#smrgKİTABEVİ Bedrufi'nin Nefesi - 2016

Kondisyon:
Yeni
Basıldığı Matbaa:
Dizi Adı:
Kargoya Teslim Süresi:
3&6
Stok Kodu:
1199175682
Boyut:
14x20
Sayfa Sayısı:
191 s.
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
3
Basım Tarihi:
2016
Kapak Türü:
Karton Kapak
Kağıt Türü:
Enso
Dili:
Türkçe
Kategori:
indirimli
95,20
Havale/EFT ile: 92,34
Siparişiniz 3&6 iş günü arasında kargoda
1199175682
561787
Bedrufi'nin Nefesi -        2016
Bedrufi'nin Nefesi - 2016 #smrgKİTABEVİ
95.20
İnsanın kendini tanıyamaması da bir ömür sürer.

Hayat belki de gecikmiş karşılaşmaların büyüsü üzerine kuruludur. Bazen hiç tanımadığınız bir ses, bir kelime, beklentinin olmadığı, umutsuzlukların derinleştiği yerlerde çıkar karşınıza, değişik alanlara götürür sizi. Bazen yıllarca saklandığı bir kitabın içinden her şeyini kaybetmiş bir kahraman olarak ortaya çıkar; bazen de bir akordeon ve keman eşliğinde bir şarkı oluverir. Bütün mesele size ne diyeceği ya da ne sunacağıdır. Tabii sizin onu nasıl karşılayacağınız da önemlidir.

Bedrufi'nin Nefesi, sonu önceden sezilemeyecek kadar şaşırtıcı, bir o kadar da sürprizli gibi sanılsa da aslında basittir: Herkesin göreceği kadar. Mallarmé'nin dediği gibi: “Bir kitap ne başlar, ne biter, olsa olsa öyle görünür.”

MEHMET GÜRELİ Yazar, müzisyen, yönetmen ve ressam. 1949'da İstanbul'da doğdu. Ortaokulu Avusturya Lisesi'nde, liseyi Hürriyet Koleji'nde okuduktan sonra 2 yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne devam etti. Alope'nin Odası adlı kitabı 2008 yılında yine Sel Yayıncılık tarafından yayınlandı. Mehmet Güreli, Vapurlar/Blues (1988), Cihangir'de Bir Gece (1995), Yağmur (1999), Odamda Yolculuk (2002), İplerin Kopuşu (2007) albümlerinin yanı sıra, Vapurlar (1986), Bir Oyuncunun Portresi: Necdet Mahfi Ayral (Belgesel, 2003), İstanbul'a Yolculuk (Dünya Yazarlarının Gözüyle, Belgesel, 2006), Gölge (Peyami Safa'nın Selma ve Gölgesi kitabından, 2008) filmlerine de imza attı. Yazar halen İstanbul'da yaşıyor.

TADIMLIK Yüzler, kitaplar ve vezirler...

Hayatta en acı veren şeylerden biri de insanın keşfettiği şeyin anlamını idrak edememesidir. Bazen her şey ortadadır. Tarihte her zaman Stefan Zweig'ın dediği gibi yıldızın parladığı anlar vardır. Görmek ya da saplanmak... Bir de tozlu bile derken kuşku duyacağımız bilinmeyen sayfalar... Konuşmaların duyulmasını engelleyen bir çeşme, bir ağacın dalına takılmış bir haber güvercini, bir gölge, açık bir pencere, ele geçirilmiş bir mühür ya da bir mektup çok şey ifade eder tarihin tek mumla aydınlanan odalarında... Ele geçirilen her ipucundan sayfalarca bölüm üretir vakanüvisler, bazen de çeşitli nedenlerle tek satır bile yazamazlar. Hatta gördüklerini bile... Hokkaları donar, kalem uçları bir bataklığa saplanmış gibi aciz kalır. Elleri uyuşur, üzerlerine atılan pelerinlerin altında nefesleri kesilir, hiçbir ses iletemeden kaybolup giderler. Yıllar geçer, başka birileri hokkanın tozlarını keşfettiğinde, şişeye yansıyan hayallerden, önce bir kahraman yaratır, sonra da hikâyeyi nasıl bitireceklerine günlerce kafa patlatırlar. Masaldaki hükümdar her şeyin kendi istediği gibi gittiğine öyle bir inanır, kendini kaptırır ki avluda dolaşırken atının kaybolduğunu bile ancak akşam öğrenir. Bu kez de atının başıboşluğuna verir, hiçbir şeyi üstlenmediği gibi bu olayın da üzerinde durmaz, zaten vakti de yoktur, ertesi gün yine ava gider.

