İnsan ömrü doğum ile ölüm arasındaki ince çizgide bir defalığına yaşanan bir süreçtir. Evrendeki her şey gibi insanlığın da bir döngüsü vardır. İnsanlar doğmakta ve ölmekte, yaşam bu döngüde sürüp gitmektedir. Bu döngü insanlık tarihi boyunca doğumdan başlayarak ölüme kadar süren geçiş dönemleri olarak insanlığın uygulama ve inanışlarını hayata geçirdiği özel törenlere sahne olmuştur. Varlığını her daim doğum ile devam ettiren insanoğlu doğum öncesinden başlayarak doğum sonrasına kadar sağlıklı bir bireyin dünyaya gelebilmesi için her türlü çareyi aramıştır. Çocuğu olmayanların türbe ve yatırlara gidip adak adamaları, kutsal olduklarına inandıkları suyu içmeleri ve yıkanmaları gibi uygulamalar ile yaşamın kaynağı olan çocuğun dünyaya gelebilmesi amaçlanmış, böylece insanoğlunun varlığını sürdürmesi sağlanmaya çalışılmıştır. Bir çocuğun dünyaya gelebilmesi için ise aile kurumunun oluşması gerekir. Bunun için sosyal düzeyde geçerliliği olan evliliğin gerçekleşmesi gerekmektedir.
Evlilik de geçiş dönemlerinin en özel anlarındandır. Evlilik töreni ile hayatlarını birleştiren iki kişinin sosyal statüleri değişmekte, toplum içindeki saygınlıkları artmaktadır. Evliliğin asıl amacı olan çocukla da kadın ve erkeğin aile ve toplum içindeki yeri daha da sağlamlaşmaktadır. Evliliğin önem arz etmesinden dolayı bevlenemeyen kişiler doğal olarak toplumsal bir baskıya maruz kalmaktadır. Evlenemeyenler için çareler aramak ve onları evlendirmeye çalışmak bu baskının bir sonucu olarak görülebilir. Evlilik ile beklenen çocuktur.
Bu süreçleri birer birer geçen insanoğlu değişmez bir gerçek olarak insanlığın karşısında duran ve her şeyi sıfırlayan ölümle yüz yüze gelmektedir. Geçiş dönemlerinin en dramatik kısmını oluşturan ölümle ilgili olarak ölüm öncesinden başlayarak ölüm, ölüm sonrası ve belli günlere kadar çok geniş kapsamlı uygulama ve inanışlara rastlamak mümkündür. Doğumundan ölümüne kadar kendi kaderini yaşayan insan için yapılan bu sontörenin özel olmasına her toplumda dikkat edilmektedir.
Dünya üzerinde geçiş dönemleriyle ilgili uygulamaların ve inanışların merkezinde insan vardır. İnsan faktörünün olduğu her yerde ritüellere ve inanışlara rastlamak mümkündür. Her toplumun geçiş dönemlerinde kendine has ritüelleri ve uygulamaları olmakla birlikte temelde var olan amacın ortak olduğu bir gerçektir. Ritüeller ve inanışlar ile insan, kendini var eden değerleri, insani kodları sürekli canlı tutmaktadır. Var olma dürtüsü, dünya üzerindeki varlığını sağlamlaştırma isteği, insanın binlerce yıllık yaşam sürecinde çeşitli şekilsel değişikliklere uğrasa da her daim ritüel ve inanışlara yansımıştır