Malazgird Savaşı'yla birlikte Türklerin Anadolu'yu yurt edinmeleri sayesinde, Anadolu tamamen farklı bir kültürle daha tanışmıştır. Zira Türkler, başta Çin olmak üzere, Hind, Fars ve Arap kültürleriyle tanışmış bir kimliğe sahip idiler. Dolayısıyla kendi kültürleriyle dışardan aldıkları bir kısım değerleri mayalayarak kültürlerini zenginleştirmişlerdi. Bu sayede Türklerin gelişiyle birlikte Anadolu o zamana kadar karşılaşmadığı yepyeni bir mimari ve sanatla karşılaştı.
Gelenler hem şehirlerde yerleşmiş, hem de aktif bir güç olarak yerleşik olmayan bir hayat tarzının temsilcileri olmuştur. Türk göçebeliği, savaşçı bir ruhla hareket eden, kapalı toplum hayatlarıyla da çevre etkilerinde kalarak yozlaşmayan bir yapıya sahiptiler. Bu yüzden Türklerin Anadolu'ya ve ardından Rumeli'ye yerleşmelerinde, bu göçebe hayat tarzını benimsemiş grupların rolü büyüktür.
Ele avuca sığmaz bir yapıya sahip bu göçer halkın Rumeli'nin Türkleştirilmesinde kullanılması ve bunun için Anadolu'dan Rumeli'ye geçirilmeleri, orada yeni köyler, hatta kasabalar kurmaları ve bunlara geldikleri yerdeki isimleri veya kendi isimlerini vermeleri, kısa bir müddet sonra Rumeli'de hatırı sayılır bir Türk nüfusun oluşmasına yol açmıştır. Bununla beraber Anadolu'da kalanlar da, gerek şehirlerin et ihtiyacının, gerekse ordunun silah ihtiyacının karşılanmasında önemli bir rol üstlenmişlerdir. Osmanlı terminolojisinde şen ve abâdan eylemek olarak belirtilen bu uygulamada, ayrıca, onların güneyden gelen Şemmar ve Aneze gibi Arap kabilelerinin baskınlarına karşı set teşkil etmek üzere Suriye'de Rakka bölgesine sevkedildiklerini de görüyoruz.
Anadolu'ya gelen Oğuzlara mensup aşiretlerin, Kanuni döneminde, devlete isyan etmelerinin önüne geçilmesi için, cemaat adı altında küçük gruplara bölündükleri, başlarına Beğ veya Kethüda denilen kimseler getirilerek tesirlerinin azaltıldığı da bir gerçektir. Uygulamada bununla da yetinilmemiş, farklı boylardan cemaatler bir araya getirilerek federasyonlar oluşturulmuştur. Mesela Bozulus Türkmenleri, Yeni il Türkmenleri, Halep Türkmenleri bu şekilde oluşturulan federasyonlardır.
1993-2008 yılları arasında Türk Tarih Kurumu Başkanlığı da yapmış olan, Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu'nun hazırlamış olduğu 6 ciltlik Anadolu'da Aşiretler, Cemaatler, Oymaklar adlı bu eserinin ana kaynağı 1453 ilâ 1650 yılları arasına ait Osmanlı Tahrir Defterleri oluşturmaktadır. Osmanlı Devleti'nin Anadolu coğrafyasındaki aşiretler, cemaat ve oymakların tesbit edildiği bu çalışma günümüz Anadolusu'nun demografisini yakından ilgilendirmektedir. 250'den fazla Osmanlı Tahrir Defteri'nin incelendiği bu araştırma yaklaşık 20 sene sürmüştür. Eserde, 41 binden fazla aşiret, cemaat ve oymak ismi mevcuttur. Anadolu'nun sosyal durumunun şekillenmesinde çok önemli olan konar-göçer olarak tabir edilen bu yapılanma, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda ve Anadolu halkının kimliğinin teşkilinde, âdeta bir mihenk taşı olarak değerlendirilebilir.
