Küba sömürgeci zorbalığa ve içinden çıkan yoz diktatörlük heveslilerine neden direnmişti, bu direnişin adadaki insani, toplumsal kültürel kökleri nerede gizliydi ? Yeryüzünün diğer yakasındaki sosyalizm halkla yollarını ayırdığında, Küba halkı neden sosyalizmi savunmuştu?
İşte yazar, bu soruların yanıtlarını insanın, kültürün, şiir ve müziğin içinden, cilveli tarihin penceresinden açıklıyor.
Bilir misiniz, benim diğer soyadım bana,
Uçsuz bucaksız diyarlardan, denizlerin ötesinden
Zincirler arasında, denizleri zincirler içinde aşıp gelen
Kanlı ve ele geçirilmiş bir soyadıdır?
Ah, nerden hatırlayacaksınız!
Onu zavallı, savunmasız bir siyah adamdan çalıp da
Okunmaz mürekkeple gömdünüz geçmişin unutulmuşluğuna.
... Ben de bir torunum,
Bir torunun torunu,
Bir kölenin torunun torununun torunu.
Rivera şöyle yazıyor: Kübalılar, Don Hernando'nun 1538 yılında La Fuerza'da bıraktığı trajik bayan vali gibi, hep denize karşı ve ona bağımlı yaşadılar.
Havana'yı, zamanla da tüm Küba'yı büyütmeye yönelik ilk adım denizden geldi. Cartegena, Portebolo (Panama) ve Yarımada (İspanya) arasında yolculuk eden tüm gemiler adanın bu yeni başkentinde bakıma çekiliyordu. Bu, güçlü bir sınır ticareti yarattı ve yeniden kurulan bu şehri 300 yıl boyunca Amerika'nın en önemli şehri yaptı. Havana'da İspanyol filosunun ihtiyacını karşılayan hatırı sayılır bir tersane - tüm Amerika kıtasında büyüklükte ikincidir - inşa edildi.
Havana'nın ve Amerika'nın İngilizlerin eline geçip bağımsızlığını yitirdiği 18. yüzyılın sonlarında Havana ABD topraklarının o dönemdeki en büyük şehirleri olan New York, Boston ve Philadelphia'dan daha kalabalıktı ve nüfus bakımından sadece Amerika'daki en önemli iki İspanyol genel valilik başkentleri olan Meksiko City ile Lima'nın gerisindeydi.
Havana, Trinidad'dan Cape San Antonio'ya kadar Küba'nın en verimli topraklarına sahipti. Adını purolarına veren sarma tütünün merkezi olup çıktı.
Deniz adalılar için korkunç boğucu bir dışsal sınır oluşturuyordu. Geceleri önüne bir canavar gibi dikilen devasa karanlık kitlenin arkasında bir şeyler vardı. Bu yakada insanların kendisini keşfetmesini bekleyen bir gizem saklıydı, ama aynı zamanda bu gizem, denizin kendisinin bize esinlendirdiği dehşet duygusu tarafından da korunuyordu.
Yazar Rivera bu adada her şeyin biraz eleştirel-politik olduğunu hatta Katolikliğin dahi farklı yaşandığını anlatıyor, bazılarının kavramakta güçlük çektiği Marti, Castro ve Che tutkusunu açıklamaya çalışıyor.
Onları "kendi iyilikleri için" ateşe atmak isteyenlerden ilk kuşkulanacak olanlar, ada sakinleridir. Meselenin Kübalıları "diktatörlüğü devirmeye" "teşvik etme" çabasından ibaret olduğu doğrulanmıştır. Bir çeşit "Ya Ayaklanma Ya Ölüm" çağrısı. Gel gör ki, insanları şehit olmaya çağıranlar kendileri ortalıkta hiç gözükmüyor, belli ki onlar daha sonra "iş bitince" televizyonda boy gösterecekler.
Bütün bunlar açıkça, müsaadenizle Küba halkı arasında liderler karşısında beslenen asli bir kural olan "kendini aptal yerine koydurmama" diye adlandıracağım bir kuralın tümüyle ihlalidir: Hiçbir şef ya da şef olma heveslisi, bizzat kendisi canını ortaya koyacak cesareti göstermeden, Kübalıları hayatlarını riske atmaya ve kendini izlemeye çağıramaz.
Bu edebi düşün eseri devrimci Küba'yı şiiri, müziği, dansları, denizi, kültürü, tarihi ve renkli halkları ile birlikte tanımak isteyen okuyucular için hazırlanmış bir kitaptır.
