#smrgKİTABEVİ İslam Su Medeniyeti ve Konya Suları - 2005

Kondisyon:
Yeni
ISBN-10:
9759509776
Stok Kodu:
1199062558
Boyut:
14x20
Sayfa Sayısı:
234 s.
Basım Yeri:
Konya
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2005
Kapak Türü:
Ciltli
Kağıt Türü:
1. Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
0,00
1199062558
448502
İslam Su Medeniyeti ve Konya Suları -        2005
İslam Su Medeniyeti ve Konya Suları - 2005 #smrgKİTABEVİ
0.00
Bilindiği üzere su hayatın esas kaynağı olup, suyun tarihi insanoğlunun hayatı ile özdeşleşen medeniyetin de tarihidir. İşte bu yüzden denilebilir ki; suya yönelen ilgi, tarih boyunca hep insanoğlunun üretken yönünü ifade etmiş ve medeniyet çizgisinin en değerli eserlerinin ilham kaynağı olmuştur. Bu sebepledir ki “Su gibi aziz” deyişiyle en veciz şekilde ifadesini bulan su, medeniyetimizin bir çok bakımdan merkezine oturmuştur. O halde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, biyolojik hayatın başlangıcı ve canlıların yaşaması için şart olan su, insanoğlu tarafından çok eski devirlerden beri kutsal bir varlık olarak addedilmiştir. Dinlerin ortaya çıkması ile birlikte, muhtelif tanrılar, tanrıçalar, yarı tanrılar mukaddes varlıklar şeklinde şahıslaştırılan suyun, hayat, şifa, bereket, kuvvet, güzellik, ve zevk verici hassalarını sembolleştirilen eserler, abideler yapılmıştır.

Arkeolojik tetkiklerden anlaşıldığına göre; yeryüzüne düşen kar ve yağmur sularını sarnıç ve depolarda, mevcut akarsuları bentlerde toplamak, toplanan suları uygun meyillerle kanallar veya tüneller içinde, kemerler üzerinde belli yerlere sevk etmek; şehirlere gelen suları mahzenlerden maslaklardan, gereğince terazilerden geçirerek çeşitli yerlere dağıtmak; şehirlerde havuzlar, şadırvanlar, çeşmeler yapmak; alçak seviyedeki zemin sularını dolaplarla yükseklere çıkarmak; yer altı sularından istifade için kuyular açmak gibi çeşitli tesisler Anadolu'da oldukça eski devirlerden beri düşünülmüş ve tatbik edilmişlerdir.

Şunu da belirtmek lazım gerekirse, yaşayan her şeyin sudan yaratılmış olduğu gerçeği sebebiyle hayatın devamı için su, bütün canlıların ihtiyaç duyduğu temel maddedir. Susuz bir hayat düşülemeyeceğinden insanlar barınakları yanında suyun mevcut olmasına özen göstermişlerdir. Evlerini suya yakın yerlerde inşa etmişlerdir. Köy kasaba ve şehirlerin sularının temin edilmesi ve bu tesislerin korunması insan topluluklarını ve bu toplulukları yönetenlerin çok eski çağlardan beri çözmeleri gereken bir mesele olmuştur. İşte bu yüzden yerleşim merkezlerini bir akar veya durgun su kenarına kurmak, eski toplulukların su temini için bulduğu en kolay çare olmuştur. Nitekim Anadolu'nun en eski iskan merkezlerinin, bu düşünce ile mecbur kalınmadıkça genellikle bir akar su veya durgun su kenarına tesis olunduğu görülmektedir. Ancak emniyet mülahazası ile ulaşımı düşmanlar için nispeten güç, sarp ve yüksek yerlere yerleşmek zorunda kalan toplumlar ise su temini için en yakın kaynak veya menbadan faydalanmak zorunda kalmışlardır. İşte bu mecburiyet insanları, su temini için en basit şeklinde sarnıçlar, kuyular veya su yolları tesis etmek suretiyle bazı tedbirler almaya sevk etmiştir. Zamanla medeniyet seviyeleri yükselen topluluklarda, ilkel tedbirlerin kifayetsiz kalması karşısında, mevcut tabii imkanlarla tecrübe ve ilgiye dayanan yeni hal çareleri araştırıldığı ve neticede,sosyal gelişmeye, ekonomik refaha, ve siyasi üstünlüğe paralel ileri bir su medeniyetinin ortaya çıktığı görülmektedir.

