Kabuğunu kırmak, modernleşmek isteyen bir toplum ve daha çok da bu istemi dillendiren aydınların serüvenine tanık oluyoruz bu müzede.
Olaylar tarihi bir mekan olan Pera'da geçiyor. Kahramanlar da, bu tarihi mekana uygun: George Sand, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halide Edip Adıvar, Simone de Beauvoir, Sartre ve diğerleri...
Romanın kahramanı Siret Bey, Osmanlı yönetimince çarpıtıldığı ölüm cezasından kurtulmaya çalışan, kendi çapında aydınlanmış ve ‘aykırı' bir tiptir. Ama onun aykırılığı yine de ‘kendisi olamamak'la sınırlı bir aykırılıktır. Bir yanda kurulu düzene olan bağlılığı ve onun hiyerarşisi karşısında boyun eğişi, öte yanda onunla barışık olamamasının getirdiği iç çatışmayla, yönünü ‘Kurtarıcı Batı'ya dönmesi...
Öyle ki, Siret Bey ve yaşadıkları somutunda, belleklerimiz bir kez daha yenileniyor; geçmiş günümüze, günümüz ise geçmişe taşınıyor...
Tülay Ferah'ın ‘Mayo mu Osmanlı mı' adlı bu yapıtı, yüz yıllık tarihsel / toplumsal yaşamımıza ve onun dillerden düşmeyen ‘Batılılaşma' serüveninin trajikomik sonuçlarına ilişkin olarak, temiz, akıcı bir dille, kısa ve bir o kadar da çarpıcı vurgular yapıyor. (Arka Kapak)
Kabuğunu kırmak, modernleşmek isteyen bir toplum ve daha çok da bu istemi dillendiren aydınların serüvenine tanık oluyoruz bu müzede.
Olaylar tarihi bir mekan olan Pera'da geçiyor. Kahramanlar da, bu tarihi mekana uygun: George Sand, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halide Edip Adıvar, Simone de Beauvoir, Sartre ve diğerleri...
Romanın kahramanı Siret Bey, Osmanlı yönetimince çarpıtıldığı ölüm cezasından kurtulmaya çalışan, kendi çapında aydınlanmış ve ‘aykırı' bir tiptir. Ama onun aykırılığı yine de ‘kendisi olamamak'la sınırlı bir aykırılıktır. Bir yanda kurulu düzene olan bağlılığı ve onun hiyerarşisi karşısında boyun eğişi, öte yanda onunla barışık olamamasının getirdiği iç çatışmayla, yönünü ‘Kurtarıcı Batı'ya dönmesi...
Öyle ki, Siret Bey ve yaşadıkları somutunda, belleklerimiz bir kez daha yenileniyor; geçmiş günümüze, günümüz ise geçmişe taşınıyor...
Tülay Ferah'ın ‘Mayo mu Osmanlı mı' adlı bu yapıtı, yüz yıllık tarihsel / toplumsal yaşamımıza ve onun dillerden düşmeyen ‘Batılılaşma' serüveninin trajikomik sonuçlarına ilişkin olarak, temiz, akıcı bir dille, kısa ve bir o kadar da çarpıcı vurgular yapıyor. (Arka Kapak)