Jacques Rancière'in estetik, siyaset ve tarih okumalarını kat eden bu fikrin temas ettiği her kavram şimdi soybilimsel güçlerle birleşerek başka bir düşünme ve eyleme sahasına çağırıyor bizleri. Burada bakış açısında büyük bir değişim söz konusu. Kim ve ne olduğumuza dair düşünce çabasını kim ve ne olabileceğimize bağlayan bir değişim. Egemenlerin belirlediği düşünme ve eyleme kalıplarına bir itiraz ve dahası hayatlarımıza gömülü hiyerarşik anlatıları içeriden infilak ettirme olanağını üreten bir müdahale var karşımızda.
Jacques Rancière'le birlikte bu müdahalenin uzamının epistemolojiden estetiğe, siyaset teorisinden felsefe tarihi okumalarına dek genişlediğini görüyoruz. Filozof ve Yoksulları'nda zamanın ve uğraşların bölüşüm mantığını sorunsallaştıran bu müdahaleler dizisi, ezilenlerin, düşünme etkinliğinden dışlanmasına dayalı anlatıları nasıl tersine çevirebileceğimizin ipuçlarını veriyor. Ezilenler kendi yer ve zamanlarından, kendilerine biçilen rollerden çıkmaya cüret ettiklerinde meydana gelen düşünme ve eyleme kudretlerinin izleri sürülüyor. Pedagoji içerisinde oluşan bilgi hiyerarşisinin pratik olarak nasıl kırıldığını gösteren Cahil Hoca, zihinsel özgürleşmenin irade ile zekâ arasındaki ittifak üzerinden gelişebileceğini öne sürüyor. Joseph Jacotot adıyla kutsanan bir zihinsel özgürleşme pratiği içerinde eşitlik önermesinin bizlerden sökülüp alınamayan bir irade önermesi olduğu ortaya koyuluyor.
Siyaset Üzerine On Tez, bir yandan arkhe mantığına dayalı her siyaset fikrinin ardındaki paradoksal öğeleri toplarken diğer yandan da bizlere yönetilemeyen ve herhangi bir yönetimin ilkesi olmayan bir demos imgesi sunuyor. Ne yönetme ne de yönetilme yetkisi bulunan, hatta söz söyleme olanağı elinden alınmış demosun her iktidar pratiğinin hatta kendi egemenliğine dayalı bir iktidarın bile altını oyma kapasitesine nasıl sahip olabildiğini tartışan Demokrasi Nefreti, bir skandalı, "demokratik skandalı" gündemine alıyor. Siyaseti, estetiği ve tarihi dik kesen kurmacaların tam da kendi sınırlarındaki işlemlerini örtbas ederek kendilerini tam ve bütün olarak sunabildiklerini işleyen Kurmacanın Kıyıları, bize bir şeyin kendi olmayanla kurduğu eşitsiz ilişkinin izlerini sürmeye davet ediyor. Bilhassa sanat rejimleri içerisinde sanat ile sanatolmayanı ayıran sınırları bozmak için ortaya koyulan müdahalelerin tartışıldığı Görüntülerin Yazgısı ve Estetiğin Huzursuzluğu, müdahale dizilerini Jacques Rancière'in "duyulurun paylaşımı" adını verdiği işbölümü mantığının çözümlenmesine doğru ilerletiyor.
Şimdi estetiğin bir ortaklık fikrine, ortak olanın geri alınmasına yönelik bir ufka açıldığını görüyoruz. Özgürleşen Seyirci ile birlikte görüntü, söz ve davranışların duyumsanabilir uzamındaki hiyerarşik düzenlemelerin sorgulanması sonucunda seyirci özgürleşmesinin imkânlarıyla karşılaşıyoruz. Bu müdahale dizileri Uyuşmazlık: Politika ve Felsefe'de mutabakat düzlemlerine aykırı duyumsanabilir uyuşmazlık pratiklerini, Tarihin Adları'nda ise şeyler ile sözcükleri birbirine bağlayan tarih anlatılarının yarattığı kısırdöngülerin ötesine uzanan bir bilgi poetikasını kat ediyor. Jacques Rancière'in düşünce ve eyleme uzamını dışarı açma çabasının bu müdahale dizileriyle güçlenerek ilerlediğini görüyoruz.
