Barutun keşfi ve ateşli silahların ortaya çıkışı devletlerin savaş uğraşında köklü değişimlere gitmesine yol açmıştır. Devletler ve yöneticiler, kendi silah sanayilerinin varlığının kaçınılmaz olduğunu acı tecrübeler ile de olsa anlamışlardır. Barutun keşfi ile başlayan bu yeni “barut çağı”nda Osmanlı İmparatorluğu'nun, Avrupa devletlerinin oluşturduğu Batılı komşularıyla ve doğu sınırlarında çarpıştığı Doğulu komşularıyla uzun yıllar başarılı şekilde baş edebilmesinin en önemli etkenlerinden biri de sahip olduğu başarılı lojistik sistem ve üstün askerî teknolojidir. Henüz 15. yüzyılda iki cepheden hasımları karşısında ateş gücü konusunda üstünlük sağlayan Osmanlı İmparatorluğu, hem devşirdiği bilgi ve insan gücü, hem de yüzyıllar boyu getirdiği yeniliklerle askerî teknolojiyi etkilemiştir.
Gábor Ágoston, Barut, Top ve Tüfek adlı çalışmasında Avrupamerkezci yaklaşımlarla eleştirilen ve Batı'ya bağımlı gibi gösterilen Osmanlı silah sanayisini zengin arşiv kaynaklarının ışığında inceliyor; Osmanlı İmparatorluğu'nun gemi yapımı, top dökümü, güherçile ve barut imalatı, kaynak tedariki, bilgi aktarımı ve uzman istihdamı konusundaki gelişmişliğini gözler önüne sererek sözde “İslami tutuculuğun” yeni teknolojileri benimsemede bir engel teşkil ettiği, Osmanlıların teknik açıdan geri kaldığı ve silah üretim kapasitesinin düşük olduğu, silah ve mühimmatta Avrupa silahlarına bağımlı bulunduğunu ileri süren tezlerin yanlışlığını ortaya koyuyor.
Sa‘adetlü padişahum, sefer-i humayunun rükn-i a‘zamı barutdur. Barut olmayınca asla bir vechile sefer olmağa mecal olmaduğı ma‘lum-ı humayunlarıdur ... barut sa‘ir nesne gibi değüldür. Vakti ile zemanı ile tedarük görülüp işletmeyince muzayaka mahallinde yüz bin altun verülse fa‘idesi olmaz. Barut olmayınca dünya dolusu altun akça olsa barutun yerini tutmaz; kal‘a saklamak ve ceng eylemek barut ile olur.