Türkçe edebiyatta siyasî polisiyenin parlak örneklerinden biriyle karşı karşıyayız. Dahası, yeni gelişen bu türün öncü örneklerinden biriyle.
Polisiye entrikanın berisinde, bir kuşağın geçmişiyle ve kendisiyle hesaplaşmasının gerilimi var Bekle Dedim Gölgeye'de. Arkadaşlık, ahlâk ve sadakatle ilgili, iktidar tutkusuyla ilgili, her kuşağın yeniden keşfetmesi gereken, veya belki her kuşakta yeniden yitirilen değerlerle hesaplaşma var. Bir cinayetin arkasındaki muammanın ürpertisi, insanın hayatındaki anlamı kaybetme endişesinin ürpertisiyle katlanıyor. Aynı zamanda, herhangi bir anlamla arasında köprü olan aşkın ürpertisiyle.
Nasıl oluyor da Titanic sapasağlam dururken koca koca buzdağları birer birer batıyor? “İyi polisiye iyi edebiyattır” sözüne birinci dereceden delil sunan bir “siyasî-polisiye” roman. Daha bulduğunu sezmeye başlamadan kaybetmeye başlama hikayelerinden biri. Ya da ancak sonuna yetişebilmenin ne demek olduğunu anlama yolunda bir deneme. “Şartlar” ve “mecburiyetler”den arınmış bir siyasetin acaba ahlakla aynı anlama mı geldiği sorusuna cevap aradığı iddia edilebilecek bir kitap. Gördüğü onca hasara rağmen Titanic'in sapasağlam duruşuna, buna karşılık buzdağlarının birer birer batıp yokoluşuna duyulan öfkenin ürünü. Yani bu roman bazı insanlara ve dolayısıyla kaybetmeye dair.
Türkçe edebiyatta siyasî polisiyenin parlak örneklerinden biriyle karşı karşıyayız. Dahası, yeni gelişen bu türün öncü örneklerinden biriyle.
Polisiye entrikanın berisinde, bir kuşağın geçmişiyle ve kendisiyle hesaplaşmasının gerilimi var Bekle Dedim Gölgeye'de. Arkadaşlık, ahlâk ve sadakatle ilgili, iktidar tutkusuyla ilgili, her kuşağın yeniden keşfetmesi gereken, veya belki her kuşakta yeniden yitirilen değerlerle hesaplaşma var. Bir cinayetin arkasındaki muammanın ürpertisi, insanın hayatındaki anlamı kaybetme endişesinin ürpertisiyle katlanıyor. Aynı zamanda, herhangi bir anlamla arasında köprü olan aşkın ürpertisiyle.
Nasıl oluyor da Titanic sapasağlam dururken koca koca buzdağları birer birer batıyor? “İyi polisiye iyi edebiyattır” sözüne birinci dereceden delil sunan bir “siyasî-polisiye” roman. Daha bulduğunu sezmeye başlamadan kaybetmeye başlama hikayelerinden biri. Ya da ancak sonuna yetişebilmenin ne demek olduğunu anlama yolunda bir deneme. “Şartlar” ve “mecburiyetler”den arınmış bir siyasetin acaba ahlakla aynı anlama mı geldiği sorusuna cevap aradığı iddia edilebilecek bir kitap. Gördüğü onca hasara rağmen Titanic'in sapasağlam duruşuna, buna karşılık buzdağlarının birer birer batıp yokoluşuna duyulan öfkenin ürünü. Yani bu roman bazı insanlara ve dolayısıyla kaybetmeye dair.