#smrgKİTABEVİ Almanya ve Türkiye Özelinde Kültürlerarası İletişim: Oryantalist - Oksidontalist Bağlamda Paralel Toplum, Diyalog, Empati ve Etkileşim -
Süreç ne yazık ki Doğunun aleyhine işlemektedir… Savaş, katliam ve tecimsel gerekçelerle yaşanan kitlesel göçler bu durumun açık bir göstergesidir. Kültürel açıdan irtifa kaybeden, siyasal ve finansal mülahazalarla (oryantalistler tarafından) kıskaca alınan Doğunun mağdurları, güvenli liman olarak gördükleri Batıdaki coğrafyalarda yeni vatanlar aramaya başlamışlardır. Ancak tekdüze bir dünya yaratma çabası içerisindeki Batı, bu kültürlerin kendisi gibi düşünmesini ve kendisine benzemesini istemektedir. Bu nedenle ülkelerine göç etmek zorunda bırakılan yabancıların (özellikle Müslümanların) ‘paralel yaşam' tarzına mukavemet göstermekte, asimilasyon kaygısıyla direnç gösterenleri ise dışlamaktadır. Empati fukarası Batının bu tutumu, kuşkusuz orijini ve etimolojisi kendisine ait olan ‘hümanizma' ve ‘demokrasi' felsefeleriyle çelişmektedir.
Temel sorun belki de 'farklı olanlarla birlikte aynı dünyayı nasıl paylaşabiliriz?' düzleminde ve gizeminde yatıyor. Gerçekten ‘insanlık' birlikte yaşamayı ve paylaşmayı başarabilir mi? Kimsenin, bizim gibi olmalarının ve düşünmelerinin beklentisi içerisinde olmadan! Tüm bu önyargılardan arınabilmek bir ütopya değil aslında. Duygudaşlık kurarak (empatiyle) başarabiliriz. Yeter ki medya aradan çekilsin! Ancak bizden farklı olanları da anlayabilmek için meselenin boyutlarının ve ‘kültürlerarası iletişim' kurabilmenin yöntemlerinin de bilinmesi ve içselleştirilmesi gerekir… Özellikle Almanya özelinde yapılmış olan ampirik araştırmalarla desteklenen elinizdeki kitap, bahsi geçen bu olguları kuramsal perspektiften de irdelemektedir.
Süreç ne yazık ki Doğunun aleyhine işlemektedir… Savaş, katliam ve tecimsel gerekçelerle yaşanan kitlesel göçler bu durumun açık bir göstergesidir. Kültürel açıdan irtifa kaybeden, siyasal ve finansal mülahazalarla (oryantalistler tarafından) kıskaca alınan Doğunun mağdurları, güvenli liman olarak gördükleri Batıdaki coğrafyalarda yeni vatanlar aramaya başlamışlardır. Ancak tekdüze bir dünya yaratma çabası içerisindeki Batı, bu kültürlerin kendisi gibi düşünmesini ve kendisine benzemesini istemektedir. Bu nedenle ülkelerine göç etmek zorunda bırakılan yabancıların (özellikle Müslümanların) ‘paralel yaşam' tarzına mukavemet göstermekte, asimilasyon kaygısıyla direnç gösterenleri ise dışlamaktadır. Empati fukarası Batının bu tutumu, kuşkusuz orijini ve etimolojisi kendisine ait olan ‘hümanizma' ve ‘demokrasi' felsefeleriyle çelişmektedir.
Temel sorun belki de 'farklı olanlarla birlikte aynı dünyayı nasıl paylaşabiliriz?' düzleminde ve gizeminde yatıyor. Gerçekten ‘insanlık' birlikte yaşamayı ve paylaşmayı başarabilir mi? Kimsenin, bizim gibi olmalarının ve düşünmelerinin beklentisi içerisinde olmadan! Tüm bu önyargılardan arınabilmek bir ütopya değil aslında. Duygudaşlık kurarak (empatiyle) başarabiliriz. Yeter ki medya aradan çekilsin! Ancak bizden farklı olanları da anlayabilmek için meselenin boyutlarının ve ‘kültürlerarası iletişim' kurabilmenin yöntemlerinin de bilinmesi ve içselleştirilmesi gerekir… Özellikle Almanya özelinde yapılmış olan ampirik araştırmalarla desteklenen elinizdeki kitap, bahsi geçen bu olguları kuramsal perspektiften de irdelemektedir.