Arap cephesinde çalışırken hiçbir şeyi kabul etmemeye kararlıydım. Kurul, Araplara sonradan öz yönetim vaadi vererek bizimle birlikte savaşmaları için asker yetiştirdi. Araplar kuruluşlardan çok şahıslara önem verir. Beni Britanya Hükümetinin bir temsilcisi olarak gördüler ve bu vaatleri onaylamamı istediler. Bu komploya dahil olmak zorunda kaldım. Sözümün değeri ne olursa olsun onlara ödüllendirileceklerinin garantisini verdim. Ateş altında geçen iki yıllık ortaklığımızda hükümetimin de benim gibi samimi olduğunu düşünmeye alıştılar. Bu umutla birlikte harika işlere imza attılar ama ortaklığımızdan gurur duymak yerine kendimden utandım.
Savaşı kazandığımız an bu vaatlerin geçersiz olacağı en başından belliydi. Dürüst bir rehber olabilseydim onlara eve dönmelerini, böyle şeyler için hayatlarını riske atmamaları gerektiğini söylerdim ama Arapları ellerinde silahlarla, kendilerinden emin bir şekilde son zaferlerine doğru yönlendirirsem Büyük Güçler'e adil bir pazarlık yapılabileceği yönünde kendimi avutuyordum. Başka bir deyişle, irade ve güce sahip başka bir lider göremediğim için seferlerden sağ çıkacağımı ve sadece Türkleri savaş alanında değil, kendi ülkemi ve müttefiklerini de mecliste yenebileceğimi varsaydım. Bu küstahça bir varsayımdı. Başarılı olup olmadığım belli değil ama Arapları bilmeden, böyle bir tehlikeye sokmak için hiçbir iznimin olmadığı da açık. Doğu'daki ucuz ve tez gelen zaferimiz için Arap yardımının gerekli olduğuna ve kaybetmektense kazanıp sözümüzü tutmanın daha iyi olduğuna inanarak sahtekarlığı göze aldım.