#smrgKİTABEVİ Küçük Prens -
Leon Werth'e
Bu kitabı kocaman bir adama adadığım için çocuklardan beni bağışlamalarını istiyorum. Önemli bir özrüm var: bu koca adam, benim yeryüzündeki en iyi dostumdur. Bir başka özrüm de var: bu koca adam her şeyi anlayabilir, çocuklar için yazılmış kitapları bile. Üçüncü bir özrüm daha var: bu koca adam Fransa'da yaşıyor, hem aç, hem üşüyor. Enikonu ihtiyacı var avutulmaya. Bütün bu özürler yetmezse, ben de bu kitabı gönül rahatlığıyla o koca adamın çocukluğuna adarım. Bütün büyük insanlar eskiden çocuktular (Ama aralarından pek azı anımsar çocukluğunu). Öyleyse adak yazımı düzelteyim:e
Çocukluk Günlerinine
Leon Werth'i için
Küçük Prens'ten ayrılırken - Selim İleri
1
Beyoğlu, 1950'lerin iyice sonu. Franguli'yi -lüks bir kuyumcu-, Sabuncakis'i -dönemin en gözde çiçekçisi-, Japon Mağazası'nı -biz çocukları büyüleyen oyuncakevi- geçiyoruz; Galatasaray'a yaklaşırken Doğan Kardeş Kitabevi!
Kış ortasıydı, ama lodoslu, ılık bir gün. Sonradan bu günü Sait Faik'in eşsiz “Kestaneci Dostum”da anlattığı İstanbul lodoslarına benzeteceğim. Doğan Kardeş Kitabevi'nden içeriye giriyoruz. Çeşit çeşit kitaplar.
Bir yılbaşı armağanı mıydı, galiba. Babam “Hangisini istiyorsun?” diyor. Büyük boy, ciltli, kapağında ‘kaftan'lı bir sarışın çocuk; düşünceli, dalgın. Kapak resminin albenisine dayanamayarak Küçük Prens'i seçiyorum.
Antoine de Saint-Exupéry'nin Küçük Prens'iyle böylece tanışıyoruz. Bir kapak resmiyle. Azra Erhat'ın çevirisi olduğunu gençlik yıllarımda öğreneceğim. Belleğim kandırmıyorsa, Ayşe Nur takma adıyla çevirmiş. Yıllar sonra, değerli Azra Erhat “Benim çevirimdi” diyecek. Pek bir şey anlamayarak, gelgelelim hep üzülerek, Küçük Prens'i defalarca okuyacağım...
2
Atatürk Erkek Lisesi'nde Fransızca öğretmenimiz Vedat Günyol'un Bostancı'daki evindeyiz. Bodrum katı, küçük bir bahçeye açılıyor, yukarda, duvarın gerisinde tren yolu, sık sık ve evi sarsa sarsa trenler geçiyor. Lise sondayız. Hocamızın binlerce kitabına bakıyoruz.
Yıpranmış, cep boyu, yayınevini şimdi hatırlayamadığım Le Petit Prince'i bu kitaplıkta buluyorum. “Bence çocuklar için yazılmamıştır. Çocuksuluğunu yitirmemişler için yazılmış düzyazı bir şiirdir,” diyor Vedat Hoca. Akşamüstü; çay içiliyor.
Tam o günlerde Cemal Süreya'yla Tomris Uyar'ın Küçük Prens çevirileri yayınlanıyor; büyük bir şair, etkisi altında kaldığım bir hikâyeci. Kıskanarak okuyorum çeviriyi, Küçük Prens'i bir kez daha.
3
Küçük Prens'i birçok arkadaşıma armağan ediyorum.
Okudular mı? Son ‘sahne'ler için üzüldüler mi?
Sormuyorum; onlar da bir şey söylemiyorlar zaten...
4
Attilâ İlhan, Bilgi Yayınevi'nde genel yayın yönetmeni. Bir gün Ankara'dan telefon ediyor, “Arkadaş, Küçük Prens'i bize çevirir misin?” diye soruyor. Cemal Süreya'yla Tomris'in çevirisini soruyorum. Attilâ Ağbi, “Başka yayınevine verdiler,” yanıtıyla yetiniyor.
Uzun süre düşünmüştüm. Ama o sonsuz isteği durduramıyordum. Korka korka ilk tümceler: “Bu kitabı kocaman bir adama... hem aç, hem üşüyor... Bütün büyük insanlar eskiden...” Arkası gelecek artık, uçsuz bucaksız kaygılar da gelecek: Antoine de Saint-Exupéry'nin ‘ses'ini yakalayabildim mi?..
La Citadelle'i çeviri sırasında okuyorum. Bu eserin görkemli ayrıntı zenginliği, çözümleme gücü karşısında irkilip kalıyorum. Bütünü dilimize ne yazık ki hâlâ kazandırılmamış La Citadelle, Kale bence bir Küçük Prens'tir.
5
Küçük Prens çevirime en büyük armağan İnci Enginün'ün, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı kitabında:
“Selim İleri'nin tek çevirisi A. de Saint-Exupéry'den Küçük Prens'tir. Bu büyük eserin seçilmesi, ikiyüzlülüklerden tiksinen, görünenin ardını araştırmaktan veya kurcalamaktan hiç vazgeçmeyen bir karakteri de ortaya koyar gibi geliyor bana. Küçük Prens büyüklerin dünyasında, bir sürü saçmalığı ciddi görünüşleriyle yapan ve onları ciddi sananları sarsan bir cindir. Selim İleri de özellikle son eserlerinde, önce toplumda sonra da edebiyat ve kültür hayatında aynı işlevi yüklenmiş bir yazar olarak, o unutulmaz büyük ‘Prens Prens'i andırmaktadır.”
