#smrgSAHAF Ulysses - 2008
On kardeşin en büyüğü olan Joyce, altı yaşındayken gönderildiği yatılı bir Cizvit okulunda 1891'e kadar okudu; birkaç ay bir Hıristiyan Kardeşler okuluna gitmesinin dışında, iki yıl boyunca annesinin yardımıyla kendini eğitti. 1893'te Dublin'deki Cizvit okuluna ücretsiz olarak kabul edildi. Daha sonra yine Dublin'deki University College'e girdi. Cizvit rahiplerinin ders verdiği bu okulda dil öğrenimi gördü. Kitap okumaya ve okul dışı etkinliklere büyük zaman ayırdı, hayran olduğu Henrik Ibsen'in oyunlarını aslından okuyabilmek için Dan-Norveç dilini öğrendi. 18 yaşındayken, Ibsen'in “Biz Ölüler Uyanınca” oyunu üzerine yazdığı denemenin Londra'da çıkan bir dergide yayımlanmasının getirdiği erken başarı, ona yazar olma yolunu açtı. Kitap eleştirileri ve şiirler yazarak başladığı yazı yaşamını, daha sonra, yaşamındaki birtakım olayları kaynak alarak yazdığı ilk romanı Stephen Hero ile sürdürdü. Bu kitabı sonradan A Portrait of the Artist as a Young Man adıyla yeniden yazdı. (1916'da ABD ve İngiltere baskıları art arda yayımlanan bu roman, Murat Belge tarafından Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi adıyla Türkçeye çevrilmiştir.) Bu arada 1914'te Dubliners (Dublinliler, Murat Belge) adıyla yayımlanacak olan öykülerini, tek oyunu olan Exiles'ı (Sürgünler, Selçuk Yönel) ve şiirlerin (Bütün Şiirler, Osman Çakmakçı) yazmayı da sürdürüyordu.
Joyce, Ulysses'ı ilk kez, 1906 yılında Roma'da bir bankada çalışırken Dubliners'a eklenecek bir öykü olarak düşünmüştü. Bu öyküyü hiçbir zaman yazmadı; bunun yerine 1914'te roman olarak yazmayı tasarladı, aynı yıl içinde de kitabı yazmaya başladı. Ulysses, Mart 1918'de ABD'de çıkan Little Review dergisinde dizi biçiminde yayımlanmaya başladı; Joyce bir yandan yazarken bir yandan da yazdıklarında değişiklikler ve düzeltiler yapmayı sürdürüyordu. Roman, dergide yayını sürerken, 1920'de yasaklandı ve kitap olarak ancak 1922'de Joyce'un yaş günü olan 2 Şubat'ta Paris'te Shakespeare and Co. kitabevinin sahibesi Sylvia Beach'in çabalarıyla yayımlanabildi. Joyce ertesi yıl, son romanı olan Finnegans Wake'e başladı. Bu roman 1939'da yayımlandı. Joyce 1941'de öldüğünde, Finnegans Wake'in ilgi görmemesi yüzünden düşkırıklığı içindeydi. oysa bugün, bu kitap hem Joyce'un hem de 20. yüzyıl edebiyatının başyapıtlarından biri kabul edilmektedir.
Joyce, 1904'te Nora Barnacle adında bir genç kadınla tanışmıştı. (Nora Barnacle ile 1931'de, evliliğe karşı olmasına rağmen, kızının ısrarları üzerine evlendi.) Ulysses, Joyce'un kendi anlatımıyla Nora Barnacle'ı sevdiğini anladığı gün olan 16 Haziran 1904 günü Dublin'de geçer. (Romanın asıl kahramanı bir bakıma Dublin kentidir. Her yıl 16 Haziran günü Dublin'de düzenlenen “Bloomsday” yani Bloomgünü'nde, kitaptaki bölümlerde geçen yerlerin dolaşıldığı turlar düzenlenmektedir.) Konu, özünde son derece yalındır: Öğrenci Stephen Dedalus ile serbest çalışan Yahudi asıllı bir reklam toplayıcısı olan Leopold Bloom'un karşılaş(tırıl)maları. Ancak asıl anlatılan, bu iki kişinin bireysel kimliklerini aşan daha büyük bir gerçeğin parçası olduklarıdır: Stephen “sanatsal” doğanın, Bloom ise “bilimsel” doğanın temsilcileridir. Öte yandan, bu iki dışlanmış kişilik, hem Joyce hem de birbirleri için de özel bir öneme sahiptirler: Stephen, Joyce'un gençliğinin, Bloom ise olgunluğunun yansımalarıdır; Bloom, Stephen'ın, deyim yerindeyse, “manevi babası”dır vb. Ama kitabın edebiyat açısından asıl önemi, çatısının Homeros'un destanı Odysseia ile simgesel koşutluğundan ve Joyce'un kullandığı değişik teknik ve biçemlerden, özellikle de 18. ve son bölümde Bloom'un karısı Molly'nin düşüncelerinin yansıtıldığı “bilinç akışı”ndan gelir.
