Bizans'tan kalan yegane eseri Kızkulesi ile farklılaşan, antik devirlerden beri bilinen ve oturulan, Osmanlı Devri'nde bir oya gibi itinayla işlenip güzelleşen, hiç birinin diğerinin "görme hakkını" engellemediği denize açılan yalıları, cumbalı güzelim ahşap evlerinin süslediği sokakları, koruları, köşkleri, çarşıları ve hamamları, camileri, kiliseleri ve sinagoguyla Üsküdar; adı kendisine en çok yakışan altın şehirdir. Şairin ifadesiyle "her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar", fotoğraflara yerleştiğinde deyim yerindeyse fotoğraflardan taşan bir özellik gösterir.
Osmanlı fotoğrafçılığın temellerinin atıldığı 1850'lerde Carlo Naya'dan, James Robertson'a, Kargopoula'dan Bergrenn'e, adı fotoğraf sanatı içinde öne çıkan isimler, objektiflerini sıklıkla Üsküdar'a çevirmişlerdir. Zira Üsküdar'da çekilen karelerde, fotoğraflara zenginlik katan öğeler bir hayli fazladır. Yine o yıllardan itibaren Üsküdar'ı görüntüleyen fotoğrafçıların arasında Abdullah biraderler ve Sebah & Joaillier de bulunur. Erken dönem Üsküdar görüntüleri, genel olarak şehrin abidelerine ve panoramik görünümlerine yönelik çekimlerdir. Sonraki dönemlerde asker kökenli fotoğrafçılardan Ali Enis'e, Hilmi Şahenk'ten Ara Güler'e kadar pek çok usta, Üsküdar'ın sokak dokusundan insan hayatına birçok ayrıntısını görüntülemişlerdir. 'Bir ulu rüyayı görenler şehri Üsküdar' adını taşıyan bu albüm, tarihî miras yönünden detaylı biçimde ilk kez gün ışığına çıkan fotoğraflarla Üsküdar'ı belgelemektedir. Bu anlamda Üsküdar, gelecek zamanlara uzanan yürüyüşünü fotoğraf karelerinden taşarcasına sürdürmektedir. Bizlere düşen, her şeyden evvel Üsküdar'ın sahip olduğu bu engin mirasın farkına varmaktır. Zira bir şehrin farkına varmak, onun ruhuna dokunmak ve böylece o ruhun sonsuzluğunda geleceğe kalmaktır. (Şömizden)
Bizans'tan kalan yegane eseri Kızkulesi ile farklılaşan, antik devirlerden beri bilinen ve oturulan, Osmanlı Devri'nde bir oya gibi itinayla işlenip güzelleşen, hiç birinin diğerinin "görme hakkını" engellemediği denize açılan yalıları, cumbalı güzelim ahşap evlerinin süslediği sokakları, koruları, köşkleri, çarşıları ve hamamları, camileri, kiliseleri ve sinagoguyla Üsküdar; adı kendisine en çok yakışan altın şehirdir. Şairin ifadesiyle "her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar", fotoğraflara yerleştiğinde deyim yerindeyse fotoğraflardan taşan bir özellik gösterir.
Osmanlı fotoğrafçılığın temellerinin atıldığı 1850'lerde Carlo Naya'dan, James Robertson'a, Kargopoula'dan Bergrenn'e, adı fotoğraf sanatı içinde öne çıkan isimler, objektiflerini sıklıkla Üsküdar'a çevirmişlerdir. Zira Üsküdar'da çekilen karelerde, fotoğraflara zenginlik katan öğeler bir hayli fazladır. Yine o yıllardan itibaren Üsküdar'ı görüntüleyen fotoğrafçıların arasında Abdullah biraderler ve Sebah & Joaillier de bulunur. Erken dönem Üsküdar görüntüleri, genel olarak şehrin abidelerine ve panoramik görünümlerine yönelik çekimlerdir. Sonraki dönemlerde asker kökenli fotoğrafçılardan Ali Enis'e, Hilmi Şahenk'ten Ara Güler'e kadar pek çok usta, Üsküdar'ın sokak dokusundan insan hayatına birçok ayrıntısını görüntülemişlerdir. 'Bir ulu rüyayı görenler şehri Üsküdar' adını taşıyan bu albüm, tarihî miras yönünden detaylı biçimde ilk kez gün ışığına çıkan fotoğraflarla Üsküdar'ı belgelemektedir. Bu anlamda Üsküdar, gelecek zamanlara uzanan yürüyüşünü fotoğraf karelerinden taşarcasına sürdürmektedir. Bizlere düşen, her şeyden evvel Üsküdar'ın sahip olduğu bu engin mirasın farkına varmaktır. Zira bir şehrin farkına varmak, onun ruhuna dokunmak ve böylece o ruhun sonsuzluğunda geleceğe kalmaktır. (Şömizden)