Yirmi birinci yüzyılın ilk on yılının ardından Arapça konuşulan coğrafyada büyük halk hareketlerinin başlaması birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bu coğrafya I. Dünya Savaşı sonrası kurgulanan modellerle demokrasiye uzak toplumlar arasında gösterilirken, aniden ortaya çıkan demokrasi ve daha insani yaşam standardı talepleri ile bütün dünyanın gündemine yeniden oturdu.v Yıllardır tarihin akışından dışlanmış bir görüntü veren Orta Doğu coğrafyası İsrail ve Arap devletleri arasındaki çatışmalar nedeniyle, güvenliği önceleyen, insan hakları ve demokrasiyi öteleyen bir ön kabulle yönetildi. İslam'la demokrasinin uyum sağlamadığı, genelde Müslümanların özelde Arapların demokratik yönetim tarzını içselleştiremedikleri eleştirileri, Soğuk Savaş dönemi ve sonrasında sürekli tekrarlandı. Arap toplumlarından gelen demokrasi taleplerine kendi yönetimlerinin ve gelişmiş dünyanın nasıl bir tepki vereceği doğal olarak bu sürecin kaderini de belirleyecek çok önemli bir konuydu.
Aralık 2010'da gösteriler ilk olarak Tunus'ta başladığında bu protestoların ne kadar devam edeceğini ve evrileceği yönü kimse öngöremiyordu. İsyanlar Batı'ya mı yoksa Batı'nın desteklediği rejimlere mi karşıydı? Protestocuların ortak bir ilham kaynağı, ortak bir hedefi var mıydı? Daha da önemlisi eski rejimlerin devrilmesi durumunda yerlerine nasıl yönetimler gelecekti? Bu isyanlarda İslamcılığın rolü neydi ve ne kadar derindi? Gösteri ve isyanlara katılanların bu süreçte bir sonraki adımları düşünerek hareket ettiklerini iddia etmek mümkün değildi.
Birçok yorumcu ve akademisyen isyanların bölgede yıllardır hüküm süren baskıcı rejimlerin ihmalkârlığına, yıllardır yerleşik bir eşitsizliğe, baskı ve zulme başkaldırı olduğunu görebiliyordu ama son raddede bölgesel ve küresel güçlerin önemsediği temel konu kendi menfaatlerinin geleceği ve bölgenin bu isyan dalgaları sonucu alacağı genel sosyo-politik görünümdü.
Dönüşen Arap toplumları için Türkiye'nin bir model veya ilham kaynağı olması konusu bu önemli yol ayrımında seslendirilmeye başlandı. Türkiye'nin –sorunları olsa da– tarihî bir kimlik ve referansa sahip olan demokrasi geleneği, İslam ile demokrasinin beraber yaşayabileceğinin somut ve tehdit içermeyen bir örneği olarak öne çıkıyordu. Seküler bir sistem içerisinde Müslümanlığın yaşayabilmesi ve açık pazar ekonomisiyle Türkiye; İran, Suudi Arabistan veya Pakistan gibi Batı'ya dostane olmayan modeller karşısında önemli bir üstünlüğe sahip görünüyordu. Asıl sorun Batı'nın, Arapların ve Türkiye'nin bu rolü ne kadar istediği veya bu modelin ne kadarının hayata geçirilebileceği ile ilgiliydi. Gelinen noktada Arap Baharı sürecinin nereye evrileceği, bölge halklarına daha çok umut ve demokrasi getirene dek ne kadar acı ve hüzün yaşatacağı henüz net olarak ortaya çıkmış değildir ama artık taşlar yerinden oynamıştır. Yıllardır kendi yönetimleri tarafından nesne olarak görülen kitleler artık özneleşmek için büyük bir talep beyanında bulunmaktadırlar. Bugün Arap Baharı diye ifade edilen bu dalganın Suriye'de kanlı ve uzun süren bir şiddete dönüşmesi, Mısır'da bir darbeyle seçilmiş hükümetin devrilmesi ve iktidar partisinin terörist ilan edilmesi bu sürecin durduğu anlamına gelmez. Demokrasi ve daha insani yaşama talepleri tarihte başka dönemlerde ve bölgelerde de yaşandığı gibi Orta Doğu'da da yeniden ve muhtemelen daha güçlü olarak ortaya çıkacaktır.
