Houppert, bu çarpıcı kitabında âdet kanamasını kuşatan gizemle kültürünü ve bunun kadınlar üzerinde hem fiziksel hem de ruhsal açıdan yarattığı tahribatı mercek altına alıyor. "Sessizlik" perdesini araladığında, kadınların "mavi akıntıları"yla baş etmek için kullandıkları karbeyazı tamponların karanlık yüzüyle karşılaşıyor. ABD'deki sağlık kuruluşlarının ve çevre örgütlerinin sıfır dioksin politikasını dayattığı günümüzde, kadınların kanser riskiyle iç içe yaşamasına göz yuman "hijyenik" kadın ürünleri endüstrisinin çevirdiği entrikaları nüktedan bir üslupla aktarıyor. Dev şirketlerin reklam kampanyalarını, kadın dergilerinin eril söylemini, âdet kanaması ile ilgili görgü kurallarının nasıl ayakta tutulduğunu gözler önüne seriyor.
Yazar depresyondan cinayete kadar uzanan belirtiler listesiyle âdet öncesi sendromunun "faili" olarak kadınlık hormonlarının gösterildiğine işaret ederken; cinsel kimliklerinden utanarak büyüyen genç kızların yaşadığı karmaşaya da değiniyor. Toplumsal koşulların iyileştirilmesi yerine, üzerlerinden milyonlarca dolarlık kazanç sağlanan kadınlara şeker misali anti-depresanlar verilmesi ya da hormon tedavilerinin tercih edilmesi konusunda da dikkat çekici değerlendirmeler yapıyor. Son olarak, bu konudaki her türlü tartışma girişiminin göz ardı edildiğine işaret ederek bu doğal halin ne zamana kadar bir tabu olarak kalacağını soruyor.
Houppert, bu çarpıcı kitabında âdet kanamasını kuşatan gizemle kültürünü ve bunun kadınlar üzerinde hem fiziksel hem de ruhsal açıdan yarattığı tahribatı mercek altına alıyor. "Sessizlik" perdesini araladığında, kadınların "mavi akıntıları"yla baş etmek için kullandıkları karbeyazı tamponların karanlık yüzüyle karşılaşıyor. ABD'deki sağlık kuruluşlarının ve çevre örgütlerinin sıfır dioksin politikasını dayattığı günümüzde, kadınların kanser riskiyle iç içe yaşamasına göz yuman "hijyenik" kadın ürünleri endüstrisinin çevirdiği entrikaları nüktedan bir üslupla aktarıyor. Dev şirketlerin reklam kampanyalarını, kadın dergilerinin eril söylemini, âdet kanaması ile ilgili görgü kurallarının nasıl ayakta tutulduğunu gözler önüne seriyor.
Yazar depresyondan cinayete kadar uzanan belirtiler listesiyle âdet öncesi sendromunun "faili" olarak kadınlık hormonlarının gösterildiğine işaret ederken; cinsel kimliklerinden utanarak büyüyen genç kızların yaşadığı karmaşaya da değiniyor. Toplumsal koşulların iyileştirilmesi yerine, üzerlerinden milyonlarca dolarlık kazanç sağlanan kadınlara şeker misali anti-depresanlar verilmesi ya da hormon tedavilerinin tercih edilmesi konusunda da dikkat çekici değerlendirmeler yapıyor. Son olarak, bu konudaki her türlü tartışma girişiminin göz ardı edildiğine işaret ederek bu doğal halin ne zamana kadar bir tabu olarak kalacağını soruyor.