Bu çalışma, bu motivasyonla başladı ve ülkenin içinde barındırdığına inandığım nefret duygularının siyasi konjonktürle birlikte hem de kamu gücünü elinde bulunduranlar tarafından artık alenen dile dökülmesini ve Dünya'nın dehşet verici distopik hallerini gözleyerek gelişti. Kendimizi güvende hissetmek için yeterli ve belirgin bir iyi niyeti bulamadığımız Dünya ve ülke gerçekliği karşısında düşünce iklimimizi korkuyla donatıp elimizdeki en önemli değerler olan liberal hukuk düzeni ve demokrasiden taviz vermek zorunda değiliz elbet.
Gerçekten de korku değilse bile, nefret söyleminin içimizde yarattığı bulantı, liberal bir özgürlük tasarım ve inancımıza zarar verme tehlikesine sahip. Çünkü ifade özgürlüğünün belli bir ifade içeriği ile ilgili olarak sınırlandırılmasını savunmak, her şeyden önce sınırlama pratiğini genişletmek için fırsat kollayan özgürlük düşmanlarına yeni kapılar aralamak, vesileler sunmak anlamına gelecektir. Bu çalışma bu tür bir tehlikenin yarattığı baskı altında kaleme alındı.
Bu çerçevede, ele alacağımız konu bakımından görünüşte bir tolerans paradoksu ile karşı karşıyayız. Tolerans, toleransın düşmanlarına karşı da gösterilmeli midir? Hemen bütün büyük beşeri öğretilerin ve dinlerin buyurduğu ahlaki düsturlar kalpsizlere ve merhametsizlere karşı mücadele etmeyi, zebunun yanında olmayı bireye ve topluma ahlaki bir sorumluluk olarak yüklerken, bu paradoksun pek de çetin olmadığını düşünüyorum.
İnsanlığın daha düne kadar geçirdiği, yarın da geçirmemesi konusunda fazla bir umut ışığının henüz bulunmadığı korkunç ve kanlı deneyimler, tolerans düşmanlarına karşı en hafifinden temkinli olmayı bizlere öğretmiş bulunmaktadır. İnsanın dünyayı ve yaşamı algılamakta gösterdiği inanılmaz ölçekteki göreliliğin doğurduğu çatışmaların barışçı bir yoldan aşılmasının tek yolu en azından tolerans konusunda uzlaşmaktır.
Bu uzlaşı o kadar değerlidir ki, tarihin belli bir anında bu tür bir uzlaşıyı yakalamış bir toplumun başka bir zenginliğe ve nimete ihtiyacı yoktur. Böyle bir toplum edindiği bu değeri korumak için gereken her türlü tedbiri almak zorunda olmalıdır. Bu insancıl bir istektir. Bu çerçevede nefret söylemine de tolerans gösterilmesi gerektiğini özgürlük adına savunanlar bunun aksini savunanlardan daha insancıl değildir.
Bu çalışma, bu motivasyonla başladı ve ülkenin içinde barındırdığına inandığım nefret duygularının siyasi konjonktürle birlikte hem de kamu gücünü elinde bulunduranlar tarafından artık alenen dile dökülmesini ve Dünya'nın dehşet verici distopik hallerini gözleyerek gelişti. Kendimizi güvende hissetmek için yeterli ve belirgin bir iyi niyeti bulamadığımız Dünya ve ülke gerçekliği karşısında düşünce iklimimizi korkuyla donatıp elimizdeki en önemli değerler olan liberal hukuk düzeni ve demokrasiden taviz vermek zorunda değiliz elbet.
Gerçekten de korku değilse bile, nefret söyleminin içimizde yarattığı bulantı, liberal bir özgürlük tasarım ve inancımıza zarar verme tehlikesine sahip. Çünkü ifade özgürlüğünün belli bir ifade içeriği ile ilgili olarak sınırlandırılmasını savunmak, her şeyden önce sınırlama pratiğini genişletmek için fırsat kollayan özgürlük düşmanlarına yeni kapılar aralamak, vesileler sunmak anlamına gelecektir. Bu çalışma bu tür bir tehlikenin yarattığı baskı altında kaleme alındı.
Bu çerçevede, ele alacağımız konu bakımından görünüşte bir tolerans paradoksu ile karşı karşıyayız. Tolerans, toleransın düşmanlarına karşı da gösterilmeli midir? Hemen bütün büyük beşeri öğretilerin ve dinlerin buyurduğu ahlaki düsturlar kalpsizlere ve merhametsizlere karşı mücadele etmeyi, zebunun yanında olmayı bireye ve topluma ahlaki bir sorumluluk olarak yüklerken, bu paradoksun pek de çetin olmadığını düşünüyorum.
İnsanlığın daha düne kadar geçirdiği, yarın da geçirmemesi konusunda fazla bir umut ışığının henüz bulunmadığı korkunç ve kanlı deneyimler, tolerans düşmanlarına karşı en hafifinden temkinli olmayı bizlere öğretmiş bulunmaktadır. İnsanın dünyayı ve yaşamı algılamakta gösterdiği inanılmaz ölçekteki göreliliğin doğurduğu çatışmaların barışçı bir yoldan aşılmasının tek yolu en azından tolerans konusunda uzlaşmaktır.
Bu uzlaşı o kadar değerlidir ki, tarihin belli bir anında bu tür bir uzlaşıyı yakalamış bir toplumun başka bir zenginliğe ve nimete ihtiyacı yoktur. Böyle bir toplum edindiği bu değeri korumak için gereken her türlü tedbiri almak zorunda olmalıdır. Bu insancıl bir istektir. Bu çerçevede nefret söylemine de tolerans gösterilmesi gerektiğini özgürlük adına savunanlar bunun aksini savunanlardan daha insancıl değildir.