Bu kıymetli eser, Togan Yayıncılık tarafından halkımızın hizmetine sunulmuştur. (Tanıtım Bülteninden)
Malazgird Savaşı'yla birlikte Türklerin Anadolu'yu yurt edinmeleri sayesinde, Anadolu tamamen farklı bir kültürle daha tanışmıştır. Zira Türkler, başta Çin olmak üzere, Hind, Fars ve Arap kültürleriyle tanışmış bir kimliğe sahip idiler. Dolayısıyla kendi kültürleriyle dışardan aldıkları bir kısım değerleri mayalayarak kültürlerini zenginleştirmişlerdi. Bu sayede Türklerin gelişiyle birlikte Anadolu o zamana kadar karşılaşmadığı yepyeni bir mimari ve sanatla karşılaştı.
Gelenler hem şehirlerde yerleşmiş, hem de aktif bir güç olarak yerleşik olmayan bir hayat tarzının temsilcileri olmuştur. Türk göçebeliği, savaşçı bir ruhla hareket eden, kapalı toplum hayatlarıyla da çevre etkilerinde kalarak yozlaşmayan bir yapıya sahiptiler. Bu yüzden Türklerin Anadolu'ya ve ardından Rumeli'ye yerleşmelerinde, bu göçebe hayat tarzını benimsemiş grupların rolü büyüktür.
Ele avuca sığmaz bir yapıya sahip bu göçer halkın Rumeli'nin Türkleştirilmesinde kullanılması ve bunun için Anadolu'dan Rumeli'ye geçirilmeleri, orada yeni köyler, hatta kasabalar kurmaları ve bunlara geldikleri yerdeki isimleri veya kendi isimlerini vermeleri, kısa bir müddet sonra Rumeli'de hatırı sayılır bir Türk nüfusun oluşmasına yol açmıştır. Bununla beraber Anadolu'da kalanlar da, gerek şehirlerin et ihtiyacının, gerekse ordunun silah ihtiyacının karşılanmasında önemli bir rol üstlenmişlerdir. Osmanlı terminolojisinde şen ve abâdan eylemek olarak belirtilen bu uygulamada, ayrıca, onların güneyden gelen Şemmar ve Aneze gibi Arap kabilelerinin baskınlarına karşı set teşkil etmek üzere Suriye'de Rakka bölgesine sevkedildiklerini de görüyoruz.
Anadolu'ya gelen Oğuzlara mensup aşiretlerin, Kanuni döneminde, devlete isyan etmelerinin önüne geçilmesi için, cemaat adı altında küçük gruplara bölündükleri, başlarına Beğ veya Kethüda denilen kimseler getirilerek tesirlerinin azaltıldığı da bir gerçektir. Uygulamada bununla da yetinilmemiş, farklı boylardan cemaatler bir araya getirilerek federasyonlar oluşturulmuştur. Mesela Bozulus Türkmenleri, Yeni il Türkmenleri, Halep Türkmenleri bu şekilde oluşturulan federasyonlardır.
1993-2008 yılları arasında Türk Tarih Kurumu Başkanlığı da yapmış olan, Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu'nun hazırlamış olduğu 6 ciltlik Anadolu'da Aşiretler, Cemaatler, Oymaklar adlı bu eserinin ana kaynağı 1453 ilâ 1650 yılları arasına ait Osmanlı Tahrir Defterleri oluşturmaktadır. Osmanlı Devleti'nin Anadolu coğrafyasındaki aşiretler, cemaat ve oymakların tesbit edildiği bu çalışma günümüz Anadolusu'nun demografisini yakından ilgilendirmektedir. 250'den fazla Osmanlı Tahrir Defteri'nin incelendiği bu araştırma yaklaşık 20 sene sürmüştür. Eserde, 41 binden fazla aşiret, cemaat ve oymak ismi mevcuttur. Anadolu'nun sosyal durumunun şekillenmesinde çok önemli olan konar-göçer olarak tabir edilen bu yapılanma, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda ve Anadolu halkının kimliğinin teşkilinde, âdeta bir mihenk taşı olarak değerlendirilebilir.
Bu kıymetli eser, Togan Yayıncılık tarafından halkımızın hizmetine sunulmuştur. (Tanıtım Bülteninden)