1199152186
538345
https://www.simurgkitabevi.com/anabasis-onbinlerin-donusu-3
Anabasis: Onbinlerin Dönüşü - #smrgSAHAF
0.00
Tarih, .savaş, akın, zafer, yenilgi haberleriyle doludur. Bunlar-dan kimi tarihin akışına yön vermiş, kimi unutulup gıtmiştır. En büyük olayların ayrıntılarını bile zor-an .siler, belirsizleştırir ve unutturur. Bu süreçten kurtulabileni azdır; eğer görgü tanıkların-dan eli kalem tutan biri çıkmamışsa, en önemli olay bile ya unu-tulup gider, ya da git gide gerçekliklerden ayrılır, masallaşır. Anabasis'in ana konusu olan olaysa, tarihte yer alacak çeşitten bile değildi: Bir Iran prensi, Genç Kyros, kardeşi Imparator Ikinci Artakserkses'e karşı bir ayaklanma hazırlar. ücretli askerler toplar ve şimdi sadece kalıntılarını görebildiğimiz Sardeis'ten (Sart) yola çıkarak ta Babil yakınlarındaki Kunaksa'ya kadar gider, arada yaptığı ilk ve son muharebede de ölür. Sözü edilecek önemde bir olay değildir bu. Tarihte kim bilir kaç gözü yüksekte prens böyle işlere girişmişti; bunlardan kimi bu uğurda kelleyi yitirdi ve adı san' silinip gitti, kimi bu işi başardı, göz diktiği yere ulaştı, bu sefer tarihçiler, hangi koşullar altında bu işi başardığını ağızlarına bile almadan, onun övgülerıyle kitaplar doldurdular. Ama Kyros'un âsi ordusunda Sokrates'in bir öğrencisi, filozof ve yazar bir asker vardı: Ksencphon. Onun sayesinde bu - oranda hiç sayılacak - olayı biz de birlikte yaşıyor, ona karışan, örneğin zavallı bir katırcıdan, ta karısını, fayda umarak, asi prensin ordugahına yollayan Kilikya kralına kadar çeşit çeşit insanları tanıyoruz ve görüyoruz ki insanoğlu bu iki bin dört yüz yılda he-men hemen hiç değişmemiştir. O zaman Süleyman Peygamberin dediğini düşünüyoruz: Güneş altında yeni bir şey yok! Anabasis'in bize sağladığı yalnız bu da değildir. Bu kitap memleketimizin kimi yerlerini bir görgü tanığının ağzından anlatan ilk eserdir. Yalın, süssüz, sıfat kullanmadan, tam bir asker üsleibuylo yazılışı kimilerin ileri sürdüğü gibi bir kusur değil, meziyet olarak görülmelidir: bu, biraz resmT raporlara benzeyen onlatış, daha ilk satırlarda okuyuounun yozoro güvenini sağlamaktadır. Kserophon da zaten bunu haketmiştir. Zamanında yazılanlarckı hep Ksenophon'un son derece dürüst, namuslu, içi dışı bir kimse olduğu be-lirtilmektedir. Belki de bunun için, Atinalı olduğu halde, yiğitlik ve mertlik diyarı olarak ün salan Sparto'ya daha gönülden bağlanmış oğullarını onların yolunca yetiştirmeye çalışmıştı. Anabasis'i okuyacak olanlara bir noktayı daha işaret etmeden geçemeyeceğiz: Bu kitabın hiç bir yerinde doğa üstü güçlerden, insan gücünün yenemeyeceği tanrılar, demonlar, cinler falan gibi varlık-ladan söz edilmeyişidir. Buna karşılık çok daha geç devirlerde ya-zılmış yolculuk hikayeleri bunlarla dolup toşor. Ksenophon günü-müzün insanları gibidir diyiliriz bu bakımdan. Gerçi önce kurban keserek fala bakar, fal istediği gibi çıkmazsa birazcık dalavereve başvurur, ama sonuç alındıktan sonra artık zorlukları nasıl yenebi-leceğinden başka sey düşünmez, hesaba kattığı sadece gerçeklikler-dir. Hiç şüphesiz öteki komutan ve subay arkadaşları, belki asker-ler de aşağı yukarı hep böyleydiler. Işte, kışta kıyamette, yayan, yol iz bilmeden, üstelik yiveceklerini ancak yağmavla sağlayarak Ekim başında, - yani tam kışın başladığı sırada - Cizde'den girip Şubatta Trabzon'a vorabilmeleri olanaksızdı. Sadece korkunun ken-disi onları sindirir, paniğe uğratır, yok ederdi. Ama bunlar tehlikeyi ancak kendileri gibi, vurulabilecek ve kaçırılabilecek, ya da öldü-rülebilecek insanlarda görüyorlardı, onun için de yılmadılar, başar-dılar. Gözlerinin önündeki amaç, Ksenophon'un ikide bir söylediği gibi, özgürlükleriydi, Anabasis özgür insanın övgüsüdür. (Arka kapaktan)
