#smrgKİTABEVİ Bir Usta Bir Dünya: Sevim Burak = One Master, One World: Sevim Burak -
Sevim Burak bundan yaklaşık kırk yıl önce ilk kitabı Yanık Saraylar'ı yayımladığında (1965) hem büyük bir beğeniyle hem de bir parça şaşkınlıkla karşılanmıştı. Toplumcu gerçekçiliğin o zamanlar edebiyatımızdaki hâkimiyeti düşünüldüğünde, Sevim Burak gerçekten de bu iklime uymayan, insana merakla "bu da nerden çıktı" dedirtecek türden "eksantrik" bir yazardı. Yanık Saraylar'la ilgili ilk yazılar da bu soru etrafında yoğunlaşır. Sevim Burak'la ilgili ilk araştırmalar, soruşturmalar Kuzguncuk istikametini işaret eder. Kendisinin doğma büyüme Kuzguncuklu oluşu, Kuzguncuk'ta yaşayan azınlıkları, özellikle Yahudileri edebiyatına taşımış olması ve azınlıkların ezilmesini konu edinmesi, onun edebiyatı tanımlanırken öne çıkan öğeler olur. Sonradan kendisi de bu özelliğini çeşitli vesilelerle vurgulamıştır. Kendisini "Kuzguncuk'la örülmüş bir duygular yumağı" olarak tanımlar: 20 yaşına kadar aynı evde yaşadığı babaannesi ve büyükbabasının, hep etrafında gördüğü yaşlı akrabaların, büyük halaların ve amcaların, kendilerine özgü konuşma biçimleriyle, anlattıkları hikâyelerle ondaki edebi duyarlığı geliştirdiklerini sık sık tekrarlar. İlk kitabında karşımıza çıkan, bazılarını sonradan başka yapıtlarına da (Sahibinin Sesi; İşte Baş İşte Gövde İşte Kanatlar) taşıdığı Zembul, Nurperi Hanım, Bilal Bey, Madam Nıvart ve diğerleri hep Kuzguncuk insanlarıdır. Hikâyelerinin dokusunu oluşturan gerilim, şüphe, çatışma ve mizah, Kuzguncuk'ta azınlıklarla Müslümanların yan yana ve karşı karşıya gelişinden doğan çatışmaları ve mizahı içinde barındırır. Sevim Burak'ın Kuzguncuk'tan edebiyatına taşıdığı cevher tanımlanırken eksik kalan parça, kendi annesinin de Yahudi oluşudur. Osmanlı deniz subayı Mehmet Kaptan'ın kendisi gibi kaptan olan Seyfi Bey ile Romanyalı Mandil ailesinin kızı Anne-Marie'nin evliliği, Kuzguncuk'un olumlu ve olumsuz bütün dinamiklerini aynı evin içinde buluşturur…
Sevim Burak bundan yaklaşık kırk yıl önce ilk kitabı Yanık Saraylar'ı yayımladığında (1965) hem büyük bir beğeniyle hem de bir parça şaşkınlıkla karşılanmıştı. Toplumcu gerçekçiliğin o zamanlar edebiyatımızdaki hâkimiyeti düşünüldüğünde, Sevim Burak gerçekten de bu iklime uymayan, insana merakla "bu da nerden çıktı" dedirtecek türden "eksantrik" bir yazardı. Yanık Saraylar'la ilgili ilk yazılar da bu soru etrafında yoğunlaşır. Sevim Burak'la ilgili ilk araştırmalar, soruşturmalar Kuzguncuk istikametini işaret eder. Kendisinin doğma büyüme Kuzguncuklu oluşu, Kuzguncuk'ta yaşayan azınlıkları, özellikle Yahudileri edebiyatına taşımış olması ve azınlıkların ezilmesini konu edinmesi, onun edebiyatı tanımlanırken öne çıkan öğeler olur. Sonradan kendisi de bu özelliğini çeşitli vesilelerle vurgulamıştır. Kendisini "Kuzguncuk'la örülmüş bir duygular yumağı" olarak tanımlar: 20 yaşına kadar aynı evde yaşadığı babaannesi ve büyükbabasının, hep etrafında gördüğü yaşlı akrabaların, büyük halaların ve amcaların, kendilerine özgü konuşma biçimleriyle, anlattıkları hikâyelerle ondaki edebi duyarlığı geliştirdiklerini sık sık tekrarlar. İlk kitabında karşımıza çıkan, bazılarını sonradan başka yapıtlarına da (Sahibinin Sesi; İşte Baş İşte Gövde İşte Kanatlar) taşıdığı Zembul, Nurperi Hanım, Bilal Bey, Madam Nıvart ve diğerleri hep Kuzguncuk insanlarıdır. Hikâyelerinin dokusunu oluşturan gerilim, şüphe, çatışma ve mizah, Kuzguncuk'ta azınlıklarla Müslümanların yan yana ve karşı karşıya gelişinden doğan çatışmaları ve mizahı içinde barındırır. Sevim Burak'ın Kuzguncuk'tan edebiyatına taşıdığı cevher tanımlanırken eksik kalan parça, kendi annesinin de Yahudi oluşudur. Osmanlı deniz subayı Mehmet Kaptan'ın kendisi gibi kaptan olan Seyfi Bey ile Romanyalı Mandil ailesinin kızı Anne-Marie'nin evliliği, Kuzguncuk'un olumlu ve olumsuz bütün dinamiklerini aynı evin içinde buluşturur…