Arap Baharı ve Türkiye Modeli Tartışmaları, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinde 2010 Aralık ayında başlayan ve henüz nihayete ermemiş olan bu dönüşüm sürecine Türkiye'nin demokratik tecrübelerinin ne anlam ifade ettiğini ve ne tür katkılar sunabileceğini incelemek üzere düşünülmüş bir çalışmadır. Çalışma Batılı ve Orta Doğulu akademisyenlerin Arap Baharı bağlamında Türkiye modeli konusunda ne düşündükleri veya ne tür analizler yaptıklarını ortaya koyabilmeyi, model tartışmalarının tutarlılığı ve gerçekleşebilirliği ile ilgili fikirleri bir araya getirmeyi amaçlamaktadır. Bu kitapta Türkçe, İngilizce, Arapça, Fransızca, Almanca, Farsça ve İtalyanca dillerinden konuyla ilgili uzman ve akademisyenlerin makaleleri yer almaktadır.
Bu makalelerin Türkçeye yasal yollardan aktarılabilmesi için uzun yazışmalar gerçekleştirilmiş, yazarlar veya editörlerden Türkçe basım hakları için izinler alınmıştır. Bu kitapta yer alan makalelerin yazarlarına, makalelerin yayımlandığı dergilerin editörlerine ve çevirmenlerine burada ayrı ayrı teşekkür etmek isterim. Bu eserde, yabancı dillerden aktarılan bütün makalelerin çevirilerinin telifleri ASEM'e aittir. Arap Baharı tecrübesinin bölgesel bir demokrasi hareketine, daha insani ve daha yaşanır bir coğrafyanın temellerinin atılmasına katkıda bulunması dilekleriyle.
Yirmi birinci yüzyılın ilk on yılının ardından Arapça konuşulan coğrafyada büyük halk hareketlerinin başlaması birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bu coğrafya I. Dünya Savaşı sonrası kurgulanan modellerle demokrasiye uzak toplumlar arasında gösterilirken, aniden ortaya çıkan demokrasi ve daha insani yaşam standardı talepleri ile bütün dünyanın gündemine yeniden oturdu.v Yıllardır tarihin akışından dışlanmış bir görüntü veren Orta Doğu coğrafyası İsrail ve Arap devletleri arasındaki çatışmalar nedeniyle, güvenliği önceleyen, insan hakları ve demokrasiyi öteleyen bir ön kabulle yönetildi. İslam'la demokrasinin uyum sağlamadığı, genelde Müslümanların özelde Arapların demokratik yönetim tarzını içselleştiremedikleri eleştirileri, Soğuk Savaş dönemi ve sonrasında sürekli tekrarlandı. Arap toplumlarından gelen demokrasi taleplerine kendi yönetimlerinin ve gelişmiş dünyanın nasıl bir tepki vereceği doğal olarak bu sürecin kaderini de belirleyecek çok önemli bir konuydu.
Aralık 2010'da gösteriler ilk olarak Tunus'ta başladığında bu protestoların ne kadar devam edeceğini ve evrileceği yönü kimse öngöremiyordu. İsyanlar Batı'ya mı yoksa Batı'nın desteklediği rejimlere mi karşıydı? Protestocuların ortak bir ilham kaynağı, ortak bir hedefi var mıydı? Daha da önemlisi eski rejimlerin devrilmesi durumunda yerlerine nasıl yönetimler gelecekti? Bu isyanlarda İslamcılığın rolü neydi ve ne kadar derindi? Gösteri ve isyanlara katılanların bu süreçte bir sonraki adımları düşünerek hareket ettiklerini iddia etmek mümkün değildi.
Birçok yorumcu ve akademisyen isyanların bölgede yıllardır hüküm süren baskıcı rejimlerin ihmalkârlığına, yıllardır yerleşik bir eşitsizliğe, baskı ve zulme başkaldırı olduğunu görebiliyordu ama son raddede bölgesel ve küresel güçlerin önemsediği temel konu kendi menfaatlerinin geleceği ve bölgenin bu isyan dalgaları sonucu alacağı genel sosyo-politik görünümdü.
Dönüşen Arap toplumları için Türkiye'nin bir model veya ilham kaynağı olması konusu bu önemli yol ayrımında seslendirilmeye başlandı. Türkiye'nin –sorunları olsa da– tarihî bir kimlik ve referansa sahip olan demokrasi geleneği, İslam ile demokrasinin beraber yaşayabileceğinin somut ve tehdit içermeyen bir örneği olarak öne çıkıyordu. Seküler bir sistem içerisinde Müslümanlığın yaşayabilmesi ve açık pazar ekonomisiyle Türkiye; İran, Suudi Arabistan veya Pakistan gibi Batı'ya dostane olmayan modeller karşısında önemli bir üstünlüğe sahip görünüyordu. Asıl sorun Batı'nın, Arapların ve Türkiye'nin bu rolü ne kadar istediği veya bu modelin ne kadarının hayata geçirilebileceği ile ilgiliydi. Gelinen noktada Arap Baharı sürecinin nereye evrileceği, bölge halklarına daha çok umut ve demokrasi getirene dek ne kadar acı ve hüzün yaşatacağı henüz net olarak ortaya çıkmış değildir ama artık taşlar yerinden oynamıştır. Yıllardır kendi yönetimleri tarafından nesne olarak görülen kitleler artık özneleşmek için büyük bir talep beyanında bulunmaktadırlar. Bugün Arap Baharı diye ifade edilen bu dalganın Suriye'de kanlı ve uzun süren bir şiddete dönüşmesi, Mısır'da bir darbeyle seçilmiş hükümetin devrilmesi ve iktidar partisinin terörist ilan edilmesi bu sürecin durduğu anlamına gelmez. Demokrasi ve daha insani yaşama talepleri tarihte başka dönemlerde ve bölgelerde de yaşandığı gibi Orta Doğu'da da yeniden ve muhtemelen daha güçlü olarak ortaya çıkacaktır.
Arap Baharı ve Türkiye Modeli Tartışmaları, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinde 2010 Aralık ayında başlayan ve henüz nihayete ermemiş olan bu dönüşüm sürecine Türkiye'nin demokratik tecrübelerinin ne anlam ifade ettiğini ve ne tür katkılar sunabileceğini incelemek üzere düşünülmüş bir çalışmadır. Çalışma Batılı ve Orta Doğulu akademisyenlerin Arap Baharı bağlamında Türkiye modeli konusunda ne düşündükleri veya ne tür analizler yaptıklarını ortaya koyabilmeyi, model tartışmalarının tutarlılığı ve gerçekleşebilirliği ile ilgili fikirleri bir araya getirmeyi amaçlamaktadır. Bu kitapta Türkçe, İngilizce, Arapça, Fransızca, Almanca, Farsça ve İtalyanca dillerinden konuyla ilgili uzman ve akademisyenlerin makaleleri yer almaktadır.
Bu makalelerin Türkçeye yasal yollardan aktarılabilmesi için uzun yazışmalar gerçekleştirilmiş, yazarlar veya editörlerden Türkçe basım hakları için izinler alınmıştır. Bu kitapta yer alan makalelerin yazarlarına, makalelerin yayımlandığı dergilerin editörlerine ve çevirmenlerine burada ayrı ayrı teşekkür etmek isterim. Bu eserde, yabancı dillerden aktarılan bütün makalelerin çevirilerinin telifleri ASEM'e aittir. Arap Baharı tecrübesinin bölgesel bir demokrasi hareketine, daha insani ve daha yaşanır bir coğrafyanın temellerinin atılmasına katkıda bulunması dilekleriyle.