Bir ara İstanbul'un sokak tabelalarına takmıştım kafayı. Başıboş bir umursamazlıkla “Bilezikçi Sokak”, “Sarıgül Sokak” yazan sokak tabelalarına. Bu yanlış tamlamalar kentin dört bir yanında tamlanır dururdu.
Sonra imdadıma Bülent Erkmen'le Aykut Köksal yetiştiler. İstanbul'un tüm sokak tabelalarını yeniden tasarladılar; bu arada, yanlış tamlamalar düzelmiş oldu: “Bilezikçi Sokağı”, “Sarıgül Sokağı”...
Nereden aklıma geldi? İstanbul Hepimizin Girişimi'nin yayımladığı “İstanbul Hiçbirimizin!” adlı kitaptan. Daha doğrusu, kitaptaki iki fotoğraftan. Handenaz Bilgi'nin fotoğrafında, kocaman bir sokak tabelası: “Hoşsohbet Sokağı.” Şule Bahar'ın fotoğrafında da, duvarda “Kılıç Ali Paşa Mescidi Sokağı” yazısı okunuyor. “İstanbul Hiçbirimizin: Hepimizin Gözünden” kitabının doğuş öyküsünde, İstanbul'u İstanbul gibi, kenti kent gibi yaşamak isteyenlerin dillerinden dökülen sözleri okuyoruz: “
O halde, hepimizden hiçbirimize götüren nedir bu süreçte? İstanbullu olarak her sabah uyandığımızda, herbirimizden alınan, çalınan, satılanlar, har vurup harman savrulanlar, indirilen tepelerimiz, doldurulan denizlerimiz, sokağa atılan bakkalımız, çürümeye terk edilen vapurumuz, düdüğü kesilen trenimiz, gasp edilen kaldırımımız, [Haber görseli]‘harfiyat' yazan hafriyat kamponları arasında kaybolan nefesimiz, topsuz kalan çocuklarımız, ağaç gölgesinden mahrum yaşlılarımız ve bitmeyen vinçlerimiz arasında boğulan sevinçlerimiz...”
İstanbul Hepimizin Girişimi sormuş “Neyi kaybetmek istemiyorsun İstanbul'da?” diye ve “Çek ve yolla” demiş. Binlerce fotoğraf gelmiş. Seçici kurul üyeleri İpek Akpınar, Levent Erden, Murat Germen, Selva Gürdoğan önce aralarından yüz fotoğrafı bu kitap için seçmiş, sonra da Engin Ünal, Elvan Erdin ve İhsan İlze'nin çektiklerine ödül vermiş.
İhsan İlze, Derya Yüksel, Aslı Kurnaz ve Levent Türkan'ın fotoğrafları da, yitip gitmekte olan İstanbul'un en usta saptayıcısı Ara Güler'in özel seçkisine girmiş. Kitabın tasarımına bir başka usta, Bülent Erkmen mührünü basmış. Fotoğrafların kısa, ama anlamlı metinlerine inceliklerin yazarı Gündüz Vassaf imza atmış. “İstanbul Hiçbirimizin”, İstanbul'u yitirmek istemeyenlerin imecesinden doğmuş bir kitap...
Kitaptaki fotoğraflar, “Değişen İstanbul'da sen neyi kaybetmek istemiyorsun” sorusunun yanıtları...
Fotoğraflara bakarken, ta ortaçağdan bir ses, Aziz Augustinus'un sesi çınlıyor kulağımda: “Her kent yaşayan bir bedendir.” Augustinus'un sesini Shakespeare çoğaltıyor: “Kent dediğin, insanlardan başka nedir ki?”
Sonra, Paris'te eski bir evde otururken çileği kokulu İstanbul'u, eline yapışan sardalyanın pullarını anımsamadan edemeyen Melih Cevdet geliyor aklıma. Ama birden Can Yücel beliriyor karşımda: “Öyle güzel bir İstanbul ki efendim / Can çıkıyor can sıkıntısından.”
Sonra dayanamıyor, noktayı koyuyor:
“Hani nerde o İstanbul?
Nassı koymuşlar ki ona,
İstanbul'u kodunsa bul!”
Yine de o kadar karamsar olmayalım derim. Onat Kutlar'ın dizeleri, Gezi Direnişi'nin gençlerinden esinlenmiş sanki:
“Her zaman genç gözlerinde gülüyor
Şu kocamış ve yorgun İstanbul
Gene de yaşıyor ve sırlı aynasında
Bana gösteriyor senin yüzünü...”