Çevresinde öyle bir hava yaratır ki; nereye gitse kimse onu merak bile etmez. Çünkü herkes bilir ki o yine ava gitmiştir. Savaşlara da sevgilileriyle birlikte gider, yenilgiyi hissettiğinde şehir değiştirir; yine ava gider. Ve bir gün bu debdebeli hayat sonra erer, artık her zaman yaptığı gibi feda edeceği bir veziri kalmamıştır yanında. Son yıllarını zindanda geçirir... Yüzler, mezarlar, kitaplar ve vezirler konuşur durmadan. Siz, masanın hemen yanı başında öylece durursunuz. Çizilmiş bir dünyanın bir parçası olmak için can atıyorsunuzdur. Elleriniz masaya adeta bırakılmış kadifenin üzerinde gezinirken ancak kötü bir hikâyede edebiyat malzemesi olabilecek tabaklara takılır gözünüz. Ama hayata mutlaka bir yerinden katılmak ya da intibak etmek üzerine sıradan fikirleriniz sizi esir aldığından hemen oturursunuz masaya... Bir yerden konuşmaya dalarsınız, tek elinizle çatalı ararken birden bir çift gözün size baktığını fark edersiniz. Sonra hiçbir şeyden kopmamanın size nasıl iyi geldiğini, içinizden bu alışveriş duygusunun sizi hayata döndürdüğüne gizlice sevinirsiniz. Herkesin gittiği yolda yürümenin rahatlığıyla o gözleri hiç unutmazsınız. O gözler de sizi unutmaz, kimlere karşı neler yaptığınızı, neler dediğinizi hatırlatır size. En azından şimdi artık o kadife örtülü masanın olmadığını bildiğinizden, karaladığınız her satırda dışladığınız kimseler gelir aklınıza, ama yazamazsınız.

İnsanın kendini tanıyamaması da bir ömür sürer.

Hayat belki de gecikmiş karşılaşmaların büyüsü üzerine kuruludur. Bazen hiç tanımadığınız bir ses, bir kelime, beklentinin olmadığı, umutsuzlukların derinleştiği yerlerde çıkar karşınıza, değişik alanlara götürür sizi. Bazen yıllarca saklandığı bir kitabın içinden her şeyini kaybetmiş bir kahraman olarak ortaya çıkar; bazen de bir akordeon ve keman eşliğinde bir şarkı oluverir. Bütün mesele size ne diyeceği ya da ne sunacağıdır. Tabii sizin onu nasıl karşılayacağınız da önemlidir.

Bedrufi'nin Nefesi, sonu önceden sezilemeyecek kadar şaşırtıcı, bir o kadar da sürprizli gibi sanılsa da aslında basittir: Herkesin göreceği kadar. Mallarmé'nin dediği gibi: “Bir kitap ne başlar, ne biter, olsa olsa öyle görünür.”

MEHMET GÜRELİ Yazar, müzisyen, yönetmen ve ressam. 1949'da İstanbul'da doğdu. Ortaokulu Avusturya Lisesi'nde, liseyi Hürriyet Koleji'nde okuduktan sonra 2 yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne devam etti. Alope'nin Odası adlı kitabı 2008 yılında yine Sel Yayıncılık tarafından yayınlandı. Mehmet Güreli, Vapurlar/Blues (1988), Cihangir'de Bir Gece (1995), Yağmur (1999), Odamda Yolculuk (2002), İplerin Kopuşu (2007) albümlerinin yanı sıra, Vapurlar (1986), Bir Oyuncunun Portresi: Necdet Mahfi Ayral (Belgesel, 2003), İstanbul'a Yolculuk (Dünya Yazarlarının Gözüyle, Belgesel, 2006), Gölge (Peyami Safa'nın Selma ve Gölgesi kitabından, 2008) filmlerine de imza attı. Yazar halen İstanbul'da yaşıyor.

