Duyulmasını istemediğim için değil bu sessizliğim. Yalnız senin yağmurlarında ıslatmak için çabalıyorum. Yalnız senin damla damla gözlerine hissettirebilmek için, bu denli sakince söylüyorum. Seni seviyorum… Seni çok seviyorum…”
“ (…) Şefik, dudaklarında müstehzi bir gülüş; duraksamış, gözü öyle bomboş dalmıştı. Ne düşündüğünü kendi de çıkaramıyor. Hayat, her nedense yozlaştı, garipleşti, terk edilen bir iskele yerine koydu kendini. Uğraklığından epey kaybetmiş, ahşap kapılarının çürümesi, eli kulağında; yalnızlıkla geçen, tüm yaşamın sona ermesini bekleyen bir iskele…”
“(…) Karnında olgunlaşan yarasına elini bastırmıştı. Düşünceler içinde eli yarasını daha da derinleştirince, hayallerden sıyrıldı. Adamın ölmesini diledi Derya, hızlı adımlarına bakarken. Gözlerinden düşerken kayalaşan damlaların farkında olmadan ayakları onu taşıyordu. Nereye gittiğini bilen bu defa beyni değil ayaklarıydı sanki. Sahil boyunca denize paralel fakat hep denize bakarak yürüyordu.”
Varlıkla yokluk arasında açılıp duran sonsuz kapılardan geçen bin yaşında adamlar; kırılmış, incitilmiş fena halde ‘kan kaybeden' kadınlar; çocukluklarında çoktan büyümüş, geleceklerini yaşayarak geçmişe giden bilge çocuklar…
Özgürlük doğduğumuzda mı, yaşamımızı yitirdikten sonra mı kazanılır? Yaşarken özgür olmadığımızı anlamak hiç de zor değil. Sahipsiz İskele, yaşayan insanların özgürlüklerinin ne kadar kolay ellerinden alınabildiğini anlatan öykülerle bizi bize anlatıyor…
Duyulmasını istemediğim için değil bu sessizliğim. Yalnız senin yağmurlarında ıslatmak için çabalıyorum. Yalnız senin damla damla gözlerine hissettirebilmek için, bu denli sakince söylüyorum. Seni seviyorum… Seni çok seviyorum…”
“ (…) Şefik, dudaklarında müstehzi bir gülüş; duraksamış, gözü öyle bomboş dalmıştı. Ne düşündüğünü kendi de çıkaramıyor. Hayat, her nedense yozlaştı, garipleşti, terk edilen bir iskele yerine koydu kendini. Uğraklığından epey kaybetmiş, ahşap kapılarının çürümesi, eli kulağında; yalnızlıkla geçen, tüm yaşamın sona ermesini bekleyen bir iskele…”
“(…) Karnında olgunlaşan yarasına elini bastırmıştı. Düşünceler içinde eli yarasını daha da derinleştirince, hayallerden sıyrıldı. Adamın ölmesini diledi Derya, hızlı adımlarına bakarken. Gözlerinden düşerken kayalaşan damlaların farkında olmadan ayakları onu taşıyordu. Nereye gittiğini bilen bu defa beyni değil ayaklarıydı sanki. Sahil boyunca denize paralel fakat hep denize bakarak yürüyordu.”
Varlıkla yokluk arasında açılıp duran sonsuz kapılardan geçen bin yaşında adamlar; kırılmış, incitilmiş fena halde ‘kan kaybeden' kadınlar; çocukluklarında çoktan büyümüş, geleceklerini yaşayarak geçmişe giden bilge çocuklar…
Özgürlük doğduğumuzda mı, yaşamımızı yitirdikten sonra mı kazanılır? Yaşarken özgür olmadığımızı anlamak hiç de zor değil. Sahipsiz İskele, yaşayan insanların özgürlüklerinin ne kadar kolay ellerinden alınabildiğini anlatan öykülerle bizi bize anlatıyor…