Târihi oluşturan hâdiseler muhtelif sebepler altında doğar. Bunların bir kısmı dâimîdir: Toprak, iklim, ırk gibi; bir kısmı ârizîdir: Dinler, istilâlar gibi. Târihte en büyük zorluklardan biri etrafımızı saran, gördüğümüz bir hâlin görmediğimiz uzak bir mâzinin doğurduğu bir hâl olmasıdır. Hâdiseleri iyice anlamak için geçmişteki sebeplerine doğru uzun uzadıya çıkmak lâzımdır. Bir ilmin umûmî prensipleri, o ilmin felsefesini teşkil eder. Bu ilim değiştikçe felsefesi de değişir. Târih de bu umûmî kanunun hükümlerine tâbidir. Bu ilme dayanak olan fikirlerin çoğu, zamanla kıymetlerini kaybettiklerinden, eski fikir esasları yerine, yenileri konulmaya çalışılmaktadır. Târihin felsefesi, kâinata dâir umûmî bir felsefenin bir bâbı olduğundan, ilmî ilerlemelerin bir düstûr hâline koymaya müsait bulunduğu yeni telakkîlerden bazılarını düşünmek mecburiyeti hissolunmuştur.
“Bir bilimin genel ilkeleri o bilimin felsefesini oluşturur. Bu bilim değiştikçe felsefeside değişir. Tarih bilimi de bu genel yasaya bağlıdır. Bu bilime bağlı olan fikirlerin çoğu, zaman geçtikçe değerlerinin yitirdiklerinden eski fikirlerin yerine yenileri konulmaya çalışılacaktır. Dünyada olup biten olaylar basit bir görüntü haline dönüştürüldüğünde tarih yazını önceden bilinmesi olanaksız sonsuz yasaların doğurduğu beklemediğimiz olasılıkların ortaya çıkmasından oluşmuş bir kabus görüntüsü verir.”