuyor. Çarpıcı örneklerden biri, Taut'un on günlük rahatsızlık izninin Kültür Bakanı tarafından onaylanması…Güzel Sanatlar Akademisi tarihine yeniden bakmaya olanak veren bu çalışmanın kitaplaşmasında, grafik tasarımcı Yeşim Demir'in önemli bir katkı yaptığını da belirtmeliyim.
Başta da söylediğim gibi, bu çalışma, Akademi'deki eğitim geleneğinin oluşumunda yabancı hocaların ne denli belirleyici olduğunu gösteriyor. Ne var ki bugün aynı geleneğin izlerini yakalamak pek kolay değil. Şimdi daha açıkça görebiliyorum: Öğrencilik yıllarında tanık olduğum Taut Atölyesi'nin yıkımı, aslında bir geleneğin de çözülmeye doğru gittiğini haber veriyormuş…” - Aykut Köksal