Ulysses, yılar boyunca, kimine birkaç kez olmak üzere, Fransızca, Almanca, İtalyanca gibi bellibaşlı dillere, bu arada Çince gibi “uzak” dillere de çevrildi; üzerine onlarca kitap yazıldı. Türk okuru ise, şimdiye kadar ancak, içlerinde özellikle Doğu ve Uzakdoğu gizemciliği ve Geştalt terapisi üzerine çeviri vb. etkinliklerinden tanıdığımız Nevzat Erkmen'in de bulunduğu, bir iki çevirmenin, deyim yerindeyse “cüret ettiği” deneme niteliğindeki “parça” çevirileriyle yetinmek zorunda kalmıştı. Kitabın “tam ve tekmil” çeviri serüveni, 1991'de Yapı Kredi Yayınları Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi'nin kurulmasıyla başladı. Ulysses, danışma kurulunun dizide yayımlanmak için ilk seçtiği kitaplar arasındaydı. Yarışmaya gönderilen deneme çevirelerinden Nevzat Erkmen'in çevirisi yayımlanmak için uygun bulundu ve Nevzat Erkmen yoğun bir şekilde çalışmaya başladı (1992). Dört yıl süren zorlu bir uğraştan sonra, geçtiğimiz aylarda biten çeviri, Enis Batur'un da redaksiyonundan geçtikten sonra yayımlanmaya hazır duruma geldi. Kitap, Enis Batur'un “Joyce'un Kulesi” başlıklı “Ön-Söz”ü ve “1992'de Bir ‘Ulysses', 1984'te Bir Başka ‘Ulysses'” başlıklı “Arka-Söz”ü ile sunuluyor. Böylece, Nevzat Erkmen'in kitabı yazdığı “Çevirmenin Sözü”nde söylediği gibi: “Joyce'un ulusesi” nihayet Türkçede…
On kardeşin en büyüğü olan Joyce, altı yaşındayken gönderildiği yatılı bir Cizvit okulunda 1891'e kadar okudu; birkaç ay bir Hıristiyan Kardeşler okuluna gitmesinin dışında, iki yıl boyunca annesinin yardımıyla kendini eğitti. 1893'te Dublin'deki Cizvit okuluna ücretsiz olarak kabul edildi. Daha sonra yine Dublin'deki University College'e girdi. Cizvit rahiplerinin ders verdiği bu okulda dil öğrenimi gördü. Kitap okumaya ve okul dışı etkinliklere büyük zaman ayırdı, hayran olduğu Henrik Ibsen'in oyunlarını aslından okuyabilmek için Dan-Norveç dilini öğrendi. 18 yaşındayken, Ibsen'in “Biz Ölüler Uyanınca” oyunu üzerine yazdığı denemenin Londra'da çıkan bir dergide yayımlanmasının getirdiği erken başarı, ona yazar olma yolunu açtı. Kitap eleştirileri ve şiirler yazarak başladığı yazı yaşamını, daha sonra, yaşamındaki birtakım olayları kaynak alarak yazdığı ilk romanı Stephen Hero ile sürdürdü. Bu kitabı sonradan A Portrait of the Artist as a Young Man adıyla yeniden yazdı. (1916'da ABD ve İngiltere baskıları art arda yayımlanan bu roman, Murat Belge tarafından Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi adıyla Türkçeye çevrilmiştir.) Bu arada 1914'te Dubliners (Dublinliler, Murat Belge) adıyla yayımlanacak olan öykülerini, tek oyunu olan Exiles'ı (Sürgünler, Selçuk Yönel) ve şiirlerin (Bütün Şiirler, Osman Çakmakçı) yazmayı da sürdürüyordu.
