Ocak sonunda bir cenaze töreni gördüm televizyonlarda. Tüm kanallar ağız birliği etmiş evlat acısından söz ediyorlardı. Kara gözlüklü adamlar geçiyordu ekranın önünden, sarılıp kucaklaşmalar vardı, bir de kirli gözyaşları. Benim gözümün önündense yakılan köyler geçiyordu. Hakkari çöplüğünden yemek artıkları toplayan aç çocuklar, Diyarbakır'da çamurun içinden yiyecek kapmaya çalışan yüzlerce kadın. Evinden alınıp, resmi araçlarla götürülen ve bir daha geri dönmeyenler; Vedat Aydın, Metin Can, Faik Candan, Ayşenur Şimşek, Talat Türkoğlu, Hasan Ocak. Vurulanlar, infazlarda gidenler, ölüme yatanlar.
Ne çocuklar sevdik, canımızdılar. Kaybolan çocuklarını aradıkları için yerlerde sürüklenen yaşlı analar, babaları geliyor aklıma, Kimsesizler Mezarlığı, umutsuzca kendi çiçeklerini arayan sayılamayacak kadar çok onlarca insan.
Ocak sonu bir cenaze töreninden görüntüler yayınladı medya. Spikerlerin sesleri hüzün doluydu. İbret verici bir törendi bu. Cumartesi eyleminin 59. haftasında götürülürken “Benim ne suçum var! Bırakın beni, ben vatandaşım!” diye bağıran “Sıradan” yurttaşı düşündüm. O, suçunun sessiz kalmak olduğunu, belki sıra kendine geldiğinde anlayacaktı. Ama televizyonda akan cenaze görüntülerinde “Suçlular” geçiyordu. Birbirlerinin kuyusunu kazanlar, çetelerden söz edenler sarılıp kucaklaştılar. Bütün eller, ayaklar oradaydı, devletin bir parçası olan acılı babayı sarıp sarmaladılar, ne de olsa bir milliyetperver vardı karşılarında. Ne yaptıysa vatan ve millet için yapmıştı. Bu arada birazcık hizadan çıktığı söylenebilirdi belki. Caniler çağında, yitik oğulların kızların ülkesinde ibret verici bir seramoni izledik hepimiz.