Babam düzenli not tutma ve anılarını yazma alışkanlığı olan biriydi. Köy Enstitüleri'nde okuyanlarda gördüğüm ortak özelliklerden birisi de bu. Gezdiği gördüğü yerlerle ilgili anılarını mutlaka yazar ve beni de yazmaya özendirirdi. Anılarını kendi el yazısıyla yazmaya başlamıştı zaten. 2001 yılında inme (felç) gelmeden önce yazabildikleri elimizde kaldı. İnmeden sonra tümüyle bakıma muhtaç hale geldi ve 2003 yılında vefat edene kadar artık bizimle bir daha iletişim kuramadı. Bilincini tümüyle yitirmese ve konuşabilse belki daha çok anısını yazabilirdik. Çünkü anlatmayı çok severdi. Vefatından sonra babamın anılarını kitap olarak bastırmak ailemiz için vazgeçilmez bir görev haline geldi.
Annem sürekli olarak "Babanın anılarını bastıralım" diye bizi sıkıştırıyordu ama iş yaşamının içinde 3 kardeş buna uzun süre vakit bulamadık. Eşim Işık Şahbaz 2008'de emekli olduktan sonra elimizdeki anıları bilgisayara geçirmeye başladı. Kitabın ortaya çıkmasında onun katkısı çok önemli. Babamın anılarını bilgisayara aktarırken eşim oldukça etkilenmişti. Elimizdeki anıların hemen hemen yüzde 60'ını tamamladıktan sonra editörlüğü ve redaksiyonu yapması için teyzemin oğlu Saim Açıkgöz'e ricada bulunduk. Anıların tümünün fotokopisini çektirip ona gönderdik. O geri kalanını bilgisayara geçirip üstünde 1 yıl kadar çalıştı. Kitapta göreceğiniz üzere konuyla ilgili kişi, kurum ve kavramlara ilişkin ayrıntılı bir sözlük ve ekler için ciddi bir emek verdi. Kendisine teşekkür ediyorum.
Babamın ev içindeki demokrasi anlayışı, üretkenliği ve daima çözümden yana oluşu tüm çocukları ve anneme olumlu etki yapmıştır. Tabii ki bana da. Çevresine yararlı olmak için, okulu olmayan köylere okul açılması için, müfettiş olarak denetlediği öğretmenlere yol göstermek için yaptıklarını da kendime örnek aldım. Babam benim ve 2 ablam için çok olumlu bir rol model oldu. Kendimi bu anlamda şanslı hissediyorum. Bize ondan bu ülke ve insanlarına hizmet etme konusunda bitmek bilmeyen bir gayret miras kaldı. Babamın arkadaşlarından tanıdığım hemen herkeste ve onların çocuklarında da aynı ruhun olduğuna tanığım. Keşke bu olumlu düşünme, araştırma ve öğrenme hırsı bütün ülkeye yayılabilseydi. Köy enstitülerini kapatanlar, bu okulları ve mezunlarını karalayanlar ülkemizdeki milyonlarca iyi niyetli ve çalışkan insanın elinden bu olanağı aldıkları için onlara çok kızıyorum. Babamın kitabını okuyanlar onun da aynı kızgınlığını ama aynı zamanda kırgınlığını hissedeceklerdir.
Babamın bana en çok anlattığı öykü "Garcia'ya mektup" idi. Merak edenlerin "Google amcaya" sormalarını öneririm. Çünkü benim hayatımda en önemli etkiyi o öykü yapmıştır. "Bu mektubu General Garcia'ya götür" denilen görevli, "Bu adam kimdir, oraya nasıl gidilir, nasıl bulacağım" gibi soruları görevi veren kişiye sormadan emri almış ve kendi anlayışı ile ve olanaklarıyla gidip mektubu vermişti. Ben ömrüm boyunca bu dersi hiç unutmadım. Ben babamdan, şikâyet etmeden, çözüm üreterek mücadele ederek başarmak dışında bir seçenek olmadığını öğrendim.
Çevremizdeki pek çok kişinin aslında Köy Enstitüleri hakkında çok az şey bildiğini gördük. Hatta Köy Enstitüleri hakkındaki olumsuz propaganda nedeniyle bazı kişilerin ilgi gösterirken bile çekindiklerini gözledik. Ama öte yandan güncel deyişle "şehir" değil ama "köy efsanesi" gibi bir algı da söz konusu.
Aslında Köy Enstitüleri'nin bu ülke için bir efsane olduğuna inanıyorum. Hem de tamamen yerel, doğal ve başarılı bir örnek. Haksız yere kötülenmiş, hakkı yenmiş ama bu ülkenin yoksul köylü nüfusu için sessizce, sabırla ve onurlu bir şekilde öğretmeye, yetiştirmeye, doğruları göstermeye hep devam etmiş Köy Enstitüsü mezunları. Yani mektubu Garcia'ya götürmüşler. Zaten o nedenle korktular onlardan. Ama yaptıklarının etkisini yok edemediler. Toplumun dönüşmesindeki katkıları sayesinde bugünlerimizin onurlu, dürüst ve çalışkan insanlarının babalarını, analarını yetiştirdiler.
Ablamın yaşadığı bir örneği de anlatmak isterim. Bir gün sosyal sorumluluk kapsamında işler ürettiği bir kurumda babamın kitabından bir kadına bahsediyor. Kadın ilgileniyor ve kitaptan istiyor, ablam ona bir tane kitap veriyor. Ancak kadın yanında para olmadığını söylüyor ve "size kitabın parasını mutlaka ileteceğim" diyor. Aradan bir süre geçtikten sonra ablama bir zarf veriyorlar. Açtığında o kadının gönderdiği parayı ve beraberinde gecikmeden dolayı özür dileyen notunu buluyor. İşte bu kıymet bilirlik ve dürüstlük bizlere onlardan miras kalan şey.
Babam anılarında ne yaşadıysa, Köy Enstitüleri onun hayatını nasıl değiştirdiyse, onun yaşamını nasıl etkilediyse onu yalın ve naif bir dille anlatmaya çalışmış. Köy Enstitüleri'nin neden kapatıldığını, nasıl mücadele ettiğini, öğretmenlik pratiğinde aldığı eğitimin onu nasıl yönlendirdiğini örneklerle anlatmış. Bence en özgün tarafı burada.
Teyze oğlum olan Saim Açıkgöz, daha önceden de eğitim konusunda pek çok kitabın hazırlanmasında emek vermiş bir eğitimcidir. Bu kitapta, hem babamı iyi tanıdığı, hem de teyzesinin eşinin anıları olduğundan ve hemşerisi olduğu için Kırkağaç ile ilgili ayrıntılara özel bir itina göstermiş. Konuyla ilgili bilgi eksiği olanların yararlanacağı, kitapta adı geçen ve Köy Enstitüleri tarihinde önemli yerleri olan kişileri tanıtıcı bilgiler vermiş. Bu anlamda babamın anılarının önümüzdeki dönemde konuyla ilgilenenlerin başvuru yapabileceği bir kitap olmasına çok ciddi bir katkı vermiştir. Bunun için kendisine teşekkür borcumuz var.
Kızılçullu daha önceden Amerikan Erkek Koleji iken, cumhuriyet döneminde bedeli ödenip kamulaştırılmış. Köylümüzün eğitimi ve ülkemizin geleceği için bir ilk deneyim olması açısından çok özel bir yere sahip. Buradan yetişen pek çok kişi ülkemizdeki diğer köy enstitülerinin kuruluşunda görev almışlar. Babam anılarında Sivas Pamukpınar ve Kayseri Pazarören Köy Enstitüleri'nin kuruluşunda (hem binaların yapımı, hem de eğitim anlamında) görev aldığını anlatıyor. Türkiye'de İzmir bir ilkler kenti olagelmiştir. İşte Kızılçullu bu anlamda bir işaret fişeği. Ancak Amerikalıların Köy Enstitüleri kapatıldıktan sonra NATO binaları için aynı binaları istemiş ve almış olmalarını da dikkatle not almalıyız. Okuyuculardan şarap yapımı ile ilgili bölümü mutlaka okumalarını öneriyorum. O zamanlar gerçekten kara üzüm bağları ile kaplı olan bugünkü Karabağlar bölgesinin gençlerine yalnızca şarap yapmayı değil, şarabı kullanmanın kültürünü de öğretmeyi 1940'lı yıllarda düşünen okul müdürlerini tanımak size iyi gelecek.
Üretimin içinde öğrenen, gittiği yere sadece okuma yazmayı değil, üretmeyi, düşünmeyi, sorgulamayı öğreten öğretmenlere ihtiyacımız var. Bu toplumu ilerletecek olan 1940'larda da, 21. yüzyılda da eğitimdir. İyi eğitim için iyi öğretmenler şarttır. Binalar, bilgisayarlar, tabletler, akıllı tahtalar, laboratuvarlar sadece kolaylaştırıcıdır. Tabii ki hala 1940'ların ihtiyaçlarını değil, bugünlerin ihtiyaçlarını dikkate alan bir eğitim modeli olmalı. O yüzden bu toprakların gördüğü en dönüştürücü eğitim deneyimini okumak hepimize iyi gelecektir.
Babam düzenli not tutma ve anılarını yazma alışkanlığı olan biriydi. Köy Enstitüleri'nde okuyanlarda gördüğüm ortak özelliklerden birisi de bu. Gezdiği gördüğü yerlerle ilgili anılarını mutlaka yazar ve beni de yazmaya özendirirdi. Anılarını kendi el yazısıyla yazmaya başlamıştı zaten. 2001 yılında inme (felç) gelmeden önce yazabildikleri elimizde kaldı. İnmeden sonra tümüyle bakıma muhtaç hale geldi ve 2003 yılında vefat edene kadar artık bizimle bir daha iletişim kuramadı. Bilincini tümüyle yitirmese ve konuşabilse belki daha çok anısını yazabilirdik. Çünkü anlatmayı çok severdi. Vefatından sonra babamın anılarını kitap olarak bastırmak ailemiz için vazgeçilmez bir görev haline geldi.
Annem sürekli olarak "Babanın anılarını bastıralım" diye bizi sıkıştırıyordu ama iş yaşamının içinde 3 kardeş buna uzun süre vakit bulamadık. Eşim Işık Şahbaz 2008'de emekli olduktan sonra elimizdeki anıları bilgisayara geçirmeye başladı. Kitabın ortaya çıkmasında onun katkısı çok önemli. Babamın anılarını bilgisayara aktarırken eşim oldukça etkilenmişti. Elimizdeki anıların hemen hemen yüzde 60'ını tamamladıktan sonra editörlüğü ve redaksiyonu yapması için teyzemin oğlu Saim Açıkgöz'e ricada bulunduk. Anıların tümünün fotokopisini çektirip ona gönderdik. O geri kalanını bilgisayara geçirip üstünde 1 yıl kadar çalıştı. Kitapta göreceğiniz üzere konuyla ilgili kişi, kurum ve kavramlara ilişkin ayrıntılı bir sözlük ve ekler için ciddi bir emek verdi. Kendisine teşekkür ediyorum.
Babamın ev içindeki demokrasi anlayışı, üretkenliği ve daima çözümden yana oluşu tüm çocukları ve anneme olumlu etki yapmıştır. Tabii ki bana da. Çevresine yararlı olmak için, okulu olmayan köylere okul açılması için, müfettiş olarak denetlediği öğretmenlere yol göstermek için yaptıklarını da kendime örnek aldım. Babam benim ve 2 ablam için çok olumlu bir rol model oldu. Kendimi bu anlamda şanslı hissediyorum. Bize ondan bu ülke ve insanlarına hizmet etme konusunda bitmek bilmeyen bir gayret miras kaldı. Babamın arkadaşlarından tanıdığım hemen herkeste ve onların çocuklarında da aynı ruhun olduğuna tanığım. Keşke bu olumlu düşünme, araştırma ve öğrenme hırsı bütün ülkeye yayılabilseydi. Köy enstitülerini kapatanlar, bu okulları ve mezunlarını karalayanlar ülkemizdeki milyonlarca iyi niyetli ve çalışkan insanın elinden bu olanağı aldıkları için onlara çok kızıyorum. Babamın kitabını okuyanlar onun da aynı kızgınlığını ama aynı zamanda kırgınlığını hissedeceklerdir.
Babamın bana en çok anlattığı öykü "Garcia'ya mektup" idi. Merak edenlerin "Google amcaya" sormalarını öneririm. Çünkü benim hayatımda en önemli etkiyi o öykü yapmıştır. "Bu mektubu General Garcia'ya götür" denilen görevli, "Bu adam kimdir, oraya nasıl gidilir, nasıl bulacağım" gibi soruları görevi veren kişiye sormadan emri almış ve kendi anlayışı ile ve olanaklarıyla gidip mektubu vermişti. Ben ömrüm boyunca bu dersi hiç unutmadım. Ben babamdan, şikâyet etmeden, çözüm üreterek mücadele ederek başarmak dışında bir seçenek olmadığını öğrendim.
Çevremizdeki pek çok kişinin aslında Köy Enstitüleri hakkında çok az şey bildiğini gördük. Hatta Köy Enstitüleri hakkındaki olumsuz propaganda nedeniyle bazı kişilerin ilgi gösterirken bile çekindiklerini gözledik. Ama öte yandan güncel deyişle "şehir" değil ama "köy efsanesi" gibi bir algı da söz konusu.