Bu bağlamda Osmanlı medeniyetini tam anlamıyla bir “su medeniyeti” olarak nitelendirebiliriz. Tarihte hiçbir medeniyet çizgisinde suya bu kadar ehemmiyet izafe edilmemiştir. Osmanlı devleti hem onu cihanşümul yapan değerler cihetiyle, hem de bu değerlerin mücessem hale dönüştüğü maddi medeniyet unsurları bakımından, suya büyük bir ehemmiyet vermiştir. Bilindiği üzere geleneksel medeniyetlerde su, içerisinde mistik bir arıtma ve temizleme gücü barındıran saflığın, sadeliğin, bilgeliğin sembolüdür. Osmanlı su medeniyetinde ise bu saydıklarımızın yanında su, kullanılan tüketilen bir sıvı değil aynı zamanda çeşmeler, sebiller, selsebiller, fıskiyeli havuzlar, suluklar, şadırvanlar, sarnıçlar, kuyular, hamamlar ve köprülerle vs. ile şehrin içerisinde tabiatın hareketli ve hür havasını getiren bir temaşa unsurudur.

Su medeniyeti derken muhakkak ki bu medeniyeti inşa eden suyu tanımak gerekir. Su hayat hakkıdır, hayata dairdir, hayatın kendisidir. Canlı olan her şeyi sudan yarattık ayetiyle bu hakikat nas haline gelmiştir. Bir çakıl taşı kadar sert ve kurumuş tohumlardan mucizevi bir şekilde yeşil sürgünler fışkırtan güç suyun harikulade mucizesidir.

Su ile hayat arasında ilahi ilgiyi işaret eden Kur'an hükmü Müslüman'ı da suyun bir zerresi ile deryası karşısında aynı derecede edepli olmaya sevk etmektedir.

Türkler tarafında fethine kadar, Anadolu'da tarih öncesi devirlerden antik devir sonuna kadar farklı toplumlar tarafından inşa edilmiş pek çok su yolu, su köprüsü, kuyu, sarnıç, bent, maksem, çeşme, havuz, şadırvan, hamam vb. biliyoruz. Selçuklulardan başlayarak Osmanlı dönemine kadar olan sürede de, daha önce var olan bazı su tesislerinden faydalanmaya devam edilirken harap durumdakiler de tamir ve ilavelerle tekrar kullanılmaya çalışılmıştır.

Şunu da önemle belirtmek lazımdır ki; İslam dünyasının her kesiminde Müslümanlar hazır buldukları sulama tekniklerine mirasçı olmuşlardır. Eski su tesislerinin bazılarını aynen devam ettirip kullanırken, bazıların da değiştirip geliştirmişlerdir. Hazır buldukları ve geliştirdikleri teknikleri gittikleri yerlerdeki yerel deneyimlerle birleştirerek mükemmel bir su medeniyeti oluşturmuşlardır. Gerçekten Konya'da da aynı oluşum gözlenebilmektedir. Gerek yazılı kaynaklar ve efsaneler, gerekse günümüze gelebilmiş mimari parçalar Konya'nın İslam öncesi şehir dokusuna,dolayısıyla da su iletim sistemine ait bazı tahminlerde bulunmayı imkan dahiline kılmaktadır. Bu tahminler arasında en önemlisi, Konya'da eskiden beri kanat/kanallar vasıtası ile suyun ulaştırılması sisteminin var olabileceği üzerindedir. Kaldı ki Selçuklular'ın Konya'yı başkent seçmesinin sebeplerinden biri; XIII. yüzyılda birdenbire ortaya çıkmış gibi görünen ve Selçuklulara mal edilen sulama kanallarının varlığıdır. Anadolu'da Urartular zamanından beri iyi bilinen ve kullanılan sulama kanalları Konya'nın İslam öncesi su iletim sisteminde önemli bir yer tutuyor olması mümkündür. Ama sulama kanallarının çoğaltılıp, mal edilmesi Selçuklular zamanında olmuştur.

Demek oluyor ki Selçuklular fethedince doğal olarak kendilerinden önce inşa edilmiş, kullanılır durumda hazır buldukları su kanalları sistemini ilk önceleri aynen kullanmışlar, daha sonraları Fahrettin Ali bu sisteme kendi adıyla anılan bir kanal eklemiş ve tüm sistemi belli bir esasa bağlamıştır. Bu su dağılım esası cumhuriyet devrine kadar “Sahip Su Cetvelleri” adı ile anılmış ve kullanılmıştır. Ayrıca bu ırmaklardan bazıları günümüze kadar gelebilmiştir.

Bazı kanallar ise 1967 senesinde AltınApa Barajı'nın su tutması nedeniyle Devlet Demir Yolları'nın doğusunu geçemez olmuş ve kapamıştır.Şunu da bilmek lazımdır ki Konya'da Selçuklular zamanında kanallar vasıtasıyla şehrin hem içme ve kullanma suyunun sağlanmasının, hem de civar bağ ve bahçelerin sulanmasının yanı sıra dağlardaki kaynaklardan getirilen sular, Altun Kapak namında var olduğu sayılan bir bend vasıtasıyla toplanmış, oradan künkler vasıtasıyla Havuzlu Han gibi çok geniş hazneli depolarda biriktirilerek, künkler vasıtasıyla şehir içindeki çeşmeler ile han, hamam, medrese ve saray gibi yapılara dağıtılmıştır.