Béla Tarr, Ertesi Zaman'da egemen anlatıların kurduğu lineer zaman dizilerinin dışında, hislerin yoğunlaştığı ve zamanın ufkuna açıklığın yerleştiği bir ertesi zaman kavramı buluyoruz. Ama yine de şu soru geliyor akla: Nedir tüm bu müdahaleler dizisinin anlamı ve biz bugün bunlara neden kulak verelim? Bu soruya gerçek bir yanıt verebileceğimize inanmamız için Jacques Rancière'in bizlere armağan ettiği eşitlik mefhumuna bir daha dönüyoruz burada. Her türlü simetrik işbölümü fikrinin sorgulandığı, düşünmenin ve eylemenin, tarihin kadim hiyerarşik anlatıları içerisinden çıkarılıp iradenin kudretine teslim edildiği, özgürleşme fikrinin eşitlik önermesiyle yeniden buluşturulduğu bir düşünce serüveni var karşımızda. Çünkü eşitlik bir aksiyomdur, hareket noktamızdır. Eşitliğin yaratıcı müdahalesine ihtiyacımız var.
Kampfplatz bu sayıda Jacques Rancière'in sunduğu müdahaleler dizisine odaklanıyor ve onun düşüncesini kavga alanında, hareket halinde anlamaya çalışıyor. Kavga alanı şimdi Jacques Rancière'in şiarıyla müdahalenin olumlayıcı anlamını keşfetmek üzere açılıyor: Bütün zekâlar eşittir.
Kampfplatz bu sayıda sinema bölümünde Bong Joonho'nun Parazit filmini gündemine alıyor. Sert bir eşitsizlik rejiminin hüküm sürdüğü, çok yüzlü sınıfsal karşıtlıkların derinleştiği günümüz dünyasına iki aile, iki mekân ve iki sınıfın bölünmüş dünyasından bakan film, bize bölünmenin mantığına dair ilginç gözlemler sunuyor. Arka planında bir savaş güncesini taşıyan filmin detaylarında birçok ipucu gizli. Bu sayıda detaylardaki ipuçlarını izlemeyi deniyoruz.
Son bir söz daha. Covid-19 pandemisi başladığından beri, gezegen, insan türü, toplum ve kapitalizm üzerine çok şey yazıldı, çok şey söylendi. Ancak henüz bitmemiş bir süreç hakkında söylenen her şey güncellenmeye ihtiyaç duyuyor bir diğer yandan. Belki de düşünme ve eyleme kuvvetlerimize, düşünme ve eyleme imkânlarımıza ne oldu diye sormak gerekir bu noktada. Sinizmin her yana yayıldığını görüyoruz. Bir yandan türün sonuna ilişkin eskatolojiler diğer yandan da apolitik gelecek tahayyülleri sarıyor etrafımızı. Tüm bunlar düşünme ile eylemenin organik bağını koparırken, düşüncenin müdahale imkânlarını da gölgeliyor. kampfplatz, bu gölgelemeye karşı bir hareketin peşinde. Bu çabasını güçlendirerek, ortak bir mekân ve zamanın, hiyerarşik olmayan yeni bir anlatının izinde ilerlemeyi deniyor. Kavga alanı terk edilmiş değil. Yeryüzüne inancımızı yeniden icat edeceğimiz bir kriz anındayız. Zekâlar eşit, kavga çetin. Bu kez şu hayırlı haberi duyurup ortak olan üzerindeki tahakkümü kırmanın imkânlarını aramaya çalışıyoruz. Eşitsizlik elçileri her zaman söylem alanını kendi mülkleri gördüler, şimdi hiç konuşması beklenmeyenler eşitlik sancağı altında birleşiyor.
