#smrgKİTABEVİ Alman Felsefesi Üstüne Diyalog - 2017

Kondisyon:
Yeni
Basıldığı Matbaa:
Yaylacık Matbaası
Dizi Adı:
Edebiyat
ISBN-10:
9786053161103
Kargoya Teslim Süresi:
4&6
Hazırlayan:
Jan Völker, Savaş Kılıç
Cilt:
İplik Dikişli
Stok Kodu:
1199196639
Boyut:
14x20
Sayfa Sayısı:
96 s.
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2017
Çeviren:
A. Nüvit Bingöl, Levent Konca
Kapak Türü:
Ciltli
Kağıt Türü:
1. Hamur
Dili:
Türkçe
Orijinal Adı:
Deutsche Philosophie Ein Dialog
Kategori:
indirimli
80,94
Havale/EFT ile: 78,51
Siparişiniz 4&6 iş günü arasında kargoda
1199196639
582639
Alman Felsefesi Üstüne Diyalog -        2017
Alman Felsefesi Üstüne Diyalog - 2017 #smrgKİTABEVİ
80.94
İki filozof arasında hakiki bir tartışma: Alman felsefesinden, yani Kant, Hegel, Marx, Heidegger ve Adorno'dan yola çıkıp hem genel olarak felsefeyi hem de kendi pozisyonlarını tartışıyorlar. Birbirlerine şakacıktan değil gerçekten “vuruyorlar”. Jan Völker'in felsefi tartışmanın imkânı ve rolü üstüne düşünen güzel sonsözüyle beraber bu diyalog diğer Metis Diyaloglar'ın bıraktığı yerden birlikte düşünmenin yollarını araştırıyor.

Nancy - Soruların sırasını biraz bozacak olsa bile şu soruyu yöneltmek istiyorum sana: Felsefe neden ortaya çıktı?
Badiou - Bana mı soruyorsun?
Nancy - Evet evet, sana!
Badiou - Bana sormakta haklısın, çünkü neden başladığını çok iyi biliyorum. Felsefe ortaya çıktı, çünkü matematik ortaya çıktı.
Nancy - Matematik neden ortaya çıktı?
Badiou - İşte bunu bilmiyorum. …
Nancy - tek başına Antik Yunan matematiğin, felsefenin ve siyasetin doğuşudur. Fakat bu doğumun olmasının nedeni bir dünyanın değişmiş olması.
Badiou - Elbette öyle. Fakat bir dünyanın değişmiş olması ile bu dünyanın değişiminin doğasını ayırt edemediğin için olaysal olana dönüyoruz. O anda dünyanın neden değiştiğini ben sana sorayım.
Nancy - Peki. Ben de söyleyeceğim.
Badiou - Söyleyeceksin öyle mi?
Nancy - Çünkü tanrılar çekip gitti. …

Jan Völker— Başlangıç için oldukça genel bir soru sormak istiyorum. Alman felsefesi ikinizin de eserlerinde önemli bir rol oynuyor: keza felsefenin mevcudiyeti, güncelliği, çağdaş zamana müdahalesi meselesi de öyle. Fransa ile Almanya arasındaki felsefi ilişkilerin şimdiki halini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Alain Badiou— Ben felsefenin süreksiz bir şekilde var olduğunu düşünüyorum. Bana göre felsefi uğraklar var. Süreklilik ve gelenek fikri, ne olursa olsun akademik bir fikir. Felsefenin her yerde ve her daim var olduğu, insanın felsefe yapan bir hayvan olduğu fikriyse çağdaş gazeteciliğin bir kanısıdır. Süreksiz olan felsefi uğraklar var ve tarihte bunlar tespit edilebilir. Elbette felsefenin büyük Antik Yunan uğrağı olmuştu. Daha sonra Antik Yunan uğrağına eklenen büyük bir Arap uğrağı oldu. Descartes'tan itibaren Malebranche, Spinoza ve Leibniz'le birlikte on yedinci yüzyılda felsefenin Fransız uğrağından söz edebiliriz bence – her ne kadar Leibniz Alman ve Spinoza Hollanda Yahudisi olsa da. On yedinci yüzyıl sonu, on sekizinci yüzyıl başında Locke, Hobbes, Hume ile bir İngiliz uğrağı ve daha sonra Kant, Fichte, Schelling, Hegel ile Alman idealizmi olarak bilinen bir Alman uğrağı oldu. Yirminci yüzyılda fenomenoloji etrafında seyreden Fransız-Alman uğrağı gibi bir şeyin meydana geldiğini düşünüyorum. Bu uğrak oldukça erken bir zamanda Husserl'le başladı, daha sonra Heidegger'le devam etti ve Fransa'da Merleau-Ponty ve savaştan hemen önce Berlin'e gitmiş olan Sartre vardı. Günümüzdeki durum ise, bir risk alarak söyleyecek olursam, belki Fransız uğrağının sonudur. Fransız uğrağının akademik popülerliğine büyük düzeyde katkı yapmış Amerikalıların dediği gibi “the French touch” (Fransız dokunuşu). Ayrıca yakından bakılırsa bu uğrak daha ziyade Fransız-Sloven uğrağıdır: Slavoj Zizek ve onun peşinden gelenleri unutmayalım. Dediğim gibi bu uğrak fenomenolojide ve dahası Derrida, Lacoue-Labarthe, Nancy, Ricoeur'ün Heidegger ile karmaşık ilişkisinde başladı. Bilhassa Lacan ve Foucault'nun damgasını vurduğu Fransız yapısalcılığı üzerinden devam etti... İşte söz konusu girişimin hayatta kalmış iki geç temsilcisi var karşınızda.

