Öyküler en basitinden "gerçekler"i aktararak başlıyor, giderek yazarın imgelemini de kullanmasıyla gerçekler öyküleri beslemek yerine "gerçeklikler" ya da "yapıntı gerçekler" öykülerin temelini oluşturuyor. Yannot da bir anlatının kurulma, gelişme ve uygulama yöntemini sözde bilimsel bir düşünü ile açıklıyor. Yannotun bilimselliği elbette düzmece. Çoğu düşününün olduğu gibi. Kitabın adı da bu düzmece bilimselliği, bir yazarın/sanatçının benimsediği pek öznel, görece ama her sanatçıya göre doğru yöntemi imliyor.
İkinci katmanın çıkış noktası linguistik. Ya da Saussure'den beri süregelen, sürekli dallanıp budaklanan ve absürd norktaya varmış dilbilimsel tartışmanın kurgu bir yazıya uygulanması: Sözcükler yazıya geçirildiklerinde anlamlarını değiştiriyorlarsa yazanın o sözcüklere yüklediği bilinen bir abeceyle/dille yazılmış da olsa, bir şifreye dökülmüş de olsa sözlerin okunması (doğru okunması) olanaksızlaşıyor. "Modus Operandi"nin sol sayfalarındaki gizyazılar bu postmodernist tartışmaya -biraz da alay ederek- bakıyor.
Üçüncü katman da doğrudan dil/yazı/görsellik ve alışılagelinmiş algılama biçimlerinin sorgulanmasıyla ilgili. Bu noktada grafik tasarım ön plana çıkıyor. Bir metnin görsel olmasının o metnin algılanışını etkilediği ortada. Form içeriği belirlemese bile ister istemez içeriği etkiliyor. Bu üç ana kadmandan özellikle ilk iki katmanın uyanırması gereken sorular şunlar: Öyküler neden söz ediyor, ortak bir konuları, özellikleri var mı? Kişiliklerin adları neden yok, zaman ve yer kavramı neden belirginleştirilmemiş, neden bir cümle bittiğinde satır başı yapılmış da ikinci cümle biten cümlening hemen ardından gelmemiş, neden bazı sözcükler sürekli yinelenmiş, neden bazı öykülerin dili kısırken bazılarında daha zengin, geleneksel bir dil kullanımı benimsenmiş? Bazı cümleler yanlış mı kurulmuş yoksa dili kurmak için özellikle mi çarpıtılmış?
Öyküler en basitinden "gerçekler"i aktararak başlıyor, giderek yazarın imgelemini de kullanmasıyla gerçekler öyküleri beslemek yerine "gerçeklikler" ya da "yapıntı gerçekler" öykülerin temelini oluşturuyor. Yannot da bir anlatının kurulma, gelişme ve uygulama yöntemini sözde bilimsel bir düşünü ile açıklıyor. Yannotun bilimselliği elbette düzmece. Çoğu düşününün olduğu gibi. Kitabın adı da bu düzmece bilimselliği, bir yazarın/sanatçının benimsediği pek öznel, görece ama her sanatçıya göre doğru yöntemi imliyor.
İkinci katmanın çıkış noktası linguistik. Ya da Saussure'den beri süregelen, sürekli dallanıp budaklanan ve absürd norktaya varmış dilbilimsel tartışmanın kurgu bir yazıya uygulanması: Sözcükler yazıya geçirildiklerinde anlamlarını değiştiriyorlarsa yazanın o sözcüklere yüklediği bilinen bir abeceyle/dille yazılmış da olsa, bir şifreye dökülmüş de olsa sözlerin okunması (doğru okunması) olanaksızlaşıyor. "Modus Operandi"nin sol sayfalarındaki gizyazılar bu postmodernist tartışmaya -biraz da alay ederek- bakıyor.
Üçüncü katman da doğrudan dil/yazı/görsellik ve alışılagelinmiş algılama biçimlerinin sorgulanmasıyla ilgili. Bu noktada grafik tasarım ön plana çıkıyor. Bir metnin görsel olmasının o metnin algılanışını etkilediği ortada. Form içeriği belirlemese bile ister istemez içeriği etkiliyor. Bu üç ana kadmandan özellikle ilk iki katmanın uyanırması gereken sorular şunlar: Öyküler neden söz ediyor, ortak bir konuları, özellikleri var mı? Kişiliklerin adları neden yok, zaman ve yer kavramı neden belirginleştirilmemiş, neden bir cümle bittiğinde satır başı yapılmış da ikinci cümle biten cümlening hemen ardından gelmemiş, neden bazı sözcükler sürekli yinelenmiş, neden bazı öykülerin dili kısırken bazılarında daha zengin, geleneksel bir dil kullanımı benimsenmiş? Bazı cümleler yanlış mı kurulmuş yoksa dili kurmak için özellikle mi çarpıtılmış?