Mahmut Şenol komiği ve trajiği bir araya getirmedeki ustalığını bir kez daha sergilediği Capon Çayevi'nde yine unutulmayacak bir roman kahramanı yaratmış. Don Kişot'u hatırlatan Çerkes Adil Paşa'sından sonra, bu saf ve talihsiz Çerkes delikanlısıyla sanki Dosteyevski'nin Prens Mişkin'ine bir selam gönderiyor. Doksan Üç Harbi diye anılan 1878 Rus-Osmanlı Savaşı'nda Kafkasya'dan sürgüne gönderilen Çerkeslerin gelip yerleştiği köyde, 1929 yılında doğan, yoksulluk ve hastalıklar nedeniyle hiç bir işte dikiş tutturamayan Nuridin bir çay ocağına çırak verildiğinde sanki bu dünyaya gelişinin anlamını bulmuştur. Çaycılığı sanata çevirecektir Nuridin. Ne hayattan büyük beklentileri ne geleceğe dair umutları, ne başkalarına hasedi, kıskançlığı, nefreti vardır genç adamın. Ne yazık ki hayatın akışına karşı duracak gücü de yoktur. Köyünden, kasabaya, kasabadan büyük kentlere savrulur. Yıllar sonra geriye döndüğünde her şey değişmiştir. Nuridin değişime nasıl ayak uyduracaktır?
Biga yöresindeki Çerkes bir delikanlının hayatı ekseninde bütün bir tarihsel toplumsal yapıyı ince ve çarpıcı ayrıntılarıyla gözler önüne seren Şenol, dönemin atmosferini önce dili sonra anlatı tarzı ve kurgusu, nihayetinde insan manzaralarıyla eksiksiz yansıtmış.
Şenol romanlarında sanki Bruegel'in tablolarını kâğıda aktarıp temize geçer gibidir. Anlattığı hikâyeler, karakterler, mekân ve zamanın ilişkisi, hatta kullandığı dil Bruegel resimlerine benzer; şenlikli ve zalimânedir her şey... Berbat ile şâhane, zor ile kolay, yalan ile dürüstlük, ihanet ile sadakat, alay ile gurur, âdi ve yüce, hatta dev ve cüce iç içedir... (Tanıtım Bülteninden)
Mahmut Şenol komiği ve trajiği bir araya getirmedeki ustalığını bir kez daha sergilediği Capon Çayevi'nde yine unutulmayacak bir roman kahramanı yaratmış. Don Kişot'u hatırlatan Çerkes Adil Paşa'sından sonra, bu saf ve talihsiz Çerkes delikanlısıyla sanki Dosteyevski'nin Prens Mişkin'ine bir selam gönderiyor. Doksan Üç Harbi diye anılan 1878 Rus-Osmanlı Savaşı'nda Kafkasya'dan sürgüne gönderilen Çerkeslerin gelip yerleştiği köyde, 1929 yılında doğan, yoksulluk ve hastalıklar nedeniyle hiç bir işte dikiş tutturamayan Nuridin bir çay ocağına çırak verildiğinde sanki bu dünyaya gelişinin anlamını bulmuştur. Çaycılığı sanata çevirecektir Nuridin. Ne hayattan büyük beklentileri ne geleceğe dair umutları, ne başkalarına hasedi, kıskançlığı, nefreti vardır genç adamın. Ne yazık ki hayatın akışına karşı duracak gücü de yoktur. Köyünden, kasabaya, kasabadan büyük kentlere savrulur. Yıllar sonra geriye döndüğünde her şey değişmiştir. Nuridin değişime nasıl ayak uyduracaktır?
Biga yöresindeki Çerkes bir delikanlının hayatı ekseninde bütün bir tarihsel toplumsal yapıyı ince ve çarpıcı ayrıntılarıyla gözler önüne seren Şenol, dönemin atmosferini önce dili sonra anlatı tarzı ve kurgusu, nihayetinde insan manzaralarıyla eksiksiz yansıtmış.
Şenol romanlarında sanki Bruegel'in tablolarını kâğıda aktarıp temize geçer gibidir. Anlattığı hikâyeler, karakterler, mekân ve zamanın ilişkisi, hatta kullandığı dil Bruegel resimlerine benzer; şenlikli ve zalimânedir her şey... Berbat ile şâhane, zor ile kolay, yalan ile dürüstlük, ihanet ile sadakat, alay ile gurur, âdi ve yüce, hatta dev ve cüce iç içedir... (Tanıtım Bülteninden)