#smrgSAHAF Rodos'taki Türk Eserleri ve Tarihçe - 1986
Bir gün gazetelerde Alman uçaklarının Rodos adasındaki Türk konsoloshanesini bombaladıklarını okumuştum.
Ne idi konsoloshane, niçin orada konsoloshanemiz vardı ve neden bombalanmıştı? Tarih öğretmenime sormuştum bunları. Sorularımı cevapladıktan sonra anlayabileceğim bir şekilde Rodos'un tarihinden sözetmiş, Kudüs Şövalyelerinden, adanın Türkler tarafından fethinden bahisle, I. Dünya Savaşından önce İtalyanlarca elimizden nasıl alındığını ağır, biraz da hüzünlü bir sesle anlatmıştı.
Ondan sonra tarih-coğrafya derslerinde, çoğu zaman öğretmenin ders anlatması veya tahtada imtihan veren bir arkadaşımın ürkek, biteviye sesi bana ninni gibi gelir, gözlerim kara tahtadaki Türkiye haritasının altına bir su damlası gibi âdeta ayrılmazcasına asılı Rodos adası üzerinde sabitleşir, dalar giderdim. Çocuk muhayyilemde öğretmenimin anlattığı şövalyeleri, adanın Kanuni Sultan Süleyman tarafından fethini efsanevî bir şekilde canlandırır, gördüğüm filmlerin de tesiri altında, bazan kendimi öyle kaptırırdım ki, sanki dört asır geriye giderdim.
O tarihlerde, bu adaya tam 32 sene sonra 1976 yılında Başkonsolos olarak atanacağımı ve fâtihlerin bir zamanlar yaptığı eserlerin eriyip gittiğine, harabiyete terkle tahrip edildiğine acı içinde şahit olacağımı ve onların ahfadı soydaşlarımızın çektiği ızdırapları gönülden paylaşarak burada 2 yıl geçireceğimi nasıl bilebilirdim.
Anadolu dağlarından kopup gelen kuzey rüzgârının yarattığı haşin dalgaların Kumburnu'nu dövdüğü soğuk kış günlerinde düşüncelerimle başbaşa sahilde dolaşırken, adeta elle tutulacak, kalp sesleri duyulacak kadar yakın hissedilen Anadolu sahillerine bakarak geçmiş asırların özlemini çektiğimi çok iyi hatırlıyorum. O vakit geçen asırları, çocukluk hayallerimdeki şekliyle değil, mantık süzgecinden geçirdikten sonra değerlendirmiştim.
Bir zamanlar şerefelerinden içli seslerle Tanrı'ya ibadet çağrılarının yapıldığı minareleri yıkılmakta, içinden göklere dalga dalga duaların yükseldiği, sevgi ve kardeşlik sözlerinin yankılandığı kubbeleri çökmekte olan camilerin, nice Türk büyüklerinin türbe ve mezarlarının insanı rikkate getiren durumlarını tesbit etmenin, ecdadıma karşı yerine getirmem gereken bir görevim olduğuna inandım. -Zeki Çelikkol, Ankara, 1983 (Önsözden)
Bir gün gazetelerde Alman uçaklarının Rodos adasındaki Türk konsoloshanesini bombaladıklarını okumuştum.
Ne idi konsoloshane, niçin orada konsoloshanemiz vardı ve neden bombalanmıştı? Tarih öğretmenime sormuştum bunları. Sorularımı cevapladıktan sonra anlayabileceğim bir şekilde Rodos'un tarihinden sözetmiş, Kudüs Şövalyelerinden, adanın Türkler tarafından fethinden bahisle, I. Dünya Savaşından önce İtalyanlarca elimizden nasıl alındığını ağır, biraz da hüzünlü bir sesle anlatmıştı.
Ondan sonra tarih-coğrafya derslerinde, çoğu zaman öğretmenin ders anlatması veya tahtada imtihan veren bir arkadaşımın ürkek, biteviye sesi bana ninni gibi gelir, gözlerim kara tahtadaki Türkiye haritasının altına bir su damlası gibi âdeta ayrılmazcasına asılı Rodos adası üzerinde sabitleşir, dalar giderdim. Çocuk muhayyilemde öğretmenimin anlattığı şövalyeleri, adanın Kanuni Sultan Süleyman tarafından fethini efsanevî bir şekilde canlandırır, gördüğüm filmlerin de tesiri altında, bazan kendimi öyle kaptırırdım ki, sanki dört asır geriye giderdim.
O tarihlerde, bu adaya tam 32 sene sonra 1976 yılında Başkonsolos olarak atanacağımı ve fâtihlerin bir zamanlar yaptığı eserlerin eriyip gittiğine, harabiyete terkle tahrip edildiğine acı içinde şahit olacağımı ve onların ahfadı soydaşlarımızın çektiği ızdırapları gönülden paylaşarak burada 2 yıl geçireceğimi nasıl bilebilirdim.
Anadolu dağlarından kopup gelen kuzey rüzgârının yarattığı haşin dalgaların Kumburnu'nu dövdüğü soğuk kış günlerinde düşüncelerimle başbaşa sahilde dolaşırken, adeta elle tutulacak, kalp sesleri duyulacak kadar yakın hissedilen Anadolu sahillerine bakarak geçmiş asırların özlemini çektiğimi çok iyi hatırlıyorum. O vakit geçen asırları, çocukluk hayallerimdeki şekliyle değil, mantık süzgecinden geçirdikten sonra değerlendirmiştim.
Bir zamanlar şerefelerinden içli seslerle Tanrı'ya ibadet çağrılarının yapıldığı minareleri yıkılmakta, içinden göklere dalga dalga duaların yükseldiği, sevgi ve kardeşlik sözlerinin yankılandığı kubbeleri çökmekte olan camilerin, nice Türk büyüklerinin türbe ve mezarlarının insanı rikkate getiren durumlarını tesbit etmenin, ecdadıma karşı yerine getirmem gereken bir görevim olduğuna inandım. -Zeki Çelikkol, Ankara, 1983 (Önsözden)