Tarih, .savaş, akın, zafer, yenilgi haberleriyle doludur. Bunlar-dan kimi tarihin akışına yön vermiş, kimi unutulup gıtmiştır. En büyük olayların ayrıntılarını bile zor-an .siler, belirsizleştırir ve unutturur. Bu süreçten kurtulabileni azdır; eğer görgü tanıkların-dan eli kalem tutan biri çıkmamışsa, en önemli olay bile ya unu-tulup gider, ya da git gide gerçekliklerden ayrılır, masallaşır. Anabasis'in ana konusu olan olaysa, tarihte yer alacak çeşitten bile değildi: Bir Iran prensi, Genç Kyros, kardeşi Imparator Ikinci Artakserkses'e karşı bir ayaklanma hazırlar. ücretli askerler toplar ve şimdi sadece kalıntılarını görebildiğimiz Sardeis'ten (Sart) yola çıkarak ta Babil yakınlarındaki Kunaksa'ya kadar gider, arada yaptığı ilk ve son muharebede de ölür. Sözü edilecek önemde bir olay değildir bu. Tarihte kim bilir kaç gözü yüksekte prens böyle işlere girişmişti; bunlardan kimi bu uğurda kelleyi yitirdi ve adı san' silinip gitti, kimi bu işi başardı, göz diktiği yere ulaştı, bu sefer tarihçiler, hangi koşullar altında bu işi başardığını ağızlarına bile almadan, onun övgülerıyle kitaplar doldurdular. Ama Kyros'un âsi ordusunda Sokrates'in bir öğrencisi, filozof ve yazar bir asker vardı: Ksencphon. Onun sayesinde bu - oranda hiç sayılacak - olayı biz de birlikte yaşıyor, ona karışan, örneğin zavallı bir katırcıdan, ta karısını, fayda umarak, asi prensin ordugahına yollayan Kilikya kralına kadar çeşit çeşit insanları tanıyoruz ve görüyoruz ki insanoğlu bu iki bin dört yüz yılda he-men hemen hiç değişmemiştir. O zaman Süleyman Peygamberin dediğini düşünüyoruz: Güneş altında yeni bir şey yok! Anabasis'in bize sağladığı yalnız bu da değildir. Bu kitap memleketimizin kimi yerlerini bir görgü tanığının ağzından anlatan ilk eserdir. Yalın, süssüz, sıfat kullanmadan, tam bir asker üsleibuylo yazılışı kimilerin ileri sürdüğü gibi bir kusur değil, meziyet olarak görülmelidir: bu, biraz resmT raporlara benzeyen onlatış, daha ilk satırlarda okuyuounun yozoro güvenini sağlamaktadır. Kserophon da zaten bunu haketmiştir. Zamanında yazılanlarckı hep Ksenophon'un son derece dürüst, namuslu, içi dışı bir kimse olduğu be-lirtilmektedir. Belki de bunun için, Atinalı olduğu halde, yiğitlik ve mertlik diyarı olarak ün salan Sparto'ya daha gönülden bağlanmış oğullarını onların yolunca yetiştirmeye çalışmıştı. Anabasis'i okuyacak olanlara bir noktayı daha işaret etmeden geçemeyeceğiz: Bu kitabın hiç bir yerinde doğa üstü güçlerden, insan gücünün yenemeyeceği tanrılar, demonlar, cinler falan gibi varlık-ladan söz edilmeyişidir. Buna karşılık çok daha geç devirlerde ya-zılmış yolculuk hikayeleri bunlarla dolup toşor. Ksenophon günü-müzün insanları gibidir diyiliriz bu bakımdan. Gerçi önce kurban keserek fala bakar, fal istediği gibi çıkmazsa birazcık dalavereve başvurur, ama sonuç alındıktan sonra artık zorlukları nasıl yenebi-leceğinden başka sey düşünmez, hesaba kattığı sadece gerçeklikler-dir. Hiç şüphesiz öteki komutan ve subay arkadaşları, belki asker-ler de aşağı yukarı hep böyleydiler. Işte, kışta kıyamette, yayan, yol iz bilmeden, üstelik yiveceklerini ancak yağmavla sağlayarak Ekim başında, - yani tam kışın başladığı sırada - Cizde'den girip Şubatta Trabzon'a vorabilmeleri olanaksızdı. Sadece korkunun ken-disi onları sindirir, paniğe uğratır, yok ederdi. Ama bunlar tehlikeyi ancak kendileri gibi, vurulabilecek ve kaçırılabilecek, ya da öldü-rülebilecek insanlarda görüyorlardı, onun için de yılmadılar, başar-dılar. Gözlerinin önündeki amaç, Ksenophon'un ikide bir söylediği gibi, özgürlükleriydi, Anabasis özgür insanın övgüsüdür. (Arka kapaktan)
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.