#smrgKİTABEVİ İlk Çağlardan Günümüze Türkler, Kürtler, İranlılar - 2010
Bir ırk ya da bir tip topluluğu kendini daha uygar gösteremez. Çünkü bütün insan grupları kendilerini ehlileştirmede ve uygarlığı yaratmada aynı potansiyele sahiptirler. Bütün insan gruplarının uygarlığı yaratmada eşit görülmelerine karşın, tek tek insana kalıtım yoluyla zekâ yeteneği geçer. İnsanda kalıtımla geçen farklı zekâ yeteneği, beraberinde toplumdaki farklılıkları getirir.
Bugün her ne kadar sosyal bilimciler "ırk" kavramını pek sevimli bulmuyor olsalar da, XIX. yüzyılın ikinci yarısından XX. yüzyılın son çeyreğine dek bu durum hiç de böyle değildi. Yakın zamana dek "ırk" kavramı, yeryüzünde yaşayan insan topluluklarını sınıflandırmak, adlandırmak veya araştırmak üzre sıklıkla ve çoğunlukla hoyratça başvurulan bir kavram olageldi. Bugün ise gerek sosyal bilimler literatüründe, gerekse de gündelik dilde bu kavramın eskisi kadar güvenilir olmadığı yolunda genel bir uzlaşının oluştuğundan söz edebiliriz. İnsan topluluklarını fiziksel özelliklere dayalı olarak sınıflandırmanın toptancı ve sağlıksız bir inceleme biçimi oluşu bir yana, yeryüzüne "ırk" gibi statik bir çerçeveden bakan zihniyetin ne denli korkunç sonuçlara yol açabileceğinide artık iyi biliyoruz: XX. yüzyıldan bugüne dek gerçekleşen soykırımlar, işte bu sonuçların en acı verici olanlarından sayılmalıdır...
XX. yüzyılın ilk çeyreğinde Avrupa'daki antropoloji kürsülerinde hızla popüler hale gelen "ırk araştırmaları" disiplinine, Weimar Almanyası Üniversitelerinin önemli katkılar sunmuş olması şaşırtıcı olmasa gerek. Nitekim, Weimar dönemini takip eden Nazi almanyası'nda bu araştırma çabaları, devlet kurumu çatısı altında bir araya gelebilmiştir. Irk araştırmaları disiplinin Almanya'da gelişmesi için uğraş veren en önemli antrepologlardan biri de, elinizdeki kitabın yazarı Prof. Egon von Eickstedt'dir. 1931-1945 yılları arasında Breslau Üniversitesi'ndeki araştırma enstitüsünün yöneticiliğini yapan von Eickstedt (1892-1965), Nazilerin yenilgisinin ardından müttefik kuvvetlere tutuklanmış ve bir yıl sonra serbest bırakılmıştır. Bu döneme dek ırk araştırmaları alanındaki çalışmalarıyla Nazi ırkçılığına yol göstermiş önemli figürler arasında yer alan von Eickstedt, savaştan sonra, hayata veda edeceği 1965 yılına dek çalışmalarını daha az politik, fakat daha çok akademik bir çizgide sürdürmüştür.
Elinizdeki kitap, yazarın 1956 yılında Ortadoğu'ya yaptığı araştırma seyahatinin ürünü olan ve 1961'de yayınlanan monografisidir. Yazar bu seyahate, Ortadoğu'nun üç yerleşik halkı olarak Türklerin, Kürtlerin ve İranlıların ilkçağlara uzanan ırksal kökenlerini araştırmak üzere çıkmıştır. Bu üç halkın, halihazırda yaşadıkları coğrafi alan üzerinde daha önce yerleşik bulunan uygarlıklarla aralarındaki ilişkileri yerinde gözlem metoduyla araştıran von Eickstedt, bu araştırmadan elde ettiği bulguları farklı disiplinlerden elde ettiği bilgilerle sentezlemiştir. elinizdeki çalışma, Alman antropoliji geleneğinin Kürtlerle ilgili yaptığı tarihsel nitelikteki araştırmalardan biri oluşunun yanı sıra, ırksallaştırıcı bakış açısının Kürt kimliğinin biçimlenişindeki rolünü hatırlatması bakımından da ayrıca okunmaya değer.