Jacques Rancière'in estetik, siyaset ve tarih okumalarını kat eden bu fikrin temas ettiği her kavram şimdi soybilimsel güçlerle birleşerek başka bir düşünme ve eyleme sahasına çağırıyor bizleri. Burada bakış açısında büyük bir değişim söz konusu. Kim ve ne olduğumuza dair düşünce çabasını kim ve ne olabileceğimize bağlayan bir değişim. Egemenlerin belirlediği düşünme ve eyleme kalıplarına bir itiraz ve dahası hayatlarımıza gömülü hiyerarşik anlatıları içeriden infilak ettirme olanağını üreten bir müdahale var karşımızda.
Jacques Rancière'le birlikte bu müdahalenin uzamının epistemolojiden estetiğe, siyaset teorisinden felsefe tarihi okumalarına dek genişlediğini görüyoruz. Filozof ve Yoksulları'nda zamanın ve uğraşların bölüşüm mantığını sorunsallaştıran bu müdahaleler dizisi, ezilenlerin, düşünme etkinliğinden dışlanmasına dayalı anlatıları nasıl tersine çevirebileceğimizin ipuçlarını veriyor. Ezilenler kendi yer ve zamanlarından, kendilerine biçilen rollerden çıkmaya cüret ettiklerinde meydana gelen düşünme ve eyleme kudretlerinin izleri sürülüyor. Pedagoji içerisinde oluşan bilgi hiyerarşisinin pratik olarak nasıl kırıldığını gösteren Cahil Hoca, zihinsel özgürleşmenin irade ile zekâ arasındaki ittifak üzerinden gelişebileceğini öne sürüyor. Joseph Jacotot adıyla kutsanan bir zihinsel özgürleşme pratiği içerinde eşitlik önermesinin bizlerden sökülüp alınamayan bir irade önermesi olduğu ortaya koyuluyor.
Siyaset Üzerine On Tez, bir yandan arkhe mantığına dayalı her siyaset fikrinin ardındaki paradoksal öğeleri toplarken diğer yandan da bizlere yönetilemeyen ve herhangi bir yönetimin ilkesi olmayan bir demos imgesi sunuyor. Ne yönetme ne de yönetilme yetkisi bulunan, hatta söz söyleme olanağı elinden alınmış demosun her iktidar pratiğinin hatta kendi egemenliğine dayalı bir iktidarın bile altını oyma kapasitesine nasıl sahip olabildiğini tartışan Demokrasi Nefreti, bir skandalı, "demokratik skandalı" gündemine alıyor. Siyaseti, estetiği ve tarihi dik kesen kurmacaların tam da kendi sınırlarındaki işlemlerini örtbas ederek kendilerini tam ve bütün olarak sunabildiklerini işleyen Kurmacanın Kıyıları, bize bir şeyin kendi olmayanla kurduğu eşitsiz ilişkinin izlerini sürmeye davet ediyor. Bilhassa sanat rejimleri içerisinde sanat ile sanatolmayanı ayıran sınırları bozmak için ortaya koyulan müdahalelerin tartışıldığı Görüntülerin Yazgısı ve Estetiğin Huzursuzluğu, müdahale dizilerini Jacques Rancière'in "duyulurun paylaşımı" adını verdiği işbölümü mantığının çözümlenmesine doğru ilerletiyor.
Şimdi estetiğin bir ortaklık fikrine, ortak olanın geri alınmasına yönelik bir ufka açıldığını görüyoruz. Özgürleşen Seyirci ile birlikte görüntü, söz ve davranışların duyumsanabilir uzamındaki hiyerarşik düzenlemelerin sorgulanması sonucunda seyirci özgürleşmesinin imkânlarıyla karşılaşıyoruz. Bu müdahale dizileri Uyuşmazlık: Politika ve Felsefe'de mutabakat düzlemlerine aykırı duyumsanabilir uyuşmazlık pratiklerini, Tarihin Adları'nda ise şeyler ile sözcükleri birbirine bağlayan tarih anlatılarının yarattığı kısırdöngülerin ötesine uzanan bir bilgi poetikasını kat ediyor. Jacques Rancière'in düşünce ve eyleme uzamını dışarı açma çabasının bu müdahale dizileriyle güçlenerek ilerlediğini görüyoruz.