Bilindiği üzere su hayatın esas kaynağı olup, suyun tarihi insanoğlunun hayatı ile özdeşleşen medeniyetin de tarihidir. İşte bu yüzden denilebilir ki; suya yönelen ilgi, tarih boyunca hep insanoğlunun üretken yönünü ifade etmiş ve medeniyet çizgisinin en değerli eserlerinin ilham kaynağı olmuştur. Bu sebepledir ki “Su gibi aziz” deyişiyle en veciz şekilde ifadesini bulan su, medeniyetimizin bir çok bakımdan merkezine oturmuştur. O halde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, biyolojik hayatın başlangıcı ve canlıların yaşaması için şart olan su, insanoğlu tarafından çok eski devirlerden beri kutsal bir varlık olarak addedilmiştir. Dinlerin ortaya çıkması ile birlikte, muhtelif tanrılar, tanrıçalar, yarı tanrılar mukaddes varlıklar şeklinde şahıslaştırılan suyun, hayat, şifa, bereket, kuvvet, güzellik, ve zevk verici hassalarını sembolleştirilen eserler, abideler yapılmıştır.

Arkeolojik tetkiklerden anlaşıldığına göre; yeryüzüne düşen kar ve yağmur sularını sarnıç ve depolarda, mevcut akarsuları bentlerde toplamak, toplanan suları uygun meyillerle kanallar veya tüneller içinde, kemerler üzerinde belli yerlere sevk etmek; şehirlere gelen suları mahzenlerden maslaklardan, gereğince terazilerden geçirerek çeşitli yerlere dağıtmak; şehirlerde havuzlar, şadırvanlar, çeşmeler yapmak; alçak seviyedeki zemin sularını dolaplarla yükseklere çıkarmak; yer altı sularından istifade için kuyular açmak gibi çeşitli tesisler Anadolu'da oldukça eski devirlerden beri düşünülmüş ve tatbik edilmişlerdir.

Şunu da belirtmek lazım gerekirse, yaşayan her şeyin sudan yaratılmış olduğu gerçeği sebebiyle hayatın devamı için su, bütün canlıların ihtiyaç duyduğu temel maddedir. Susuz bir hayat düşülemeyeceğinden insanlar barınakları yanında suyun mevcut olmasına özen göstermişlerdir. Evlerini suya yakın yerlerde inşa etmişlerdir. Köy kasaba ve şehirlerin sularının temin edilmesi ve bu tesislerin korunması insan topluluklarını ve bu toplulukları yönetenlerin çok eski çağlardan beri çözmeleri gereken bir mesele olmuştur. İşte bu yüzden yerleşim merkezlerini bir akar veya durgun su kenarına kurmak, eski toplulukların su temini için bulduğu en kolay çare olmuştur. Nitekim Anadolu'nun en eski iskan merkezlerinin, bu düşünce ile mecbur kalınmadıkça genellikle bir akar su veya durgun su kenarına tesis olunduğu görülmektedir. Ancak emniyet mülahazası ile ulaşımı düşmanlar için nispeten güç, sarp ve yüksek yerlere yerleşmek zorunda kalan toplumlar ise su temini için en yakın kaynak veya menbadan faydalanmak zorunda kalmışlardır. İşte bu mecburiyet insanları, su temini için en basit şeklinde sarnıçlar, kuyular veya su yolları tesis etmek suretiyle bazı tedbirler almaya sevk etmiştir. Zamanla medeniyet seviyeleri yükselen topluluklarda, ilkel tedbirlerin kifayetsiz kalması karşısında, mevcut tabii imkanlarla tecrübe ve ilgiye dayanan yeni hal çareleri araştırıldığı ve neticede,sosyal gelişmeye, ekonomik refaha, ve siyasi üstünlüğe paralel ileri bir su medeniyetinin ortaya çıktığı görülmektedir.

Bu bağlamda Osmanlı medeniyetini tam anlamıyla bir “su medeniyeti” olarak nitelendirebiliriz. Tarihte hiçbir medeniyet çizgisinde suya bu kadar ehemmiyet izafe edilmemiştir. Osmanlı devleti hem onu cihanşümul yapan değerler cihetiyle, hem de bu değerlerin mücessem hale dönüştüğü maddi medeniyet unsurları bakımından, suya büyük bir ehemmiyet vermiştir. Bilindiği üzere geleneksel medeniyetlerde su, içerisinde mistik bir arıtma ve temizleme gücü barındıran saflığın, sadeliğin, bilgeliğin sembolüdür. Osmanlı su medeniyetinde ise bu saydıklarımızın yanında su, kullanılan tüketilen bir sıvı değil aynı zamanda çeşmeler, sebiller, selsebiller, fıskiyeli havuzlar, suluklar, şadırvanlar, sarnıçlar, kuyular, hamamlar ve köprülerle vs. ile şehrin içerisinde tabiatın hareketli ve hür havasını getiren bir temaşa unsurudur.