-Deniz Kızılçeç-
(Tanıtım Bülteninden)
Küba sömürgeci zorbalığa ve içinden çıkan yoz diktatörlük heveslilerine neden direnmişti, bu direnişin adadaki insani, toplumsal kültürel kökleri nerede gizliydi ? Yeryüzünün diğer yakasındaki sosyalizm halkla yollarını ayırdığında, Küba halkı neden sosyalizmi savunmuştu?
İşte yazar, bu soruların yanıtlarını insanın, kültürün, şiir ve müziğin içinden, cilveli tarihin penceresinden açıklıyor.
Bilir misiniz, benim diğer soyadım bana,
Uçsuz bucaksız diyarlardan, denizlerin ötesinden
Zincirler arasında, denizleri zincirler içinde aşıp gelen
Kanlı ve ele geçirilmiş bir soyadıdır?
Ah, nerden hatırlayacaksınız!
Onu zavallı, savunmasız bir siyah adamdan çalıp da
Okunmaz mürekkeple gömdünüz geçmişin unutulmuşluğuna.
... Ben de bir torunum,
Bir torunun torunu,
Bir kölenin torunun torununun torunu.
Rivera şöyle yazıyor: Kübalılar, Don Hernando'nun 1538 yılında La Fuerza'da bıraktığı trajik bayan vali gibi, hep denize karşı ve ona bağımlı yaşadılar.
Havana'yı, zamanla da tüm Küba'yı büyütmeye yönelik ilk adım denizden geldi. Cartegena, Portebolo (Panama) ve Yarımada (İspanya) arasında yolculuk eden tüm gemiler adanın bu yeni başkentinde bakıma çekiliyordu. Bu, güçlü bir sınır ticareti yarattı ve yeniden kurulan bu şehri 300 yıl boyunca Amerika'nın en önemli şehri yaptı. Havana'da İspanyol filosunun ihtiyacını karşılayan hatırı sayılır bir tersane - tüm Amerika kıtasında büyüklükte ikincidir - inşa edildi.
Havana'nın ve Amerika'nın İngilizlerin eline geçip bağımsızlığını yitirdiği 18. yüzyılın sonlarında Havana ABD topraklarının o dönemdeki en büyük şehirleri olan New York, Boston ve Philadelphia'dan daha kalabalıktı ve nüfus bakımından sadece Amerika'daki en önemli iki İspanyol genel valilik başkentleri olan Meksiko City ile Lima'nın gerisindeydi.
Havana, Trinidad'dan Cape San Antonio'ya kadar Küba'nın en verimli topraklarına sahipti. Adını purolarına veren sarma tütünün merkezi olup çıktı.
Deniz adalılar için korkunç boğucu bir dışsal sınır oluşturuyordu. Geceleri önüne bir canavar gibi dikilen devasa karanlık kitlenin arkasında bir şeyler vardı. Bu yakada insanların kendisini keşfetmesini bekleyen bir gizem saklıydı, ama aynı zamanda bu gizem, denizin kendisinin bize esinlendirdiği dehşet duygusu tarafından da korunuyordu.
Yazar Rivera bu adada her şeyin biraz eleştirel-politik olduğunu hatta Katolikliğin dahi farklı yaşandığını anlatıyor, bazılarının kavramakta güçlük çektiği Marti, Castro ve Che tutkusunu açıklamaya çalışıyor.
Onları "kendi iyilikleri için" ateşe atmak isteyenlerden ilk kuşkulanacak olanlar, ada sakinleridir. Meselenin Kübalıları "diktatörlüğü devirmeye" "teşvik etme" çabasından ibaret olduğu doğrulanmıştır. Bir çeşit "Ya Ayaklanma Ya Ölüm" çağrısı. Gel gör ki, insanları şehit olmaya çağıranlar kendileri ortalıkta hiç gözükmüyor, belli ki onlar daha sonra "iş bitince" televizyonda boy gösterecekler.
Bütün bunlar açıkça, müsaadenizle Küba halkı arasında liderler karşısında beslenen asli bir kural olan "kendini aptal yerine koydurmama" diye adlandıracağım bir kuralın tümüyle ihlalidir: Hiçbir şef ya da şef olma heveslisi, bizzat kendisi canını ortaya koyacak cesareti göstermeden, Kübalıları hayatlarını riske atmaya ve kendini izlemeye çağıramaz.
Bu edebi düşün eseri devrimci Küba'yı şiiri, müziği, dansları, denizi, kültürü, tarihi ve renkli halkları ile birlikte tanımak isteyen okuyucular için hazırlanmış bir kitaptır.
-Deniz Kızılçeç-
(Tanıtım Bülteninden)