Peki bir Fransız-Alman uğrağı olarak doğan ve yavaş yavaş Amerika'da Fransa'yı temsil etme noktasına gelecek kadar Fransızlaşan bu Fransız uğrağı neydi? Bana göre felsefeyi, yeni bir yer adını vereceğim şeyde tesis etme girişimiydi. Felsefeyi akademik olarak kısıtlamamak, çok canlı bir tarzda kendi dışarısıyla ilişkiye sokmak; edebiyat, resim, sinema, matematik, psikanalizle beslemek ve ayrıca Deleuze'ün yaptığı gibi, Nietzsche ve Bergson'un dirimselciliğini canlandırmak söz konusuydu. Dolayısıyla tüm bu düşünürler felsefeyi yenilenmiş bir eleştirel konumda tesis etmeyi de arzuluyordu: siyasetle sıkı bir bağ kurmaya vesile olacak bir konum. Elbette farklı yönelimler vardı. Derrida ile yapısöküm ortaya çıktı. Lyotard ile postmodernler ortaya çıktı. Lacoue-Labarthe ve Nancy ile Strasbourg ekolü oluştu. Bunların yanı sıra benimki gibi, neoklasik olduğunu seve seve kabul edeceğim bazı girişimler de oldu. Bu genel bakışın sonucunda Fransa ile Almanya arasındaki felsefi ilişkinin otuzlu yıllar ile altmışlı yıllar veya biraz ötesi arasında bir büyük yakınlık, büyük alışverişler döneminden geçmiş olduğunu düşünüyorum – her koşulda azımsanamayacak şekilde İkinci Dünya Savaşı'nı da başarıyla atlatmış çok uzun bir dönem.

İki filozof arasında hakiki bir tartışma: Alman felsefesinden, yani Kant, Hegel, Marx, Heidegger ve Adorno'dan yola çıkıp hem genel olarak felsefeyi hem de kendi pozisyonlarını tartışıyorlar. Birbirlerine şakacıktan değil gerçekten “vuruyorlar”. Jan Völker'in felsefi tartışmanın imkânı ve rolü üstüne düşünen güzel sonsözüyle beraber bu diyalog diğer Metis Diyaloglar'ın bıraktığı yerden birlikte düşünmenin yollarını araştırıyor.

Nancy - Soruların sırasını biraz bozacak olsa bile şu soruyu yöneltmek istiyorum sana: Felsefe neden ortaya çıktı?
Badiou - Bana mı soruyorsun?
Nancy - Evet evet, sana!
Badiou - Bana sormakta haklısın, çünkü neden başladığını çok iyi biliyorum. Felsefe ortaya çıktı, çünkü matematik ortaya çıktı.
Nancy - Matematik neden ortaya çıktı?
Badiou - İşte bunu bilmiyorum. …
Nancy - tek başına Antik Yunan matematiğin, felsefenin ve siyasetin doğuşudur. Fakat bu doğumun olmasının nedeni bir dünyanın değişmiş olması.
Badiou - Elbette öyle. Fakat bir dünyanın değişmiş olması ile bu dünyanın değişiminin doğasını ayırt edemediğin için olaysal olana dönüyoruz. O anda dünyanın neden değiştiğini ben sana sorayım.
Nancy - Peki. Ben de söyleyeceğim.
Badiou - Söyleyeceksin öyle mi?
Nancy - Çünkü tanrılar çekip gitti. …