Bir ırk ya da bir tip topluluğu kendini daha uygar gösteremez. Çünkü bütün insan grupları kendilerini ehlileştirmede ve uygarlığı yaratmada aynı potansiyele sahiptirler. Bütün insan gruplarının uygarlığı yaratmada eşit görülmelerine karşın, tek tek insana kalıtım yoluyla zekâ yeteneği geçer. İnsanda kalıtımla geçen farklı zekâ yeteneği, beraberinde toplumdaki farklılıkları getirir.
Bugün her ne kadar sosyal bilimciler "ırk" kavramını pek sevimli bulmuyor olsalar da, XIX. yüzyılın ikinci yarısından XX. yüzyılın son çeyreğine dek bu durum hiç de böyle değildi. Yakın zamana dek "ırk" kavramı, yeryüzünde yaşayan insan topluluklarını sınıflandırmak, adlandırmak veya araştırmak üzre sıklıkla ve çoğunlukla hoyratça başvurulan bir kavram olageldi. Bugün ise gerek sosyal bilimler literatüründe, gerekse de gündelik dilde bu kavramın eskisi kadar güvenilir olmadığı yolunda genel bir uzlaşının oluştuğundan söz edebiliriz. İnsan topluluklarını fiziksel özelliklere dayalı olarak sınıflandırmanın toptancı ve sağlıksız bir inceleme biçimi oluşu bir yana, yeryüzüne "ırk" gibi statik bir çerçeveden bakan zihniyetin ne denli korkunç sonuçlara yol açabileceğinide artık iyi biliyoruz: XX. yüzyıldan bugüne dek gerçekleşen soykırımlar, işte bu sonuçların en acı verici olanlarından sayılmalıdır...
XX. yüzyılın ilk çeyreğinde Avrupa'daki antropoloji kürsülerinde hızla popüler hale gelen "ırk araştırmaları" disiplinine, Weimar Almanyası Üniversitelerinin önemli katkılar sunmuş olması şaşırtıcı olmasa gerek. Nitekim, Weimar dönemini takip eden Nazi almanyası'nda bu araştırma çabaları, devlet kurumu çatısı altında bir araya gelebilmiştir. Irk araştırmaları disiplinin Almanya'da gelişmesi için uğraş veren en önemli antrepologlardan biri de, elinizdeki kitabın yazarı Prof. Egon von Eickstedt'dir. 1931-1945 yılları arasında Breslau Üniversitesi'ndeki araştırma enstitüsünün yöneticiliğini yapan von Eickstedt (1892-1965), Nazilerin yenilgisinin ardından müttefik kuvvetlere tutuklanmış ve bir yıl sonra serbest bırakılmıştır. Bu döneme dek ırk araştırmaları alanındaki çalışmalarıyla Nazi ırkçılığına yol göstermiş önemli figürler arasında yer alan von Eickstedt, savaştan sonra, hayata veda edeceği 1965 yılına dek çalışmalarını daha az politik, fakat daha çok akademik bir çizgide sürdürmüştür.
Elinizdeki kitap, yazarın 1956 yılında Ortadoğu'ya yaptığı araştırma seyahatinin ürünü olan ve 1961'de yayınlanan monografisidir. Yazar bu seyahate, Ortadoğu'nun üç yerleşik halkı olarak Türklerin, Kürtlerin ve İranlıların ilkçağlara uzanan ırksal kökenlerini araştırmak üzere çıkmıştır. Bu üç halkın, halihazırda yaşadıkları coğrafi alan üzerinde daha önce yerleşik bulunan uygarlıklarla aralarındaki ilişkileri yerinde gözlem metoduyla araştıran von Eickstedt, bu araştırmadan elde ettiği bulguları farklı disiplinlerden elde ettiği bilgilerle sentezlemiştir. elinizdeki çalışma, Alman antropoliji geleneğinin Kürtlerle ilgili yaptığı tarihsel nitelikteki araştırmalardan biri oluşunun yanı sıra, ırksallaştırıcı bakış açısının Kürt kimliğinin biçimlenişindeki rolünü hatırlatması bakımından da ayrıca okunmaya değer.