Joyce, Ulysses'ı ilk kez, 1906 yılında Roma'da bir bankada çalışırken Dubliners'a eklenecek bir öykü olarak düşünmüştü. Bu öyküyü hiçbir zaman yazmadı; bunun yerine 1914'te roman olarak yazmayı tasarladı, aynı yıl içinde de kitabı yazmaya başladı. Ulysses, Mart 1918'de ABD'de çıkan Little Review dergisinde dizi biçiminde yayımlanmaya başladı; Joyce bir yandan yazarken bir yandan da yazdıklarında değişiklikler ve düzeltiler yapmayı sürdürüyordu. Roman, dergide yayını sürerken, 1920'de yasaklandı ve kitap olarak ancak 1922'de Joyce'un yaş günü olan 2 Şubat'ta Paris'te Shakespeare and Co. kitabevinin sahibesi Sylvia Beach'in çabalarıyla yayımlanabildi. Joyce ertesi yıl, son romanı olan Finnegans Wake'e başladı. Bu roman 1939'da yayımlandı. Joyce 1941'de öldüğünde, Finnegans Wake'in ilgi görmemesi yüzünden düşkırıklığı içindeydi. oysa bugün, bu kitap hem Joyce'un hem de 20. yüzyıl edebiyatının başyapıtlarından biri kabul edilmektedir.
Joyce, 1904'te Nora Barnacle adında bir genç kadınla tanışmıştı. (Nora Barnacle ile 1931'de, evliliğe karşı olmasına rağmen, kızının ısrarları üzerine evlendi.) Ulysses, Joyce'un kendi anlatımıyla Nora Barnacle'ı sevdiğini anladığı gün olan 16 Haziran 1904 günü Dublin'de geçer. (Romanın asıl kahramanı bir bakıma Dublin kentidir. Her yıl 16 Haziran günü Dublin'de düzenlenen “Bloomsday” yani Bloomgünü'nde, kitaptaki bölümlerde geçen yerlerin dolaşıldığı turlar düzenlenmektedir.) Konu, özünde son derece yalındır: Öğrenci Stephen Dedalus ile serbest çalışan Yahudi asıllı bir reklam toplayıcısı olan Leopold Bloom'un karşılaş(tırıl)maları. Ancak asıl anlatılan, bu iki kişinin bireysel kimliklerini aşan daha büyük bir gerçeğin parçası olduklarıdır: Stephen “sanatsal” doğanın, Bloom ise “bilimsel” doğanın temsilcileridir. Öte yandan, bu iki dışlanmış kişilik, hem Joyce hem de birbirleri için de özel bir öneme sahiptirler: Stephen, Joyce'un gençliğinin, Bloom ise olgunluğunun yansımalarıdır; Bloom, Stephen'ın, deyim yerindeyse, “manevi babası”dır vb. Ama kitabın edebiyat açısından asıl önemi, çatısının Homeros'un destanı Odysseia ile simgesel koşutluğundan ve Joyce'un kullandığı değişik teknik ve biçemlerden, özellikle de 18. ve son bölümde Bloom'un karısı Molly'nin düşüncelerinin yansıtıldığı “bilinç akışı”ndan gelir.
Ulysses, yılar boyunca, kimine birkaç kez olmak üzere, Fransızca, Almanca, İtalyanca gibi bellibaşlı dillere, bu arada Çince gibi “uzak” dillere de çevrildi; üzerine onlarca kitap yazıldı. Türk okuru ise, şimdiye kadar ancak, içlerinde özellikle Doğu ve Uzakdoğu gizemciliği ve Geştalt terapisi üzerine çeviri vb. etkinliklerinden tanıdığımız Nevzat Erkmen'in de bulunduğu, bir iki çevirmenin, deyim yerindeyse “cüret ettiği” deneme niteliğindeki “parça” çevirileriyle yetinmek zorunda kalmıştı. Kitabın “tam ve tekmil” çeviri serüveni, 1991'de Yapı Kredi Yayınları Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi'nin kurulmasıyla başladı. Ulysses, danışma kurulunun dizide yayımlanmak için ilk seçtiği kitaplar arasındaydı. Yarışmaya gönderilen deneme çevirelerinden Nevzat Erkmen'in çevirisi yayımlanmak için uygun bulundu ve Nevzat Erkmen yoğun bir şekilde çalışmaya başladı (1992). Dört yıl süren zorlu bir uğraştan sonra, geçtiğimiz aylarda biten çeviri, Enis Batur'un da redaksiyonundan geçtikten sonra yayımlanmaya hazır duruma geldi. Kitap, Enis Batur'un “Joyce'un Kulesi” başlıklı “Ön-Söz”ü ve “1992'de Bir ‘Ulysses', 1984'te Bir Başka ‘Ulysses'” başlıklı “Arka-Söz”ü ile sunuluyor. Böylece, Nevzat Erkmen'in kitabı yazdığı “Çevirmenin Sözü”nde söylediği gibi: “Joyce'un ulusesi” nihayet Türkçede…