Béla Tarr, Ertesi Zaman'da egemen anlatıların kurduğu lineer zaman dizilerinin dışında, hislerin yoğunlaştığı ve zamanın ufkuna açıklığın yerleştiği bir ertesi zaman kavramı buluyoruz. Ama yine de şu soru geliyor akla: Nedir tüm bu müdahaleler dizisinin anlamı ve biz bugün bunlara neden kulak verelim? Bu soruya gerçek bir yanıt verebileceğimize inanmamız için Jacques Rancière'in bizlere armağan ettiği eşitlik mefhumuna bir daha dönüyoruz burada. Her türlü simetrik işbölümü fikrinin sorgulandığı, düşünmenin ve eylemenin, tarihin kadim hiyerarşik anlatıları içerisinden çıkarılıp iradenin kudretine teslim edildiği, özgürleşme fikrinin eşitlik önermesiyle yeniden buluşturulduğu bir düşünce serüveni var karşımızda. Çünkü eşitlik bir aksiyomdur, hareket noktamızdır. Eşitliğin yaratıcı müdahalesine ihtiyacımız var.
Kampfplatz bu sayıda Jacques Rancière'in sunduğu müdahaleler dizisine odaklanıyor ve onun düşüncesini kavga alanında, hareket halinde anlamaya çalışıyor. Kavga alanı şimdi Jacques Rancière'in şiarıyla müdahalenin olumlayıcı anlamını keşfetmek üzere açılıyor: Bütün zekâlar eşittir.
Kampfplatz bu sayıda sinema bölümünde Bong Joonho'nun Parazit filmini gündemine alıyor. Sert bir eşitsizlik rejiminin hüküm sürdüğü, çok yüzlü sınıfsal karşıtlıkların derinleştiği günümüz dünyasına iki aile, iki mekân ve iki sınıfın bölünmüş dünyasından bakan film, bize bölünmenin mantığına dair ilginç gözlemler sunuyor. Arka planında bir savaş güncesini taşıyan filmin detaylarında birçok ipucu gizli. Bu sayıda detaylardaki ipuçlarını izlemeyi deniyoruz.
Son bir söz daha. Covid-19 pandemisi başladığından beri, gezegen, insan türü, toplum ve kapitalizm üzerine çok şey yazıldı, çok şey söylendi. Ancak henüz bitmemiş bir süreç hakkında söylenen her şey güncellenmeye ihtiyaç duyuyor bir diğer yandan. Belki de düşünme ve eyleme kuvvetlerimize, düşünme ve eyleme imkânlarımıza ne oldu diye sormak gerekir bu noktada. Sinizmin her yana yayıldığını görüyoruz. Bir yandan türün sonuna ilişkin eskatolojiler diğer yandan da apolitik gelecek tahayyülleri sarıyor etrafımızı. Tüm bunlar düşünme ile eylemenin organik bağını koparırken, düşüncenin müdahale imkânlarını da gölgeliyor. kampfplatz, bu gölgelemeye karşı bir hareketin peşinde. Bu çabasını güçlendirerek, ortak bir mekân ve zamanın, hiyerarşik olmayan yeni bir anlatının izinde ilerlemeyi deniyor. Kavga alanı terk edilmiş değil. Yeryüzüne inancımızı yeniden icat edeceğimiz bir kriz anındayız. Zekâlar eşit, kavga çetin. Bu kez şu hayırlı haberi duyurup ortak olan üzerindeki tahakkümü kırmanın imkânlarını aramaya çalışıyoruz. Eşitsizlik elçileri her zaman söylem alanını kendi mülkleri gördüler, şimdi hiç konuşması beklenmeyenler eşitlik sancağı altında birleşiyor.