Aslında Köy Enstitüleri'nin bu ülke için bir efsane olduğuna inanıyorum. Hem de tamamen yerel, doğal ve başarılı bir örnek. Haksız yere kötülenmiş, hakkı yenmiş ama bu ülkenin yoksul köylü nüfusu için sessizce, sabırla ve onurlu bir şekilde öğretmeye, yetiştirmeye, doğruları göstermeye hep devam etmiş Köy Enstitüsü mezunları. Yani mektubu Garcia'ya götürmüşler. Zaten o nedenle korktular onlardan. Ama yaptıklarının etkisini yok edemediler. Toplumun dönüşmesindeki katkıları sayesinde bugünlerimizin onurlu, dürüst ve çalışkan insanlarının babalarını, analarını yetiştirdiler.
Ablamın yaşadığı bir örneği de anlatmak isterim. Bir gün sosyal sorumluluk kapsamında işler ürettiği bir kurumda babamın kitabından bir kadına bahsediyor. Kadın ilgileniyor ve kitaptan istiyor, ablam ona bir tane kitap veriyor. Ancak kadın yanında para olmadığını söylüyor ve "size kitabın parasını mutlaka ileteceğim" diyor. Aradan bir süre geçtikten sonra ablama bir zarf veriyorlar. Açtığında o kadının gönderdiği parayı ve beraberinde gecikmeden dolayı özür dileyen notunu buluyor. İşte bu kıymet bilirlik ve dürüstlük bizlere onlardan miras kalan şey.
Babam anılarında ne yaşadıysa, Köy Enstitüleri onun hayatını nasıl değiştirdiyse, onun yaşamını nasıl etkilediyse onu yalın ve naif bir dille anlatmaya çalışmış. Köy Enstitüleri'nin neden kapatıldığını, nasıl mücadele ettiğini, öğretmenlik pratiğinde aldığı eğitimin onu nasıl yönlendirdiğini örneklerle anlatmış. Bence en özgün tarafı burada.
Teyze oğlum olan Saim Açıkgöz, daha önceden de eğitim konusunda pek çok kitabın hazırlanmasında emek vermiş bir eğitimcidir. Bu kitapta, hem babamı iyi tanıdığı, hem de teyzesinin eşinin anıları olduğundan ve hemşerisi olduğu için Kırkağaç ile ilgili ayrıntılara özel bir itina göstermiş. Konuyla ilgili bilgi eksiği olanların yararlanacağı, kitapta adı geçen ve Köy Enstitüleri tarihinde önemli yerleri olan kişileri tanıtıcı bilgiler vermiş. Bu anlamda babamın anılarının önümüzdeki dönemde konuyla ilgilenenlerin başvuru yapabileceği bir kitap olmasına çok ciddi bir katkı vermiştir. Bunun için kendisine teşekkür borcumuz var.
Kızılçullu daha önceden Amerikan Erkek Koleji iken, cumhuriyet döneminde bedeli ödenip kamulaştırılmış. Köylümüzün eğitimi ve ülkemizin geleceği için bir ilk deneyim olması açısından çok özel bir yere sahip. Buradan yetişen pek çok kişi ülkemizdeki diğer köy enstitülerinin kuruluşunda görev almışlar. Babam anılarında Sivas Pamukpınar ve Kayseri Pazarören Köy Enstitüleri'nin kuruluşunda (hem binaların yapımı, hem de eğitim anlamında) görev aldığını anlatıyor. Türkiye'de İzmir bir ilkler kenti olagelmiştir. İşte Kızılçullu bu anlamda bir işaret fişeği. Ancak Amerikalıların Köy Enstitüleri kapatıldıktan sonra NATO binaları için aynı binaları istemiş ve almış olmalarını da dikkatle not almalıyız. Okuyuculardan şarap yapımı ile ilgili bölümü mutlaka okumalarını öneriyorum. O zamanlar gerçekten kara üzüm bağları ile kaplı olan bugünkü Karabağlar bölgesinin gençlerine yalnızca şarap yapmayı değil, şarabı kullanmanın kültürünü de öğretmeyi 1940'lı yıllarda düşünen okul müdürlerini tanımak size iyi gelecek.
Üretimin içinde öğrenen, gittiği yere sadece okuma yazmayı değil, üretmeyi, düşünmeyi, sorgulamayı öğreten öğretmenlere ihtiyacımız var. Bu toplumu ilerletecek olan 1940'larda da, 21. yüzyılda da eğitimdir. İyi eğitim için iyi öğretmenler şarttır. Binalar, bilgisayarlar, tabletler, akıllı tahtalar, laboratuvarlar sadece kolaylaştırıcıdır. Tabii ki hala 1940'ların ihtiyaçlarını değil, bugünlerin ihtiyaçlarını dikkate alan bir eğitim modeli olmalı. O yüzden bu toprakların gördüğü en dönüştürücü eğitim deneyimini okumak hepimize iyi gelecektir.