Leon Werth'e
Bu kitabı kocaman bir adama adadığım için çocuklardan beni bağışlamalarını istiyorum. Önemli bir özrüm var: bu koca adam, benim yeryüzündeki en iyi dostumdur. Bir başka özrüm de var: bu koca adam her şeyi anlayabilir, çocuklar için yazılmış kitapları bile. Üçüncü bir özrüm daha var: bu koca adam Fransa'da yaşıyor, hem aç, hem üşüyor. Enikonu ihtiyacı var avutulmaya. Bütün bu özürler yetmezse, ben de bu kitabı gönül rahatlığıyla o koca adamın çocukluğuna adarım. Bütün büyük insanlar eskiden çocuktular (Ama aralarından pek azı anımsar çocukluğunu). Öyleyse adak yazımı düzelteyim:e
Çocukluk Günlerinine
Leon Werth'i için
Küçük Prens'ten ayrılırken - Selim İleri
1
Beyoğlu, 1950'lerin iyice sonu. Franguli'yi -lüks bir kuyumcu-, Sabuncakis'i -dönemin en gözde çiçekçisi-, Japon Mağazası'nı -biz çocukları büyüleyen oyuncakevi- geçiyoruz; Galatasaray'a yaklaşırken Doğan Kardeş Kitabevi!
Kış ortasıydı, ama lodoslu, ılık bir gün. Sonradan bu günü Sait Faik'in eşsiz “Kestaneci Dostum”da anlattığı İstanbul lodoslarına benzeteceğim. Doğan Kardeş Kitabevi'nden içeriye giriyoruz. Çeşit çeşit kitaplar.
Bir yılbaşı armağanı mıydı, galiba. Babam “Hangisini istiyorsun?” diyor. Büyük boy, ciltli, kapağında ‘kaftan'lı bir sarışın çocuk; düşünceli, dalgın. Kapak resminin albenisine dayanamayarak Küçük Prens'i seçiyorum.
Antoine de Saint-Exupéry'nin Küçük Prens'iyle böylece tanışıyoruz. Bir kapak resmiyle. Azra Erhat'ın çevirisi olduğunu gençlik yıllarımda öğreneceğim. Belleğim kandırmıyorsa, Ayşe Nur takma adıyla çevirmiş. Yıllar sonra, değerli Azra Erhat “Benim çevirimdi” diyecek. Pek bir şey anlamayarak, gelgelelim hep üzülerek, Küçük Prens'i defalarca okuyacağım...
2
Atatürk Erkek Lisesi'nde Fransızca öğretmenimiz Vedat Günyol'un Bostancı'daki evindeyiz. Bodrum katı, küçük bir bahçeye açılıyor, yukarda, duvarın gerisinde tren yolu, sık sık ve evi sarsa sarsa trenler geçiyor. Lise sondayız. Hocamızın binlerce kitabına bakıyoruz.
Yıpranmış, cep boyu, yayınevini şimdi hatırlayamadığım Le Petit Prince'i bu kitaplıkta buluyorum. “Bence çocuklar için yazılmamıştır. Çocuksuluğunu yitirmemişler için yazılmış düzyazı bir şiirdir,” diyor Vedat Hoca. Akşamüstü; çay içiliyor.
Tam o günlerde Cemal Süreya'yla Tomris Uyar'ın Küçük Prens çevirileri yayınlanıyor; büyük bir şair, etkisi altında kaldığım bir hikâyeci. Kıskanarak okuyorum çeviriyi, Küçük Prens'i bir kez daha.
3
Küçük Prens'i birçok arkadaşıma armağan ediyorum.
Okudular mı? Son ‘sahne'ler için üzüldüler mi?
Sormuyorum; onlar da bir şey söylemiyorlar zaten...
4
Attilâ İlhan, Bilgi Yayınevi'nde genel yayın yönetmeni. Bir gün Ankara'dan telefon ediyor, “Arkadaş, Küçük Prens'i bize çevirir misin?” diye soruyor. Cemal Süreya'yla Tomris'in çevirisini soruyorum. Attilâ Ağbi, “Başka yayınevine verdiler,” yanıtıyla yetiniyor.
Uzun süre düşünmüştüm. Ama o sonsuz isteği durduramıyordum. Korka korka ilk tümceler: “Bu kitabı kocaman bir adama... hem aç, hem üşüyor... Bütün büyük insanlar eskiden...” Arkası gelecek artık, uçsuz bucaksız kaygılar da gelecek: Antoine de Saint-Exupéry'nin ‘ses'ini yakalayabildim mi?..
La Citadelle'i çeviri sırasında okuyorum. Bu eserin görkemli ayrıntı zenginliği, çözümleme gücü karşısında irkilip kalıyorum. Bütünü dilimize ne yazık ki hâlâ kazandırılmamış La Citadelle, Kale bence bir Küçük Prens'tir.
5
Küçük Prens çevirime en büyük armağan İnci Enginün'ün, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı kitabında:
“Selim İleri'nin tek çevirisi A. de Saint-Exupéry'den Küçük Prens'tir. Bu büyük eserin seçilmesi, ikiyüzlülüklerden tiksinen, görünenin ardını araştırmaktan veya kurcalamaktan hiç vazgeçmeyen bir karakteri de ortaya koyar gibi geliyor bana. Küçük Prens büyüklerin dünyasında, bir sürü saçmalığı ciddi görünüşleriyle yapan ve onları ciddi sananları sarsan bir cindir. Selim İleri de özellikle son eserlerinde, önce toplumda sonra da edebiyat ve kültür hayatında aynı işlevi yüklenmiş bir yazar olarak, o unutulmaz büyük ‘Prens Prens'i andırmaktadır.”