Su medeniyeti derken muhakkak ki bu medeniyeti inşa eden suyu tanımak gerekir. Su hayat hakkıdır, hayata dairdir, hayatın kendisidir. Canlı olan her şeyi sudan yarattık ayetiyle bu hakikat nas haline gelmiştir. Bir çakıl taşı kadar sert ve kurumuş tohumlardan mucizevi bir şekilde yeşil sürgünler fışkırtan güç suyun harikulade mucizesidir.

Su ile hayat arasında ilahi ilgiyi işaret eden Kur'an hükmü Müslüman'ı da suyun bir zerresi ile deryası karşısında aynı derecede edepli olmaya sevk etmektedir.

Türkler tarafında fethine kadar, Anadolu'da tarih öncesi devirlerden antik devir sonuna kadar farklı toplumlar tarafından inşa edilmiş pek çok su yolu, su köprüsü, kuyu, sarnıç, bent, maksem, çeşme, havuz, şadırvan, hamam vb. biliyoruz. Selçuklulardan başlayarak Osmanlı dönemine kadar olan sürede de, daha önce var olan bazı su tesislerinden faydalanmaya devam edilirken harap durumdakiler de tamir ve ilavelerle tekrar kullanılmaya çalışılmıştır.

Şunu da önemle belirtmek lazımdır ki; İslam dünyasının her kesiminde Müslümanlar hazır buldukları sulama tekniklerine mirasçı olmuşlardır. Eski su tesislerinin bazılarını aynen devam ettirip kullanırken, bazıların da değiştirip geliştirmişlerdir. Hazır buldukları ve geliştirdikleri teknikleri gittikleri yerlerdeki yerel deneyimlerle birleştirerek mükemmel bir su medeniyeti oluşturmuşlardır. Gerçekten Konya'da da aynı oluşum gözlenebilmektedir. Gerek yazılı kaynaklar ve efsaneler, gerekse günümüze gelebilmiş mimari parçalar Konya'nın İslam öncesi şehir dokusuna,dolayısıyla da su iletim sistemine ait bazı tahminlerde bulunmayı imkan dahiline kılmaktadır. Bu tahminler arasında en önemlisi, Konya'da eskiden beri kanat/kanallar vasıtası ile suyun ulaştırılması sisteminin var olabileceği üzerindedir. Kaldı ki Selçuklular'ın Konya'yı başkent seçmesinin sebeplerinden biri; XIII. yüzyılda birdenbire ortaya çıkmış gibi görünen ve Selçuklulara mal edilen sulama kanallarının varlığıdır. Anadolu'da Urartular zamanından beri iyi bilinen ve kullanılan sulama kanalları Konya'nın İslam öncesi su iletim sisteminde önemli bir yer tutuyor olması mümkündür. Ama sulama kanallarının çoğaltılıp, mal edilmesi Selçuklular zamanında olmuştur.

Demek oluyor ki Selçuklular fethedince doğal olarak kendilerinden önce inşa edilmiş, kullanılır durumda hazır buldukları su kanalları sistemini ilk önceleri aynen kullanmışlar, daha sonraları Fahrettin Ali bu sisteme kendi adıyla anılan bir kanal eklemiş ve tüm sistemi belli bir esasa bağlamıştır. Bu su dağılım esası cumhuriyet devrine kadar “Sahip Su Cetvelleri” adı ile anılmış ve kullanılmıştır. Ayrıca bu ırmaklardan bazıları günümüze kadar gelebilmiştir.

Bazı kanallar ise 1967 senesinde AltınApa Barajı'nın su tutması nedeniyle Devlet Demir Yolları'nın doğusunu geçemez olmuş ve kapamıştır.Şunu da bilmek lazımdır ki Konya'da Selçuklular zamanında kanallar vasıtasıyla şehrin hem içme ve kullanma suyunun sağlanmasının, hem de civar bağ ve bahçelerin sulanmasının yanı sıra dağlardaki kaynaklardan getirilen sular, Altun Kapak namında var olduğu sayılan bir bend vasıtasıyla toplanmış, oradan künkler vasıtasıyla Havuzlu Han gibi çok geniş hazneli depolarda biriktirilerek, künkler vasıtasıyla şehir içindeki çeşmeler ile han, hamam, medrese ve saray gibi yapılara dağıtılmıştır.

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat