"Yara! Ben derisi yüzülmüş bir yarayım. Seksen yıldır yüreğimde açılan bu yara bugüne kadar ne iyileşti ne de kabuk bağlayabildi. Bu yara öyle bir yara ki, kabuk bağlayıp iyileşeceğine, her geçen gün biraz daha derinleşip büyüdü. Yara büyüdükçe ben küçüldüm, ben küçüldükçe de yaram büyüdü. Öyle ki upuzun ömrümün sonunda ben bu yaradan ibaret kaldım. Yara! Kapkara bir yara! Bugüne kadar hiç kimseye bu yaramdan bahsedip anlatmadım. O uğursuz geceden beri yaram hep içe doğru derinleşip kanadı. Ama artık ne bu içe doğru kanayan yarayı saklayacak dermanım kaldı ne de onunla mezara gidecek takatim."
Yavuz Ekinci, ikinci romanında, tarihimizin ve coğrafyamızın güneydoğusundan, yüz yıla yayılan hayatlar anlatıyor: Yerinden yurdundan edilmiş, dilinden, dininden, kimliğinden, insanı insan eden her şeyden yoksun bırakılmış Almast'ların ve onların aynı yazgıyı bu kez başka bir "bilinmeyen dil"de okumak zorunda bırakılmış oğullarının ve torunlarının öyküsünü... Cennetin kayıp topraklarını...
"Yara! Ben derisi yüzülmüş bir yarayım. Seksen yıldır yüreğimde açılan bu yara bugüne kadar ne iyileşti ne de kabuk bağlayabildi. Bu yara öyle bir yara ki, kabuk bağlayıp iyileşeceğine, her geçen gün biraz daha derinleşip büyüdü. Yara büyüdükçe ben küçüldüm, ben küçüldükçe de yaram büyüdü. Öyle ki upuzun ömrümün sonunda ben bu yaradan ibaret kaldım. Yara! Kapkara bir yara! Bugüne kadar hiç kimseye bu yaramdan bahsedip anlatmadım. O uğursuz geceden beri yaram hep içe doğru derinleşip kanadı. Ama artık ne bu içe doğru kanayan yarayı saklayacak dermanım kaldı ne de onunla mezara gidecek takatim."
Yavuz Ekinci, ikinci romanında, tarihimizin ve coğrafyamızın güneydoğusundan, yüz yıla yayılan hayatlar anlatıyor: Yerinden yurdundan edilmiş, dilinden, dininden, kimliğinden, insanı insan eden her şeyden yoksun bırakılmış Almast'ların ve onların aynı yazgıyı bu kez başka bir "bilinmeyen dil"de okumak zorunda bırakılmış oğullarının ve torunlarının öyküsünü... Cennetin kayıp topraklarını...