Yazar, edebiyatçı ve hukukçu Burhan Sönmez‘in özsözünü, bilim insanı Fikret Başkaya, yazar Mıgırdıç Margosyan, insan hakları mücadelesi önderlerinden Yavuz Önen, gazeteci İnci Tuğsavul ve gazeteci Doğan Özgüden çiftinin de “son söz“ünü (arka kapak yazıları!) kaleme aldıkları “Sarı Zarf“, Akın Birdal‘ın peşine düştüğü, halen izini sürdüğü “sarı zarf“ın öyküsüyle başlıyor.
“Sarı Zarf, aynı zamanda geçmişi bugüne bağlayan ve gelecek kuşaklara yeni sözler umutlar taşıyandır.
Sarı Zarf‘ın kendisi olmasa bile onun imgesi ve hayali yaşamımıza anlam katmaya yetiyor. Yeter ki içimizde taşıdığımız, peşine düştüğümüz, inatla bizlere ve insanlığa ilişkin izleri yitirmemek değil mi?
O anlam bazen aşktır, bazen devrimdir, bazen ekmek, barış ve özgürlüktür. Bazen de yorgun bir işçinin alın terini koluyla silmesi ya da bir çocuğun tebessümü ve sevincidir.
Bazen de Sarı Zarf, güne uyanış, bir soluk alış ve bir adımdır.
Sarı Zarf unutmaya karşı bir bellek oluşturmaktır da. Unutmamak, unutturmamak…
Velhasıl insana ilişkin uzun bir yürüyüş...“
“Anılarını kaleme alan Akın Birdal'ın geleceğe aktarmak istediği sözleri vardır; bu yüzden geçmişi yazıya döker. Bize ve sonraki kuşaklara, adeta bir yirminci yüzyıl tarihi anlatırken, yirmi birinci yüzyılın nasıl olması (aslında nasıl olmaması) gerektiğini gösterir. Herkesin hayatı, doğmadan önce, eski kuşaklarla başlar. Akın Bird- al da henüz doğmadığı bir tarihte kapıyı açar; bizi küçük bir kentin sokaklarına götürür ve elimize meçhul bir sarı zarf tutuşturur. Zarfın sarı rengi, insana hem kayıp hem de özlem duygusu verir. Geçip gidenlere dairdir o, ama geleceğe gönderilmiş bir mektubun zarfıdır aynı zamanda.
Romancı William Faulkner'ın dediği gibi: ‘Geçmiş ölü değildir, hatta geçmiş bile değildir.' Akın Birdal'ın kitabını okudukça bunu daha iyi anlarız. Bugünkü Türkiye ve bugünkü insanlar -iyi olanları da, kötü olanları da- geçmişin içinde bütün şeffaflıklarıyla yer alır. Bunu gördüğümüzde, kimine lanet ederiz (‘Neden geçip gitmemiş bunlar!'), kimine ise gönülden bağlanırız (‘iyi ki geçip tükenmemiş bu insanlar!').”
Yazar, edebiyatçı ve hukukçu Burhan Sönmez‘in özsözünü, bilim insanı Fikret Başkaya, yazar Mıgırdıç Margosyan, insan hakları mücadelesi önderlerinden Yavuz Önen, gazeteci İnci Tuğsavul ve gazeteci Doğan Özgüden çiftinin de “son söz“ünü (arka kapak yazıları!) kaleme aldıkları “Sarı Zarf“, Akın Birdal‘ın peşine düştüğü, halen izini sürdüğü “sarı zarf“ın öyküsüyle başlıyor.
“Sarı Zarf, aynı zamanda geçmişi bugüne bağlayan ve gelecek kuşaklara yeni sözler umutlar taşıyandır.
Sarı Zarf‘ın kendisi olmasa bile onun imgesi ve hayali yaşamımıza anlam katmaya yetiyor. Yeter ki içimizde taşıdığımız, peşine düştüğümüz, inatla bizlere ve insanlığa ilişkin izleri yitirmemek değil mi?
O anlam bazen aşktır, bazen devrimdir, bazen ekmek, barış ve özgürlüktür. Bazen de yorgun bir işçinin alın terini koluyla silmesi ya da bir çocuğun tebessümü ve sevincidir.
Bazen de Sarı Zarf, güne uyanış, bir soluk alış ve bir adımdır.
Sarı Zarf unutmaya karşı bir bellek oluşturmaktır da. Unutmamak, unutturmamak…
Velhasıl insana ilişkin uzun bir yürüyüş...“
“Anılarını kaleme alan Akın Birdal'ın geleceğe aktarmak istediği sözleri vardır; bu yüzden geçmişi yazıya döker. Bize ve sonraki kuşaklara, adeta bir yirminci yüzyıl tarihi anlatırken, yirmi birinci yüzyılın nasıl olması (aslında nasıl olmaması) gerektiğini gösterir. Herkesin hayatı, doğmadan önce, eski kuşaklarla başlar. Akın Bird- al da henüz doğmadığı bir tarihte kapıyı açar; bizi küçük bir kentin sokaklarına götürür ve elimize meçhul bir sarı zarf tutuşturur. Zarfın sarı rengi, insana hem kayıp hem de özlem duygusu verir. Geçip gidenlere dairdir o, ama geleceğe gönderilmiş bir mektubun zarfıdır aynı zamanda.
Romancı William Faulkner'ın dediği gibi: ‘Geçmiş ölü değildir, hatta geçmiş bile değildir.' Akın Birdal'ın kitabını okudukça bunu daha iyi anlarız. Bugünkü Türkiye ve bugünkü insanlar -iyi olanları da, kötü olanları da- geçmişin içinde bütün şeffaflıklarıyla yer alır. Bunu gördüğümüzde, kimine lanet ederiz (‘Neden geçip gitmemiş bunlar!'), kimine ise gönülden bağlanırız (‘iyi ki geçip tükenmemiş bu insanlar!').”