CELAL ÜSTER
Bir ara İstanbul'un sokak tabelalarına takmıştım kafayı. Başıboş bir umursamazlıkla “Bilezikçi Sokak”, “Sarıgül Sokak” yazan sokak tabelalarına. Bu yanlış tamlamalar kentin dört bir yanında tamlanır dururdu.
Sonra imdadıma Bülent Erkmen'le Aykut Köksal yetiştiler. İstanbul'un tüm sokak tabelalarını yeniden tasarladılar; bu arada, yanlış tamlamalar düzelmiş oldu: “Bilezikçi Sokağı”, “Sarıgül Sokağı”...
Nereden aklıma geldi? İstanbul Hepimizin Girişimi'nin yayımladığı “İstanbul Hiçbirimizin!” adlı kitaptan. Daha doğrusu, kitaptaki iki fotoğraftan. Handenaz Bilgi'nin fotoğrafında, kocaman bir sokak tabelası: “Hoşsohbet Sokağı.” Şule Bahar'ın fotoğrafında da, duvarda “Kılıç Ali Paşa Mescidi Sokağı” yazısı okunuyor. “İstanbul Hiçbirimizin: Hepimizin Gözünden” kitabının doğuş öyküsünde, İstanbul'u İstanbul gibi, kenti kent gibi yaşamak isteyenlerin dillerinden dökülen sözleri okuyoruz: “
O halde, hepimizden hiçbirimize götüren nedir bu süreçte? İstanbullu olarak her sabah uyandığımızda, herbirimizden alınan, çalınan, satılanlar, har vurup harman savrulanlar, indirilen tepelerimiz, doldurulan denizlerimiz, sokağa atılan bakkalımız, çürümeye terk edilen vapurumuz, düdüğü kesilen trenimiz, gasp edilen kaldırımımız, [Haber görseli]‘harfiyat' yazan hafriyat kamponları arasında kaybolan nefesimiz, topsuz kalan çocuklarımız, ağaç gölgesinden mahrum yaşlılarımız ve bitmeyen vinçlerimiz arasında boğulan sevinçlerimiz...”
İstanbul Hepimizin Girişimi sormuş “Neyi kaybetmek istemiyorsun İstanbul'da?” diye ve “Çek ve yolla” demiş. Binlerce fotoğraf gelmiş. Seçici kurul üyeleri İpek Akpınar, Levent Erden, Murat Germen, Selva Gürdoğan önce aralarından yüz fotoğrafı bu kitap için seçmiş, sonra da Engin Ünal, Elvan Erdin ve İhsan İlze'nin çektiklerine ödül vermiş.
İhsan İlze, Derya Yüksel, Aslı Kurnaz ve Levent Türkan'ın fotoğrafları da, yitip gitmekte olan İstanbul'un en usta saptayıcısı Ara Güler'in özel seçkisine girmiş. Kitabın tasarımına bir başka usta, Bülent Erkmen mührünü basmış. Fotoğrafların kısa, ama anlamlı metinlerine inceliklerin yazarı Gündüz Vassaf imza atmış. “İstanbul Hiçbirimizin”, İstanbul'u yitirmek istemeyenlerin imecesinden doğmuş bir kitap...
Kitaptaki fotoğraflar, “Değişen İstanbul'da sen neyi kaybetmek istemiyorsun” sorusunun yanıtları...
Fotoğraflara bakarken, ta ortaçağdan bir ses, Aziz Augustinus'un sesi çınlıyor kulağımda: “Her kent yaşayan bir bedendir.” Augustinus'un sesini Shakespeare çoğaltıyor: “Kent dediğin, insanlardan başka nedir ki?”
Sonra, Paris'te eski bir evde otururken çileği kokulu İstanbul'u, eline yapışan sardalyanın pullarını anımsamadan edemeyen Melih Cevdet geliyor aklıma. Ama birden Can Yücel beliriyor karşımda: “Öyle güzel bir İstanbul ki efendim / Can çıkıyor can sıkıntısından.”
Sonra dayanamıyor, noktayı koyuyor:
“Hani nerde o İstanbul?
Nassı koymuşlar ki ona,
İstanbul'u kodunsa bul!”
Yine de o kadar karamsar olmayalım derim. Onat Kutlar'ın dizeleri, Gezi Direnişi'nin gençlerinden esinlenmiş sanki:
“Her zaman genç gözlerinde gülüyor
Şu kocamış ve yorgun İstanbul
Gene de yaşıyor ve sırlı aynasında
Bana gösteriyor senin yüzünü...”
CELAL ÜSTER