Köy odalarında cenk kitapları okunurdu. Kimi yaşlılar da masal anlatırlardı. Çoğu kez anlatılan fıkralar konuşmalar daha da çekici hale getiriyordu. Özellikle köyler arası veya kabileler arası fıkralı sataşmalar olurdu. Bu tür toplantılarda, odanın üst tarafına, erkeklerin bitişiğinde kadınlar otururlardı. Biz çocuklarda kapının dibine sinerek otururduk. Öyle fıkralar anlatırlardı ki, bayılırcasına gülüşürlerdi. Fıkraların kahramanı ya bir dede, şıh veya ağa olurdu. Kimi zaman da "falan yerde falan zamanda bir padişah, paşa, vali varmış" diye fıkraya başlanırdı. Padişahın, paşanın, valinin olumsuzluklarını, çapkınlıklarını, aptallığını, rüşvetini güldürüyle aşağılamaya çalışırlardı. Kimi zaman fıkranın kahramanı kadın olurdu. Biz çocuklar, can kulağıyla dinliyorduk. Sonra birbirimize anlatmaya çalışıyorduk. Yöremizin fıkralarını bu yaşlarda öğrenmiştik.
Öğretmenlik yaptığım süreçte ülkemizin değişik coğrafi bölgelerinde çalıştım. İlişkilerim gelişmişti. Fıkra meraklısıydım. Bölgenin ve yörenin fıkralarını öğrenmeye çalışıyordum. Ülkemizin değişik coğrafi bölgelerinde anlatılan fıkralar, nükteler, kültürel zenginliğimizi, insanlarımızın zekasını ve yaratıcı gücünü ortaya koyuyordu. Ne var ki, anlatılan fıkra ve nükteler yazıya dönüşmemiş, sözlü kalmıştı. Bu bir eksiklikti. 1940'dan sonra bu eksikliği gidermek amacıyla bazı araştırmacılar konuyu ele aldılar, yeterli olmasa da, fıkra, nükte ve mizahla ilgili makale, kitap yazmaya, derlemeye yöneldiler. Bu girişim sevindiricidir. (Sunuş'tan)
Köy odalarında cenk kitapları okunurdu. Kimi yaşlılar da masal anlatırlardı. Çoğu kez anlatılan fıkralar konuşmalar daha da çekici hale getiriyordu. Özellikle köyler arası veya kabileler arası fıkralı sataşmalar olurdu. Bu tür toplantılarda, odanın üst tarafına, erkeklerin bitişiğinde kadınlar otururlardı. Biz çocuklarda kapının dibine sinerek otururduk. Öyle fıkralar anlatırlardı ki, bayılırcasına gülüşürlerdi. Fıkraların kahramanı ya bir dede, şıh veya ağa olurdu. Kimi zaman da "falan yerde falan zamanda bir padişah, paşa, vali varmış" diye fıkraya başlanırdı. Padişahın, paşanın, valinin olumsuzluklarını, çapkınlıklarını, aptallığını, rüşvetini güldürüyle aşağılamaya çalışırlardı. Kimi zaman fıkranın kahramanı kadın olurdu. Biz çocuklar, can kulağıyla dinliyorduk. Sonra birbirimize anlatmaya çalışıyorduk. Yöremizin fıkralarını bu yaşlarda öğrenmiştik.
Öğretmenlik yaptığım süreçte ülkemizin değişik coğrafi bölgelerinde çalıştım. İlişkilerim gelişmişti. Fıkra meraklısıydım. Bölgenin ve yörenin fıkralarını öğrenmeye çalışıyordum. Ülkemizin değişik coğrafi bölgelerinde anlatılan fıkralar, nükteler, kültürel zenginliğimizi, insanlarımızın zekasını ve yaratıcı gücünü ortaya koyuyordu. Ne var ki, anlatılan fıkra ve nükteler yazıya dönüşmemiş, sözlü kalmıştı. Bu bir eksiklikti. 1940'dan sonra bu eksikliği gidermek amacıyla bazı araştırmacılar konuyu ele aldılar, yeterli olmasa da, fıkra, nükte ve mizahla ilgili makale, kitap yazmaya, derlemeye yöneldiler. Bu girişim sevindiricidir. (Sunuş'tan)