“İnsan oynayınca kutsal zamandan kurtulur ve insani zamanda onu “unutur.” Yine de oyunun dünyası daha da özel bir anlamda zamanla bağlantılıdır. Aslında oyuna ait olan her şeyin bir zamanlar kutsalın ortamına ait olduğunu gördük. Ama bu, oyun ortamını tüketmez. Gerçekten de, insanlar oyunlar icat etmeyi sürdürürler ve bir zamanlar pratik-ekonomik ortama ait olan bir şey ile de oynanabilir. Oyuncakların dünyasına şöyle bir göz gezdirmek, insanlığın eskicileri olan çocukların, ellerine geçen her türlü eski eşya ile oynadıklarını ve oyunun böylece artık var olmayan kutsal dışı davranış ve nesneleri koruduğunu gösterir. Eski olan her şey kutsal kökeninden bağımsız olarak oyuncak haline gelmeye uygundur.
Dahası var: Hâlâ kullanılmakta olan nesneler söz konusu olduğunda da bunların dönüştürülüp –örneğin, küçültülmeleriyle– oyuna dahil edilmeleri mümkündür: Bir otomobil, bir tabanca, elektrikli bir ocak küçültülerek birdenbire oyuncağa dönüşür. Peki o halde oyuncağın özü nedir? Oyuncağın özsel karakteri –iyi düşünülürse, onu diğer nesnelerden ayırt etmeyi sağlayan tek özellik– sadece “bir zamanların”, “artık olmayan bir şimdinin” zamansal boyutunda kavranabilecek son derece tekil bir şeydir (ancak, küçültme örneğinin de gösterdiği gibi, bu “bir zamanları” ve bu “artık olmayan şimdiyi” sadece artsüremli anlamda değil, eşsüremli anlamda kavramak gerekir).
Oyuncak –bir zamanlar, artık olmayan bir ortamda– kutsalın alanına ya da pratik-ekonomik alana ait olmuş şeydir. Eğer bu doğruysa oyuncağın özü (çocukların oyuncaklarını ellerinde döndürüp dururken, onları sallarken, yere atarken, içini dışına çıkarırken ve en sonunda paramparça ederken boşu boşuna kavramaya çalıştıkları şey – Baudelaire'e göre oyuncağın “ruhu”) her şeyden önce tarihsel bir şeydir; hatta, deyim yerindeyse, saf haldeki Tarihselliktir.”
“İnsan oynayınca kutsal zamandan kurtulur ve insani zamanda onu “unutur.” Yine de oyunun dünyası daha da özel bir anlamda zamanla bağlantılıdır. Aslında oyuna ait olan her şeyin bir zamanlar kutsalın ortamına ait olduğunu gördük. Ama bu, oyun ortamını tüketmez. Gerçekten de, insanlar oyunlar icat etmeyi sürdürürler ve bir zamanlar pratik-ekonomik ortama ait olan bir şey ile de oynanabilir. Oyuncakların dünyasına şöyle bir göz gezdirmek, insanlığın eskicileri olan çocukların, ellerine geçen her türlü eski eşya ile oynadıklarını ve oyunun böylece artık var olmayan kutsal dışı davranış ve nesneleri koruduğunu gösterir. Eski olan her şey kutsal kökeninden bağımsız olarak oyuncak haline gelmeye uygundur.
Dahası var: Hâlâ kullanılmakta olan nesneler söz konusu olduğunda da bunların dönüştürülüp –örneğin, küçültülmeleriyle– oyuna dahil edilmeleri mümkündür: Bir otomobil, bir tabanca, elektrikli bir ocak küçültülerek birdenbire oyuncağa dönüşür. Peki o halde oyuncağın özü nedir? Oyuncağın özsel karakteri –iyi düşünülürse, onu diğer nesnelerden ayırt etmeyi sağlayan tek özellik– sadece “bir zamanların”, “artık olmayan bir şimdinin” zamansal boyutunda kavranabilecek son derece tekil bir şeydir (ancak, küçültme örneğinin de gösterdiği gibi, bu “bir zamanları” ve bu “artık olmayan şimdiyi” sadece artsüremli anlamda değil, eşsüremli anlamda kavramak gerekir).
Oyuncak –bir zamanlar, artık olmayan bir ortamda– kutsalın alanına ya da pratik-ekonomik alana ait olmuş şeydir. Eğer bu doğruysa oyuncağın özü (çocukların oyuncaklarını ellerinde döndürüp dururken, onları sallarken, yere atarken, içini dışına çıkarırken ve en sonunda paramparça ederken boşu boşuna kavramaya çalıştıkları şey – Baudelaire'e göre oyuncağın “ruhu”) her şeyden önce tarihsel bir şeydir; hatta, deyim yerindeyse, saf haldeki Tarihselliktir.”