TADIMLIK Yüzler, kitaplar ve vezirler...

Hayatta en acı veren şeylerden biri de insanın keşfettiği şeyin anlamını idrak edememesidir. Bazen her şey ortadadır. Tarihte her zaman Stefan Zweig'ın dediği gibi yıldızın parladığı anlar vardır. Görmek ya da saplanmak... Bir de tozlu bile derken kuşku duyacağımız bilinmeyen sayfalar... Konuşmaların duyulmasını engelleyen bir çeşme, bir ağacın dalına takılmış bir haber güvercini, bir gölge, açık bir pencere, ele geçirilmiş bir mühür ya da bir mektup çok şey ifade eder tarihin tek mumla aydınlanan odalarında... Ele geçirilen her ipucundan sayfalarca bölüm üretir vakanüvisler, bazen de çeşitli nedenlerle tek satır bile yazamazlar. Hatta gördüklerini bile... Hokkaları donar, kalem uçları bir bataklığa saplanmış gibi aciz kalır. Elleri uyuşur, üzerlerine atılan pelerinlerin altında nefesleri kesilir, hiçbir ses iletemeden kaybolup giderler. Yıllar geçer, başka birileri hokkanın tozlarını keşfettiğinde, şişeye yansıyan hayallerden, önce bir kahraman yaratır, sonra da hikâyeyi nasıl bitireceklerine günlerce kafa patlatırlar. Masaldaki hükümdar her şeyin kendi istediği gibi gittiğine öyle bir inanır, kendini kaptırır ki avluda dolaşırken atının kaybolduğunu bile ancak akşam öğrenir. Bu kez de atının başıboşluğuna verir, hiçbir şeyi üstlenmediği gibi bu olayın da üzerinde durmaz, zaten vakti de yoktur, ertesi gün yine ava gider.

Çevresinde öyle bir hava yaratır ki; nereye gitse kimse onu merak bile etmez. Çünkü herkes bilir ki o yine ava gitmiştir. Savaşlara da sevgilileriyle birlikte gider, yenilgiyi hissettiğinde şehir değiştirir; yine ava gider. Ve bir gün bu debdebeli hayat sonra erer, artık her zaman yaptığı gibi feda edeceği bir veziri kalmamıştır yanında. Son yıllarını zindanda geçirir... Yüzler, mezarlar, kitaplar ve vezirler konuşur durmadan. Siz, masanın hemen yanı başında öylece durursunuz. Çizilmiş bir dünyanın bir parçası olmak için can atıyorsunuzdur. Elleriniz masaya adeta bırakılmış kadifenin üzerinde gezinirken ancak kötü bir hikâyede edebiyat malzemesi olabilecek tabaklara takılır gözünüz. Ama hayata mutlaka bir yerinden katılmak ya da intibak etmek üzerine sıradan fikirleriniz sizi esir aldığından hemen oturursunuz masaya... Bir yerden konuşmaya dalarsınız, tek elinizle çatalı ararken birden bir çift gözün size baktığını fark edersiniz. Sonra hiçbir şeyden kopmamanın size nasıl iyi geldiğini, içinizden bu alışveriş duygusunun sizi hayata döndürdüğüne gizlice sevinirsiniz. Herkesin gittiği yolda yürümenin rahatlığıyla o gözleri hiç unutmazsınız. O gözler de sizi unutmaz, kimlere karşı neler yaptığınızı, neler dediğinizi hatırlatır size. En azından şimdi artık o kadife örtülü masanın olmadığını bildiğinizden, karaladığınız her satırda dışladığınız kimseler gelir aklınıza, ama yazamazsınız.

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat