İnsanı bir mengene gibi içine alan ruhsuz kentler, betondan kuleler, önsüz evler. Yeşilin olmadığı, rüzgârın keyifle esemediği, güneşin artık eskisi gibi kardeşçe ısıtmadığı bir dünyaya “hayır” diyor Simlâ Sunay, İçbahçe'de. Belki de en çok bir “bahçe” özlemi siniyor metinlere, bir ağrı gibi, onulmaz bir sızı gibi. Kendimize ördüğümüz hapishanelerimizde, her geçen gün doğadan ve kendimizden nasıl da kopup, bir yaprak gibi solup gittiğimizi hatırlatıyor en çok.
İnsanı bir mengene gibi içine alan ruhsuz kentler, betondan kuleler, önsüz evler. Yeşilin olmadığı, rüzgârın keyifle esemediği, güneşin artık eskisi gibi kardeşçe ısıtmadığı bir dünyaya “hayır” diyor Simlâ Sunay, İçbahçe'de. Belki de en çok bir “bahçe” özlemi siniyor metinlere, bir ağrı gibi, onulmaz bir sızı gibi. Kendimize ördüğümüz hapishanelerimizde, her geçen gün doğadan ve kendimizden nasıl da kopup, bir yaprak gibi solup gittiğimizi hatırlatıyor en çok.