Jan Völker— Başlangıç için oldukça genel bir soru sormak istiyorum. Alman felsefesi ikinizin de eserlerinde önemli bir rol oynuyor: keza felsefenin mevcudiyeti, güncelliği, çağdaş zamana müdahalesi meselesi de öyle. Fransa ile Almanya arasındaki felsefi ilişkilerin şimdiki halini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Alain Badiou— Ben felsefenin süreksiz bir şekilde var olduğunu düşünüyorum. Bana göre felsefi uğraklar var. Süreklilik ve gelenek fikri, ne olursa olsun akademik bir fikir. Felsefenin her yerde ve her daim var olduğu, insanın felsefe yapan bir hayvan olduğu fikriyse çağdaş gazeteciliğin bir kanısıdır. Süreksiz olan felsefi uğraklar var ve tarihte bunlar tespit edilebilir. Elbette felsefenin büyük Antik Yunan uğrağı olmuştu. Daha sonra Antik Yunan uğrağına eklenen büyük bir Arap uğrağı oldu. Descartes'tan itibaren Malebranche, Spinoza ve Leibniz'le birlikte on yedinci yüzyılda felsefenin Fransız uğrağından söz edebiliriz bence – her ne kadar Leibniz Alman ve Spinoza Hollanda Yahudisi olsa da. On yedinci yüzyıl sonu, on sekizinci yüzyıl başında Locke, Hobbes, Hume ile bir İngiliz uğrağı ve daha sonra Kant, Fichte, Schelling, Hegel ile Alman idealizmi olarak bilinen bir Alman uğrağı oldu. Yirminci yüzyılda fenomenoloji etrafında seyreden Fransız-Alman uğrağı gibi bir şeyin meydana geldiğini düşünüyorum. Bu uğrak oldukça erken bir zamanda Husserl'le başladı, daha sonra Heidegger'le devam etti ve Fransa'da Merleau-Ponty ve savaştan hemen önce Berlin'e gitmiş olan Sartre vardı. Günümüzdeki durum ise, bir risk alarak söyleyecek olursam, belki Fransız uğrağının sonudur. Fransız uğrağının akademik popülerliğine büyük düzeyde katkı yapmış Amerikalıların dediği gibi “the French touch” (Fransız dokunuşu). Ayrıca yakından bakılırsa bu uğrak daha ziyade Fransız-Sloven uğrağıdır: Slavoj Zizek ve onun peşinden gelenleri unutmayalım. Dediğim gibi bu uğrak fenomenolojide ve dahası Derrida, Lacoue-Labarthe, Nancy, Ricoeur'ün Heidegger ile karmaşık ilişkisinde başladı. Bilhassa Lacan ve Foucault'nun damgasını vurduğu Fransız yapısalcılığı üzerinden devam etti... İşte söz konusu girişimin hayatta kalmış iki geç temsilcisi var karşınızda.

Peki bir Fransız-Alman uğrağı olarak doğan ve yavaş yavaş Amerika'da Fransa'yı temsil etme noktasına gelecek kadar Fransızlaşan bu Fransız uğrağı neydi? Bana göre felsefeyi, yeni bir yer adını vereceğim şeyde tesis etme girişimiydi. Felsefeyi akademik olarak kısıtlamamak, çok canlı bir tarzda kendi dışarısıyla ilişkiye sokmak; edebiyat, resim, sinema, matematik, psikanalizle beslemek ve ayrıca Deleuze'ün yaptığı gibi, Nietzsche ve Bergson'un dirimselciliğini canlandırmak söz konusuydu. Dolayısıyla tüm bu düşünürler felsefeyi yenilenmiş bir eleştirel konumda tesis etmeyi de arzuluyordu: siyasetle sıkı bir bağ kurmaya vesile olacak bir konum. Elbette farklı yönelimler vardı. Derrida ile yapısöküm ortaya çıktı. Lyotard ile postmodernler ortaya çıktı. Lacoue-Labarthe ve Nancy ile Strasbourg ekolü oluştu. Bunların yanı sıra benimki gibi, neoklasik olduğunu seve seve kabul edeceğim bazı girişimler de oldu. Bu genel bakışın sonucunda Fransa ile Almanya arasındaki felsefi ilişkinin otuzlu yıllar ile altmışlı yıllar veya biraz ötesi arasında bir büyük yakınlık, büyük alışverişler döneminden geçmiş olduğunu düşünüyorum – her koşulda azımsanamayacak şekilde İkinci Dünya Savaşı'nı da başarıyla atlatmış çok uzun bir dönem.

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat