#smrgKİTABEVİ Cumhuriyet Dönemi Teke Yöresi / Burdur Halk Sanatçıları: Geleneksel Kuşak Genç Kuşak - 2014
*** Burdur'a gelenler ve Burdur'u folklorunu tanımak isteyenler kitapta neleri bulacak?
Kitaptaki bütün ustalarla birebir görüşülerek ve en 2-3 saat söyleşi yapılarak hazırlanmış bir kitap bu. Yaşayan ustaların kendileriyle, yaşamayanların oğulları ve kızları gibi birinci dereceden akrabalarıyla görüşülerek kitap oluşturuldu.
Kitabın başlıklarını oluştururken neler düşünüldü?
Burdur'un ustalarını eksiksiz ve tam olarak nasıl aktarabilirim kaygısı vardı. Kendime göre altı başlık belirleyip bütün ustalarımızı aynı başlıklarla işledim. Ustalarımız; yaşamı, çaldığı/yaptığı enstrümanlar, katıldığı etkinlikler, varsa aldığı ödüller, besteler/ derlemeler ve anılar bölümleriyle anlatıldı. Kitap büyük oranda Burdurlu ustalara ayrıldı. Bunun yanı sıra Burdur'a kültürel olarak pek de uzak olmayan Çamelili ve Fethiyeli ustalara da değinildi. Yöreye gelen Janos Sipos, Jérôme Cler ve yerli folklorcularımıza yer verilerek kentimizin dışarıdan müzikal olarak nasıl gözüktüğünü ustalar ve yaptıkları müzik boyutunda vermeye çalıştım.
Halk sanatçılarıyla ilgili kitap yazma düşüncesi nasıl oluştu?
İçinde bulunduğumuz iletişim çağında küreselleşme denilen olgu kaçınılmaz bir süreç olarak karşımıza çıkarken aynı zamanda diyalektiğe uygun olarak kaçınılmaz bir biçimde kendi karşıtını da yarattı. Bunun sonucunda herkes kendi yerel kültürünün ne denli önemli ve değerli olduğunu, onu koruyamazsa koskoca dünya kalabalığı içerisine karışıp gideceğini anlamaya başladı. Bu nedenle kendi yerel kültürünü yavaş yavaş dünyanın beğenisine sunmaya başladı. Bu çaba küresel dalgaya direnen merkezler yaratmaya başladı dünyamızda. Ya da aslında var olan merkezler gittikçe gelişen duyarlılık ve farkındalıkla kendine göreliğini sunmaya başladılar. Dirmil'in sipsisi, Kozağacı'nın curası, Burdur'un gurbet havaları, boğazları ve Aziziye'nin folklor ekibi belki de çağın iletişim olanaklarıyla gittikçe evrenselleşme sürecine girdi. Bu evrenselleşmenin mayasını pek tabiî ki halk sanatçıları oluşturuyordu. Bu açıdan bakıldığında elinizdeki halk sanatçıları çalışması bir meziyet değil, küreselleşmeye karşı bir duruş olarak ustalarımızın hakkını vermekti. Küresel dalganın bütün dünyayı tek tipleştirmeye dönük diğer etkilerinin yanında adeta herkese aynı müziği dinletmeye soyunmuş sürecine karşı "Hayır!" diyen, kendi yerel kültürü üzerine epeydir kafa yoran bir Burdur yazarının boynunun borcu olan bir çalışmaydı.
Dirmil yöresinde çocukluğu geçmiş biri olarak, Dirmil benim aynı zamanda türkü yurdumdu ve babam sayesinde birçok halk sanatçısını yakından tanıma olanağı bulmuştum. Muhabbetlerine ortak olma ayrıcalığını daha çocukken yaşadığım bu insanların fiziksel varlıkları zamanla sessiz sedasız aramızdan ayrılınca geriye bıraktıkları kültürel mirasın kaybolmasına gönlüm razı olmadı. Adeta kendimden vazgeçip onları yaşatmaya ve yaşamaya karar verdim. Bu çalışma; araştırma, derleme, kayıtlar, kayıtların çözümlenmesi, okuma, yazma, redaksiyon derken yaklaşık on beş yılıma mâl oldu. Ama hiç pişman değilim. Dağlarda bir taş başında çalınan üç telli tınıları en büyük ödül oldu benim için. Burdur sessizliğine atılan sipsi çığlığıyla yörenin sesine ortak oldum. Bir boğaz havasıyla, derdini boğazlarla anlatan yavuklular zamanına gidip geldim. Gurbet havalarını kabak kemanede dinledim, "Teke Zortlatmaları"nı Aziziye'de görüp izledim.
Bu kitap, Burdur'da yapılan müziğin cumhuriyet döneminde yetiştirdiği ustalarının günümüze ulaşan verimlerini sergilemeye katkıda bulunmak amacıyla hazırlandı. Fakat bundan daha çok türküyü dillendirenlerin dillenmesini amaçlamakta. Bir türkü yakmak önemliydi kuşkusuz. Kuşaklar boyu dillendirilip, usta ellerde icra edilecek bir türkü yakmak. Tarihe türkü notu düşmenin önemi yadsınamaz. Fakat türkü kadar, türküyü yakan ve söyleyen de önemli değil midir? Kimdir bu insanlar? Nasıl yaşarlar? Halk sanatçılığı ne menem bir şeydir? Ustalarımızın dünya müzik görüşleri nelerdir? Hangi etkenler onları bir enstrüman çalmaya ve türkü söylemeye itmiştir? Üzerinde kafa yorduğum sorulardı bunlar. 2002'de yanıtımı almak için yollara düştüğümde -Fethiye, Çameli, Denizli, Antalya, Ankara ve İstanbul hariç- tüm Burdur turunu göze almıştım. Fakat benim turum yanında bir günde yüzlerce kilometre yol kat edip televizyon programlarında 3-4 dakika çalıp söyledikten sonra gerisin geriye tekrar yollara düşmek nasıl bir duyguydu, bunu hiç bilemeyecektim. Bilemeyeceğim diğer şey; yaktığı, çalıp söylediği türküler kendisinden derlendikten sonra bir daha uğranılmamanın nasıl bir duygu olduğuydu. Ya da radyolarda ve televizyonlarda çalınan türkünün kaynak kişisinin söylenmeden icra edilmesi. Veya türkünün sözlerinin değiştirilerek okunması. Geçim derdi nedeniyle ileri yaşlarda çalmak zorunda kalmaya ne demeli. Bir enstrüman çalamadığım ve bir halk sanatçısı olamadığım için bilemeyeceğim şeylerdi bunlar. Fakat yapabileceğim bir şey vardı. Bu kültürü zapturapt altına alabilirdim. O kültürü yaşatanları da.
Pink Floyd 1973 yılında çıkardığı "The Dark Side Of The Moon" albümünde ses mühendisi James Guthrie'nin katkılarıyla kuş seslerini, fabrika gürültülerini ve sahne şovlarında kör edici ışık gösterilerini kullanmışlardı. Bunu "The Wall" albümünde fabrika gürültüleri, helikopter, telefon, jeton sesi gibi efektler izlemişti. Pink Floyd'un yenilikleri müzikte devrim sayılmıştı. Aynı yıllarda ve hatta önceleri günümüzdeki gibi teknolojik iletişimin olmadığı bir dönemde Teke Yöresi halk sanatçıları örneğin Emin Demirayak ve Osman Ali Arslan icra ettikleri müzikte; keklik, bülbül, duguk kuşu, kuzu melemeleri ve çan seslerini kullanmışlardı. Pink Floyd'un teknoloji ile başardığı devrimi onlar doğal seslerle gerçekleştirmişlerdi. Çoğunluğu keçi çobanı olan müzisyenler bu açıdan dünya ile boy ölçüştüklerinin farkında değildiler belki. Onlar diğer yöre çalgıcılarının üstesinden gelemeyeceği çalış tekniklerini icra eden ustalardı. Bu ustalarımızın kotardıkları bir şeyde ses genişliğine sahip armonik türküleri bile rahatça çalabilmeleriydi. Hele bir tarihi "Avşar Beyleri" türküsü vardı ki. TRT arşivlerindeki en eski türkü olan "Avşar Beyleri" ta beylikler döneminden kalma 800 yıllık bir türküydü. Yörede "Avşar Beyleri"ni çalamayana halk sanatçısı denmiyordu. Ege yöresinin yetiştirdiği "Bağlamaya itibarını iade eden büyük virtüöz" Talip Özkan köylü nasıl çalıyorsa öyle çalan bir ustaydı. Özkan, "Avşar Beyleri" konusunda bakın neler söylüyordu: "Avşar Beyleri"nde bir yedili armoni var. Oraya basmazsanız eğer köylü sizi dinlemez, 'Sen öğrenememişsin daha' derler. Yedili armoni, batılının büyük bir icatmış gibi bulduğu şeyi, yüzyıllar önce bizim köyde Avşarlar basıyor." Eloğlunun öve öve bitiremediği armonileri çalan ustalarımızı ölümsüzleştirmenin gereğine inandığım için bu kitap ortaya çıktı.
On beş yıl boyunca Burdur'u karış karış gezip araştıran birisi olarak geriye bakıldığında nasıl bir folklorik Burdur izlenimi var?
Politik olarak Isparta'nın, ekonomik olarak Denizli'nin, turistik olarak da Antalya ve Muğla'nın arasında bir geçiş bölgesinde yer alan kent, arkeolojik potansiyeli, turizm atıl kapasitesi, bedelli askerlik ve havalimanı ile kabuğunu yırtmaya çalışıyor. Değeri ön plana çıkmamış, hakkında pek fazla şey söylenip, yazılıp çizilmemiş, bekleyen bir kent Burdur. Bir zamanlar ürünlerini verip de şimdi nadasa bırakılan tarlalar gibi. Gelecekteki ürünler ise yatırımlara bağlı. Romalılar ve Hamitoğulları dönemindeki görkem yerini sessizliğe bırakmış durumda. Bekleyen kent Burdur'un günümüzde en dikkate değer yönü zengin folkloru. Bir Burdur türküsü;
"Şu Burdur'dan gece geçtim görmedim
Beş çeşmeden su içtim kanmadım" diyordu. Burdur'u gece geçerseniz ya da uğramadan geçerseniz bir şey göremezdiniz. Ama sapıp da çeşmelerinden su içmeye başlarsanız kanılmaz bir yerdi. Benim bu kez suyunu içtiğim çeşme Burdur'un halk sanatçıları boyutuydu. Burdur'da çalgı yapan, çalan ve pazarlayan otantik birçok halk sanatçısı bulunuyordu. Hada-boğaz havası, uzun havaların Burdur versiyonu gurbet havaları, sadece Teke Yöresine özellikle de Burdur'a özgü Teke Zortlatması, Dirmil ilçesiyle özdeşleşmiş sipsi, sipsi cura birlikteliğiyle yapılan müzik, dünyanın tanıdığı Aziziye Folklor Ekibi, söz yanında enstrüman icrasının zorluğuyla öne çıkan türküler, Burdur'u Teke Yöresi'nin müzikal başkenti yapan unsurlardan birkaçıydı. Müzikal Teke Yöresi; Fethiye, Ortaca, Acıpayam, Kızılhisar, Çameli, Honaz, Dinar, Başmakçı, Yalvaç, Şarkikaraağaç, Cevizli, Akseki, Manavgat, Korkuteli, Alanya'yı kapsayan bir bölgeydi. Bu coğrafyadaki müzikal ve folklorik zenginlik halk müziğinde önemli bir yere sahipti. Yöre, bir anlamda Ege, Akdeniz ve İç Anadolu kültürlerinin sentezi konumundaydı. Bu sentezden de ortaya muhteşem bir müzikal yapı çıkmıştı. Burdur özelinde Dirmil, Aziziye ve Kozağacı dikkat çekici folklorik merkezlerdi.
Ülkemizin önde gelen etno müzikologlarından Sarper Özsan 1967'de TRT için Burdur'da Ülkün Aydoğdu ile derleme yapmıştı. Bir görüşmemizde ona derleme için neden Burdur'u tercih ettiğini sorduğumda "Anadolu'nun diğer yörelerine göre daha gelişmiş bir müzik var Burdur'da" demişti. "Burdur yöresinde yapılan müziklerde çalgı çok önemlidir. Çalgı kültürünün çok geliştiği bir yer Burdur. Burdur'da çalınan çalgılar çok canlı. Hiçbir bölgede çalgının bu derece fonksiyonel olduğunu görmüyoruz" demişti. Bu cümleler bizim ustalarımızın hakkını veren, müzikal Burdur'un farkını ortaya koyan cümlelerdi. Bir yerin kendine göreliği olmalıydı. İyi ya da kötü kendine göreliği. Müzikal Burdur, kentin kendine göreliğini yansıtan unsurlardan biriydi. Etnik müzikler mozaiğinin bir parçası olan Teke Yöresi müziği, kuşkusuz geleneksel çalgılarla ve geleneksel çalış teknikleriyle icra ediliyor ve böyle kabul görüyordu. Yaşamın her alanını etkileyen yozlaşma müziği de etkiliyordu kuşkusuz. Fakat Burdur'da müziği yozlaştıranlar itibar görmezlerdi. Belki de Burdurlu gelenek ötesi toplumların, geleneksel olan toplumları desteklediği ve dolayısıyla müziğini de desteklediğinin bilinciyle hareket ediyordu. Burdur'da icra edilen müziğin genelde Yörük Türkmen etkisinde olduğu söylenebilirdi. Cura, kabak kemane, sipsi üçlüsüyle icra edilen türkülere başta bağlama olmak üzere diğer enstrümanlar eşlik ediyordu. Alevi köylerinde deyişler, nefesler ve mengiler söyleyen ustalarda vardı.
Kitabın ustalar bölümüne bakınca en eski ustanın Tepeli Hasan Çavuş ve Süpürgeci Mehmet olduğu görülüyor.
Her iki ustada Burdur'da günümüzde şehir efsanesi gibi anlatılan ustalardır. Onlarla yaşıt diğerleri de var tabi ki. Fakat bu iki ustayı ön plana geçiren şeyler ayırt edici özellikler taşıyor. Ziyafetler döneminin ustası olarak bilinen Tepeli Hasan Çavuş Atatürk'ün Burdur ziyaretlerinde bağlama çalan bir ustaydı. Belediye temizlik işçisi Süpürgeci Mehmet ise kendisinden halkevinde derlemeler yapan Muzaffer Sarısözen'in Ankara Radyosu'nda çalışma teklif ettiği bir ustamız. Kitabın zaman sınırlamasını cumhuriyet dönemi olarak ele aldım. Cumhuriyetten önceki dönemlerin ustaları ne yazık ki Burdur'da işlenmemişti. Bu konuda birkaç bilgi kırıntısı vardı o kadar. Kitabın alan araştırmaları sırasında kentte mübadele öncesinde Rumların çalgı takımlarının olduğunu da saptamıştım. Düğünlerde oturak alemlerinde çalanlar arasında Hampos ve Yaguli gibi "Dehşetli keman çalan" ustalar vardı. Ünlü Kos ise yine "dehşet klarinet çalıyordu." Burdur'un eski sakinleri olan birkaç kuşak öncesinin saptayabildiğim ustaları onlardı ve onlardan sonra gelen kuşakları ele alarak kitabı yazdım.
Sağlam yöre sazı icrasıyla bilinen Ahmet Turgut bir dönem Burdur'da bir şeyler çalanların baskı gördüğünün altını çiziyordu. "Çünkü günah sayılırdı bağlama gibi perdeli çalgı çalmak." Burdur şehir kültürünü özümsemiş Cahit Anık "Önceden kırk medrese varmış Burdur'da. Şeytan işi diye yasaklanmış bağlama, ud. Cumhuriyet döneminde 'Türkiye'de çıkmayan ud, Burdur'da çıkmış' denilir. Hâlâ tavan aralarında, eski evlerde ud çıkar. Ben mesela babamın tavan arasındaki udunu bulup öyle öğrendim" diyordu.
Tüm bu faktörler beni yaşayan ama görülmeyen hayatları tek tek bulup çıkarmaya itti. Ustalarla konuştum ve onları bir kitapta ölümsüz kılma adına yaşamlarını yeniden oluşturdum. "Troçki sıradan insanları konuşturarak tarih yazar" gibi bir cümle okumuştum bir yerlerde. Ben bu çalışmada halk sanatçılarımızla konuşarak tarih yazmayı amaçladım. İnsan olarak sıradan, yaptıkları müziklerle sıra dışı halk sanatçıları ile röportaj yapmanın zorluğu; bu adamların konuşmaktan çok çalmayı becerebildikleri, çaldığı enstrümanları ve türküleri konuştururken anlatmak istediklerini zaten anlattıkları gerçeğiydi. "Sen konuşma çal" dedikleri türden insanlardı bunlar. Hemen herkese aynı soruları yönelttim. Bu söyleşilerin bütünlüğü açısından ve sonrasında bir kıyas yapabilme bakımından önemliydi. Ustalarımıza müziğe hangi etkilerle başladıklarını, yıllar içinde Burdur müzikte nasıl değişimler yaşandığını, çalgıcılık mesleğini yapmanın nasıl bir şey olduğunu, gönül düşürdükleri mesleklerini kendilerinden sonraki kuşağa devredip devretmediklerini sordum.
Rastgele konuşma yöntemini benimsesem konuşmakta zorlanan bu ustalarımızdan istediklerimi ne kadar elde edebilirdim. O nedenle standart sorular yoluyla söyleşiler yapmayı uygun buldum. Sual ederken çoğunlukla standartların dışına çıksam da yazacağım şeylerin omurgasını oluşturacak şeyler standart sorularımdı. Mütevazı ama süreçlerin ve olayların tam kalbine vuran kısa sorularla yerli yerinde söyleşiler yaptığımı sanıyorum.
İstediğim şeylerin daha çok onların eserlerinde, yaşam biçimlerinde olduğu bilinciyle sordum soruları. Bir başka derdimde ustalarımızın dertlerini anlatmaktı. Çünkü bir yandan hep ekmek peşinde koşan insanlardı onlar. Bir enstrümanı yapıp satmanın ötesinde yarenlikler, düğünler, gazinolar, konserler, şenlikler ve televizyon programları derken çorbalarını kaynatmakla meşguldüler. Az buçuk çevremde olana bitene pek aldırmaz görünen biri olarak onların dünyasına girip aldırır göründüm bir süre. Sonuçta ne yaşarsam ve ne hissedersem onu yazacaktım. Kendi yaşadıklarımı, gördüklerimi, ustalarımızın müziğimizde neler yaptığını netleştirmeye çalışırken yöreye uğrayan araştırmacıların Burdur müziği hakkında görüşlerine yer verip dışarıdan görünümü aktarmaya çalıştım. Eskiye dair değerleri koruyamadığımız, yeni değerleri oluşturamadığımız bir ortamda halk sanatçılarımızın yozlaşmaya karşı, kültürel erozyona karşı otantikliklerini koruma ve sürdürme çabalarına saygı duydum. Burdur'da çalgı söylenecek sözün hizmetçisi değil, eşlik edeniydi. Hatta çalgı, sözün yanında çok daha fonksiyoneldi. Çalması zor olan türkülerimizi genlerinden gelen bir özellikle çalıveren ustalarımızın ustalıklarına diyecek söz yoktu.
Kitabın tanıtımı nasıl yapılmak istendi?
Bence halk sanatçılığı; yöre kültürü birikimi, otantik çalışlı bir yetenek ve hazmetmiş bir kişilik sacayağı üzerinde yükselir. Bu naçizane tanıma uyan sayılı ustalar vardı Burdur'da. Ben bu kriterlere en yakın ustaları kitabıma aldım. Bazıları yöre kültürü birikimiyle, bazıları otantik çalışlı yeteneğiyle, bazıları da kişiliğiyle kitapta yer aldılar. Ben yer vermedim, kendileri dayatır gibi anlatılan özellikleriyle yer aldılar. İkisi çok farklı bir şeydir. Birde işi yozlaştıranları ele alsaydım işin içinden çıkılmazdı. Bu açıdan kitap şişirme değil, otantik ustaları bir araya getiren bir çalışmadır. Bu kitap her şeyden önce lafın gelişi değil halk sanatçılığını bir şekilde hak etmiş ustaların kitabıdır. Ahbap çavuş ilişkisi içerisinde hatır gönülle yer alan kişiler yoktur. Kitapta yer almayı hak edenlerin kitabıdır. Kuru biyografiler kitabı değildir aynı zamanda. Ustalarımızı farklı bakış açılarıyla ele alan bir kitaptır. Halk denilen yanılmaz büyük ustanın, usta olarak kabul edip, benimsediği; bağrına bastığı ustalardır. Bir yerlere gelememiş, getirtilmemiş, kabuğunu kıramamış insan öyküleri var kitapta. Sanki kırık havalar gibi. Şansı yaver gitmiş, tanınma fırsatı bulmuş, kendini gösterebilmiş, sevgi ve saygı duyulan, aranılan insan öyküleri. "Teke Zortlatmaları" gibi coşkun insanlar. Genç yaşta kaybettiğimiz, rahatsızlığına yenik düşmüş, anlaşılamamış insan öyküleri. Ağıtlar gibi. Halk sanatçılarının sadece müzikal yönlerine değil, insan yönlerine de yer veren bir çalışma bu. Çalışmada vakur, ağırbaşlı, olgun insan öyküleri bulacak okuyucu. Uzun havalar gibi.
Bu çalışmada Burdur türkülerinin en orijinal şekline ulaşma çabası var. Halk nasıl dediyse, deyiverdiyse aynen o sözlerin aktarılması çabası var. Türkülerimizin sözlerini masa başında değiştirme hakkını kendinde görenlere ne demeli. Onlara bir bilim adamı titizliği ve öğretmen olmanın sorumluluğuyla yanıt var. Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun "Ne zaman bir halk türküsü duysam, yazdığım şiirlerden utanırım" dediği türkülerdi onlar. Eyüboğlu'na bir selam gönderdim. Bir gurbet havamızda geçen "Vay Ali'm..." söyleyişinin güzelliği ve etkileyiciliği hiçbir şeye değişilmezdi. Çoğunluğu çoban olan ustalarımızın türkü dünyamıza yaktıkları çoban ateşlerini nasıl es geçebilir ve değiştirebilirdik. Halk sanatçılarımız türkü sözlerinde diyeceğini hiç benzetmesiz hiç eğretilemesiz deyivermişti. Ben onların dediği meyanda yazdım bu kitabı. Bu kitabı okuyanlar Burdur türkülerinde bir eğretileme ve benzetme var mıdır bunu bütün türküleri incelendikten sonra görecektir kuşkusuz. Ama kitap hiç eğretilemesiz ve benzetmesiz, sade herkesin anlayabileceği bir dilde kaleme alındı sanırım.
Enstrümana ruh veren müziğin aracısı olan halk sanatçılarını anlatırken çaldıkları enstrümanlar hakkında kısaca bilgi vererek konuya yabancı olanları aydınlatmaya çalıştım. Yöreye gelen derlemecilerle görüşerek yöre dışından müzikçilerimizin izlenimlerini aktardım.
Kitap zaman zaman makaleler yazdığım Türkiye'nin keşif ve coğrafya dergisi Atlas'ın fotoğrafçısı Umut Kaçar'ın fotoğraf katkısına da sahip. Atlas fotoğrafçısı Umut Kaçar, yaptığımız Burdur konuları sonucu adeta içimizden biri oldu. Bunun sonucunda kendisinden istediğim fotoğrafları konu dışı bile olsa gocunmadan çekti ve ortaya görsel olarak da müzikal Burdur'u görsel belleğimizde yer edecek şekilde güçlü bir kitap çıktı. Kendisine yöre kültürümüz adına buradan teşekkür ediyorum. Umut Kaçar'ın yanı sıra kendi çektiğim fotoğrafları ve arşiv fotoğraflarını da yeri geldikçe kullandım.
"Genç Kuşak" bölümünde daha belirgin görüleceği gibi halk sanatçılarımızın gün gün katıldığı programları çeteledim. Agah Özgüç'ün sinemamızda yaptığı işi ben Burdur halk sanatçıları boyutunda yapmaya çalıştım.
Kitabın eleştirildiği bir yön var mı?
Bütün sözel tarih çalışmalarında olduğu gibi sübjektifliğini içinde barındıran bu çalışmada bazı eksiklikler, yanlış anlaşılmalardan kaynaklanabilecek ufak tefek hatalar olabilir. Ama niyet iyidir. Burdur'da ilk defa cumhuriyet dönemini içeren bir halk sanatçıları çalışması ilk ağızlardan tarafımdan derlenip ayrıntılı biçimde okuyucuya sunulmakta. Okuyucu kuru biyografiler yanı sıra halk sanatçılarımızı edebi olarak ilk defa okuyabilecektir. Yanlışlık kabul etmeyen iddialı ansiklopedik tarzın yanında edebi bir bölüm yazmanın apayrı bir yetkinlik gerektirdiğini söylememe gerek yok sanırım. Ayağına kadar gidip konuştuğum ve beni kırmayan tekmil halk sanatçılarımıza geleceğin kültür mirasına geçmişten bir köprü uzattıkları için teşekkür ederim.
Fatih Akın "İstanbul Hatırası-Köprüyü Geçmek" filminde "İstanbul şehrinin büyüsünü çözemedim. Belki sadece yüzeyini tırmalayabildim, hepsi bu. Ama kesin olan bir şey var: İstanbul'un müziğine aşık oldum" gibi görüşler savunmuştu. İstanbul yerine Burdur yazarak aynı şeyleri söylemek mümkündü. Burdur'un müziği bana göre kayıtsız kalınacak bir müzik değildi. Ben Burdur müziğine aşık olmanın ötesinde sevgiye evirilen bir sürecin içinde oldum. Burdur müziği benim için başlangıçtaki ilişki sıcaklığının çok ötesinde bir samimiyetin adı oldu çıktı. İhtiyatlı adımlarla Burdur müziğinin yanına sokulup bir bilinçlenme süreci yaşadıktan sonra daha cesur adımlarla geri çekilip, deneyimlerimi bu kitaba aktararak diğer çalışmalarıma döndüm. Bu çapta bir çalışmayı enstrüman çalan bir folklorcumuzun, ciddi bir bilim insanının yapmasını isterdim. Ben bir enstrüman çalmadığım için bir ustanın müzikal olarak hakkını teslim etme konusunda tam 12'nin 24'ünü vuramamış olabilirim. Ama büyük oranda ustalarımızın yaptığı müziğin hakkını teslim ettiğimi düşünüyorum.
Iskaladığım, gözümden kaçan eksiklikler için kusura bakılmasın. Kitapta yer almayan fakat yer alması gereken bazı isimlerin konuşmamalarından dolayı kitapta yer almadıklarını belirtmeliyim. Fakat büyük çoğunluk çabama katılarak adeta yöre kültürü için bir imece oluşturdular.
*** Burdur'a gelenler ve Burdur'u folklorunu tanımak isteyenler kitapta neleri bulacak?
Kitaptaki bütün ustalarla birebir görüşülerek ve en 2-3 saat söyleşi yapılarak hazırlanmış bir kitap bu. Yaşayan ustaların kendileriyle, yaşamayanların oğulları ve kızları gibi birinci dereceden akrabalarıyla görüşülerek kitap oluşturuldu.
Kitabın başlıklarını oluştururken neler düşünüldü?
Burdur'un ustalarını eksiksiz ve tam olarak nasıl aktarabilirim kaygısı vardı. Kendime göre altı başlık belirleyip bütün ustalarımızı aynı başlıklarla işledim. Ustalarımız; yaşamı, çaldığı/yaptığı enstrümanlar, katıldığı etkinlikler, varsa aldığı ödüller, besteler/ derlemeler ve anılar bölümleriyle anlatıldı. Kitap büyük oranda Burdurlu ustalara ayrıldı. Bunun yanı sıra Burdur'a kültürel olarak pek de uzak olmayan Çamelili ve Fethiyeli ustalara da değinildi. Yöreye gelen Janos Sipos, Jérôme Cler ve yerli folklorcularımıza yer verilerek kentimizin dışarıdan müzikal olarak nasıl gözüktüğünü ustalar ve yaptıkları müzik boyutunda vermeye çalıştım.
Halk sanatçılarıyla ilgili kitap yazma düşüncesi nasıl oluştu?
İçinde bulunduğumuz iletişim çağında küreselleşme denilen olgu kaçınılmaz bir süreç olarak karşımıza çıkarken aynı zamanda diyalektiğe uygun olarak kaçınılmaz bir biçimde kendi karşıtını da yarattı. Bunun sonucunda herkes kendi yerel kültürünün ne denli önemli ve değerli olduğunu, onu koruyamazsa koskoca dünya kalabalığı içerisine karışıp gideceğini anlamaya başladı. Bu nedenle kendi yerel kültürünü yavaş yavaş dünyanın beğenisine sunmaya başladı. Bu çaba küresel dalgaya direnen merkezler yaratmaya başladı dünyamızda. Ya da aslında var olan merkezler gittikçe gelişen duyarlılık ve farkındalıkla kendine göreliğini sunmaya başladılar. Dirmil'in sipsisi, Kozağacı'nın curası, Burdur'un gurbet havaları, boğazları ve Aziziye'nin folklor ekibi belki de çağın iletişim olanaklarıyla gittikçe evrenselleşme sürecine girdi. Bu evrenselleşmenin mayasını pek tabiî ki halk sanatçıları oluşturuyordu. Bu açıdan bakıldığında elinizdeki halk sanatçıları çalışması bir meziyet değil, küreselleşmeye karşı bir duruş olarak ustalarımızın hakkını vermekti. Küresel dalganın bütün dünyayı tek tipleştirmeye dönük diğer etkilerinin yanında adeta herkese aynı müziği dinletmeye soyunmuş sürecine karşı "Hayır!" diyen, kendi yerel kültürü üzerine epeydir kafa yoran bir Burdur yazarının boynunun borcu olan bir çalışmaydı.
Dirmil yöresinde çocukluğu geçmiş biri olarak, Dirmil benim aynı zamanda türkü yurdumdu ve babam sayesinde birçok halk sanatçısını yakından tanıma olanağı bulmuştum. Muhabbetlerine ortak olma ayrıcalığını daha çocukken yaşadığım bu insanların fiziksel varlıkları zamanla sessiz sedasız aramızdan ayrılınca geriye bıraktıkları kültürel mirasın kaybolmasına gönlüm razı olmadı. Adeta kendimden vazgeçip onları yaşatmaya ve yaşamaya karar verdim. Bu çalışma; araştırma, derleme, kayıtlar, kayıtların çözümlenmesi, okuma, yazma, redaksiyon derken yaklaşık on beş yılıma mâl oldu. Ama hiç pişman değilim. Dağlarda bir taş başında çalınan üç telli tınıları en büyük ödül oldu benim için. Burdur sessizliğine atılan sipsi çığlığıyla yörenin sesine ortak oldum. Bir boğaz havasıyla, derdini boğazlarla anlatan yavuklular zamanına gidip geldim. Gurbet havalarını kabak kemanede dinledim, "Teke Zortlatmaları"nı Aziziye'de görüp izledim.
Bu kitap, Burdur'da yapılan müziğin cumhuriyet döneminde yetiştirdiği ustalarının günümüze ulaşan verimlerini sergilemeye katkıda bulunmak amacıyla hazırlandı. Fakat bundan daha çok türküyü dillendirenlerin dillenmesini amaçlamakta. Bir türkü yakmak önemliydi kuşkusuz. Kuşaklar boyu dillendirilip, usta ellerde icra edilecek bir türkü yakmak. Tarihe türkü notu düşmenin önemi yadsınamaz. Fakat türkü kadar, türküyü yakan ve söyleyen de önemli değil midir? Kimdir bu insanlar? Nasıl yaşarlar? Halk sanatçılığı ne menem bir şeydir? Ustalarımızın dünya müzik görüşleri nelerdir? Hangi etkenler onları bir enstrüman çalmaya ve türkü söylemeye itmiştir? Üzerinde kafa yorduğum sorulardı bunlar. 2002'de yanıtımı almak için yollara düştüğümde -Fethiye, Çameli, Denizli, Antalya, Ankara ve İstanbul hariç- tüm Burdur turunu göze almıştım. Fakat benim turum yanında bir günde yüzlerce kilometre yol kat edip televizyon programlarında 3-4 dakika çalıp söyledikten sonra gerisin geriye tekrar yollara düşmek nasıl bir duyguydu, bunu hiç bilemeyecektim. Bilemeyeceğim diğer şey; yaktığı, çalıp söylediği türküler kendisinden derlendikten sonra bir daha uğranılmamanın nasıl bir duygu olduğuydu. Ya da radyolarda ve televizyonlarda çalınan türkünün kaynak kişisinin söylenmeden icra edilmesi. Veya türkünün sözlerinin değiştirilerek okunması. Geçim derdi nedeniyle ileri yaşlarda çalmak zorunda kalmaya ne demeli. Bir enstrüman çalamadığım ve bir halk sanatçısı olamadığım için bilemeyeceğim şeylerdi bunlar. Fakat yapabileceğim bir şey vardı. Bu kültürü zapturapt altına alabilirdim. O kültürü yaşatanları da.
Pink Floyd 1973 yılında çıkardığı "The Dark Side Of The Moon" albümünde ses mühendisi James Guthrie'nin katkılarıyla kuş seslerini, fabrika gürültülerini ve sahne şovlarında kör edici ışık gösterilerini kullanmışlardı. Bunu "The Wall" albümünde fabrika gürültüleri, helikopter, telefon, jeton sesi gibi efektler izlemişti. Pink Floyd'un yenilikleri müzikte devrim sayılmıştı. Aynı yıllarda ve hatta önceleri günümüzdeki gibi teknolojik iletişimin olmadığı bir dönemde Teke Yöresi halk sanatçıları örneğin Emin Demirayak ve Osman Ali Arslan icra ettikleri müzikte; keklik, bülbül, duguk kuşu, kuzu melemeleri ve çan seslerini kullanmışlardı. Pink Floyd'un teknoloji ile başardığı devrimi onlar doğal seslerle gerçekleştirmişlerdi. Çoğunluğu keçi çobanı olan müzisyenler bu açıdan dünya ile boy ölçüştüklerinin farkında değildiler belki. Onlar diğer yöre çalgıcılarının üstesinden gelemeyeceği çalış tekniklerini icra eden ustalardı. Bu ustalarımızın kotardıkları bir şeyde ses genişliğine sahip armonik türküleri bile rahatça çalabilmeleriydi. Hele bir tarihi "Avşar Beyleri" türküsü vardı ki. TRT arşivlerindeki en eski türkü olan "Avşar Beyleri" ta beylikler döneminden kalma 800 yıllık bir türküydü. Yörede "Avşar Beyleri"ni çalamayana halk sanatçısı denmiyordu. Ege yöresinin yetiştirdiği "Bağlamaya itibarını iade eden büyük virtüöz" Talip Özkan köylü nasıl çalıyorsa öyle çalan bir ustaydı. Özkan, "Avşar Beyleri" konusunda bakın neler söylüyordu: "Avşar Beyleri"nde bir yedili armoni var. Oraya basmazsanız eğer köylü sizi dinlemez, 'Sen öğrenememişsin daha' derler. Yedili armoni, batılının büyük bir icatmış gibi bulduğu şeyi, yüzyıllar önce bizim köyde Avşarlar basıyor." Eloğlunun öve öve bitiremediği armonileri çalan ustalarımızı ölümsüzleştirmenin gereğine inandığım için bu kitap ortaya çıktı.
On beş yıl boyunca Burdur'u karış karış gezip araştıran birisi olarak geriye bakıldığında nasıl bir folklorik Burdur izlenimi var?
Politik olarak Isparta'nın, ekonomik olarak Denizli'nin, turistik olarak da Antalya ve Muğla'nın arasında bir geçiş bölgesinde yer alan kent, arkeolojik potansiyeli, turizm atıl kapasitesi, bedelli askerlik ve havalimanı ile kabuğunu yırtmaya çalışıyor. Değeri ön plana çıkmamış, hakkında pek fazla şey söylenip, yazılıp çizilmemiş, bekleyen bir kent Burdur. Bir zamanlar ürünlerini verip de şimdi nadasa bırakılan tarlalar gibi. Gelecekteki ürünler ise yatırımlara bağlı. Romalılar ve Hamitoğulları dönemindeki görkem yerini sessizliğe bırakmış durumda. Bekleyen kent Burdur'un günümüzde en dikkate değer yönü zengin folkloru. Bir Burdur türküsü;
"Şu Burdur'dan gece geçtim görmedim
Beş çeşmeden su içtim kanmadım" diyordu. Burdur'u gece geçerseniz ya da uğramadan geçerseniz bir şey göremezdiniz. Ama sapıp da çeşmelerinden su içmeye başlarsanız kanılmaz bir yerdi. Benim bu kez suyunu içtiğim çeşme Burdur'un halk sanatçıları boyutuydu. Burdur'da çalgı yapan, çalan ve pazarlayan otantik birçok halk sanatçısı bulunuyordu. Hada-boğaz havası, uzun havaların Burdur versiyonu gurbet havaları, sadece Teke Yöresine özellikle de Burdur'a özgü Teke Zortlatması, Dirmil ilçesiyle özdeşleşmiş sipsi, sipsi cura birlikteliğiyle yapılan müzik, dünyanın tanıdığı Aziziye Folklor Ekibi, söz yanında enstrüman icrasının zorluğuyla öne çıkan türküler, Burdur'u Teke Yöresi'nin müzikal başkenti yapan unsurlardan birkaçıydı. Müzikal Teke Yöresi; Fethiye, Ortaca, Acıpayam, Kızılhisar, Çameli, Honaz, Dinar, Başmakçı, Yalvaç, Şarkikaraağaç, Cevizli, Akseki, Manavgat, Korkuteli, Alanya'yı kapsayan bir bölgeydi. Bu coğrafyadaki müzikal ve folklorik zenginlik halk müziğinde önemli bir yere sahipti. Yöre, bir anlamda Ege, Akdeniz ve İç Anadolu kültürlerinin sentezi konumundaydı. Bu sentezden de ortaya muhteşem bir müzikal yapı çıkmıştı. Burdur özelinde Dirmil, Aziziye ve Kozağacı dikkat çekici folklorik merkezlerdi.
Ülkemizin önde gelen etno müzikologlarından Sarper Özsan 1967'de TRT için Burdur'da Ülkün Aydoğdu ile derleme yapmıştı. Bir görüşmemizde ona derleme için neden Burdur'u tercih ettiğini sorduğumda "Anadolu'nun diğer yörelerine göre daha gelişmiş bir müzik var Burdur'da" demişti. "Burdur yöresinde yapılan müziklerde çalgı çok önemlidir. Çalgı kültürünün çok geliştiği bir yer Burdur. Burdur'da çalınan çalgılar çok canlı. Hiçbir bölgede çalgının bu derece fonksiyonel olduğunu görmüyoruz" demişti. Bu cümleler bizim ustalarımızın hakkını veren, müzikal Burdur'un farkını ortaya koyan cümlelerdi. Bir yerin kendine göreliği olmalıydı. İyi ya da kötü kendine göreliği. Müzikal Burdur, kentin kendine göreliğini yansıtan unsurlardan biriydi. Etnik müzikler mozaiğinin bir parçası olan Teke Yöresi müziği, kuşkusuz geleneksel çalgılarla ve geleneksel çalış teknikleriyle icra ediliyor ve böyle kabul görüyordu. Yaşamın her alanını etkileyen yozlaşma müziği de etkiliyordu kuşkusuz. Fakat Burdur'da müziği yozlaştıranlar itibar görmezlerdi. Belki de Burdurlu gelenek ötesi toplumların, geleneksel olan toplumları desteklediği ve dolayısıyla müziğini de desteklediğinin bilinciyle hareket ediyordu. Burdur'da icra edilen müziğin genelde Yörük Türkmen etkisinde olduğu söylenebilirdi. Cura, kabak kemane, sipsi üçlüsüyle icra edilen türkülere başta bağlama olmak üzere diğer enstrümanlar eşlik ediyordu. Alevi köylerinde deyişler, nefesler ve mengiler söyleyen ustalarda vardı.
Kitabın ustalar bölümüne bakınca en eski ustanın Tepeli Hasan Çavuş ve Süpürgeci Mehmet olduğu görülüyor.
Her iki ustada Burdur'da günümüzde şehir efsanesi gibi anlatılan ustalardır. Onlarla yaşıt diğerleri de var tabi ki. Fakat bu iki ustayı ön plana geçiren şeyler ayırt edici özellikler taşıyor. Ziyafetler döneminin ustası olarak bilinen Tepeli Hasan Çavuş Atatürk'ün Burdur ziyaretlerinde bağlama çalan bir ustaydı. Belediye temizlik işçisi Süpürgeci Mehmet ise kendisinden halkevinde derlemeler yapan Muzaffer Sarısözen'in Ankara Radyosu'nda çalışma teklif ettiği bir ustamız. Kitabın zaman sınırlamasını cumhuriyet dönemi olarak ele aldım. Cumhuriyetten önceki dönemlerin ustaları ne yazık ki Burdur'da işlenmemişti. Bu konuda birkaç bilgi kırıntısı vardı o kadar. Kitabın alan araştırmaları sırasında kentte mübadele öncesinde Rumların çalgı takımlarının olduğunu da saptamıştım. Düğünlerde oturak alemlerinde çalanlar arasında Hampos ve Yaguli gibi "Dehşetli keman çalan" ustalar vardı. Ünlü Kos ise yine "dehşet klarinet çalıyordu." Burdur'un eski sakinleri olan birkaç kuşak öncesinin saptayabildiğim ustaları onlardı ve onlardan sonra gelen kuşakları ele alarak kitabı yazdım.
Sağlam yöre sazı icrasıyla bilinen Ahmet Turgut bir dönem Burdur'da bir şeyler çalanların baskı gördüğünün altını çiziyordu. "Çünkü günah sayılırdı bağlama gibi perdeli çalgı çalmak." Burdur şehir kültürünü özümsemiş Cahit Anık "Önceden kırk medrese varmış Burdur'da. Şeytan işi diye yasaklanmış bağlama, ud. Cumhuriyet döneminde 'Türkiye'de çıkmayan ud, Burdur'da çıkmış' denilir. Hâlâ tavan aralarında, eski evlerde ud çıkar. Ben mesela babamın tavan arasındaki udunu bulup öyle öğrendim" diyordu.
Tüm bu faktörler beni yaşayan ama görülmeyen hayatları tek tek bulup çıkarmaya itti. Ustalarla konuştum ve onları bir kitapta ölümsüz kılma adına yaşamlarını yeniden oluşturdum. "Troçki sıradan insanları konuşturarak tarih yazar" gibi bir cümle okumuştum bir yerlerde. Ben bu çalışmada halk sanatçılarımızla konuşarak tarih yazmayı amaçladım. İnsan olarak sıradan, yaptıkları müziklerle sıra dışı halk sanatçıları ile röportaj yapmanın zorluğu; bu adamların konuşmaktan çok çalmayı becerebildikleri, çaldığı enstrümanları ve türküleri konuştururken anlatmak istediklerini zaten anlattıkları gerçeğiydi. "Sen konuşma çal" dedikleri türden insanlardı bunlar. Hemen herkese aynı soruları yönelttim. Bu söyleşilerin bütünlüğü açısından ve sonrasında bir kıyas yapabilme bakımından önemliydi. Ustalarımıza müziğe hangi etkilerle başladıklarını, yıllar içinde Burdur müzikte nasıl değişimler yaşandığını, çalgıcılık mesleğini yapmanın nasıl bir şey olduğunu, gönül düşürdükleri mesleklerini kendilerinden sonraki kuşağa devredip devretmediklerini sordum.
Rastgele konuşma yöntemini benimsesem konuşmakta zorlanan bu ustalarımızdan istediklerimi ne kadar elde edebilirdim. O nedenle standart sorular yoluyla söyleşiler yapmayı uygun buldum. Sual ederken çoğunlukla standartların dışına çıksam da yazacağım şeylerin omurgasını oluşturacak şeyler standart sorularımdı. Mütevazı ama süreçlerin ve olayların tam kalbine vuran kısa sorularla yerli yerinde söyleşiler yaptığımı sanıyorum.
İstediğim şeylerin daha çok onların eserlerinde, yaşam biçimlerinde olduğu bilinciyle sordum soruları. Bir başka derdimde ustalarımızın dertlerini anlatmaktı. Çünkü bir yandan hep ekmek peşinde koşan insanlardı onlar. Bir enstrümanı yapıp satmanın ötesinde yarenlikler, düğünler, gazinolar, konserler, şenlikler ve televizyon programları derken çorbalarını kaynatmakla meşguldüler. Az buçuk çevremde olana bitene pek aldırmaz görünen biri olarak onların dünyasına girip aldırır göründüm bir süre. Sonuçta ne yaşarsam ve ne hissedersem onu yazacaktım. Kendi yaşadıklarımı, gördüklerimi, ustalarımızın müziğimizde neler yaptığını netleştirmeye çalışırken yöreye uğrayan araştırmacıların Burdur müziği hakkında görüşlerine yer verip dışarıdan görünümü aktarmaya çalıştım. Eskiye dair değerleri koruyamadığımız, yeni değerleri oluşturamadığımız bir ortamda halk sanatçılarımızın yozlaşmaya karşı, kültürel erozyona karşı otantikliklerini koruma ve sürdürme çabalarına saygı duydum. Burdur'da çalgı söylenecek sözün hizmetçisi değil, eşlik edeniydi. Hatta çalgı, sözün yanında çok daha fonksiyoneldi. Çalması zor olan türkülerimizi genlerinden gelen bir özellikle çalıveren ustalarımızın ustalıklarına diyecek söz yoktu.
Kitabın tanıtımı nasıl yapılmak istendi?
Bence halk sanatçılığı; yöre kültürü birikimi, otantik çalışlı bir yetenek ve hazmetmiş bir kişilik sacayağı üzerinde yükselir. Bu naçizane tanıma uyan sayılı ustalar vardı Burdur'da. Ben bu kriterlere en yakın ustaları kitabıma aldım. Bazıları yöre kültürü birikimiyle, bazıları otantik çalışlı yeteneğiyle, bazıları da kişiliğiyle kitapta yer aldılar. Ben yer vermedim, kendileri dayatır gibi anlatılan özellikleriyle yer aldılar. İkisi çok farklı bir şeydir. Birde işi yozlaştıranları ele alsaydım işin içinden çıkılmazdı. Bu açıdan kitap şişirme değil, otantik ustaları bir araya getiren bir çalışmadır. Bu kitap her şeyden önce lafın gelişi değil halk sanatçılığını bir şekilde hak etmiş ustaların kitabıdır. Ahbap çavuş ilişkisi içerisinde hatır gönülle yer alan kişiler yoktur. Kitapta yer almayı hak edenlerin kitabıdır. Kuru biyografiler kitabı değildir aynı zamanda. Ustalarımızı farklı bakış açılarıyla ele alan bir kitaptır. Halk denilen yanılmaz büyük ustanın, usta olarak kabul edip, benimsediği; bağrına bastığı ustalardır. Bir yerlere gelememiş, getirtilmemiş, kabuğunu kıramamış insan öyküleri var kitapta. Sanki kırık havalar gibi. Şansı yaver gitmiş, tanınma fırsatı bulmuş, kendini gösterebilmiş, sevgi ve saygı duyulan, aranılan insan öyküleri. "Teke Zortlatmaları" gibi coşkun insanlar. Genç yaşta kaybettiğimiz, rahatsızlığına yenik düşmüş, anlaşılamamış insan öyküleri. Ağıtlar gibi. Halk sanatçılarının sadece müzikal yönlerine değil, insan yönlerine de yer veren bir çalışma bu. Çalışmada vakur, ağırbaşlı, olgun insan öyküleri bulacak okuyucu. Uzun havalar gibi.
Bu çalışmada Burdur türkülerinin en orijinal şekline ulaşma çabası var. Halk nasıl dediyse, deyiverdiyse aynen o sözlerin aktarılması çabası var. Türkülerimizin sözlerini masa başında değiştirme hakkını kendinde görenlere ne demeli. Onlara bir bilim adamı titizliği ve öğretmen olmanın sorumluluğuyla yanıt var. Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun "Ne zaman bir halk türküsü duysam, yazdığım şiirlerden utanırım" dediği türkülerdi onlar. Eyüboğlu'na bir selam gönderdim. Bir gurbet havamızda geçen "Vay Ali'm..." söyleyişinin güzelliği ve etkileyiciliği hiçbir şeye değişilmezdi. Çoğunluğu çoban olan ustalarımızın türkü dünyamıza yaktıkları çoban ateşlerini nasıl es geçebilir ve değiştirebilirdik. Halk sanatçılarımız türkü sözlerinde diyeceğini hiç benzetmesiz hiç eğretilemesiz deyivermişti. Ben onların dediği meyanda yazdım bu kitabı. Bu kitabı okuyanlar Burdur türkülerinde bir eğretileme ve benzetme var mıdır bunu bütün türküleri incelendikten sonra görecektir kuşkusuz. Ama kitap hiç eğretilemesiz ve benzetmesiz, sade herkesin anlayabileceği bir dilde kaleme alındı sanırım.
Enstrümana ruh veren müziğin aracısı olan halk sanatçılarını anlatırken çaldıkları enstrümanlar hakkında kısaca bilgi vererek konuya yabancı olanları aydınlatmaya çalıştım. Yöreye gelen derlemecilerle görüşerek yöre dışından müzikçilerimizin izlenimlerini aktardım.
Kitap zaman zaman makaleler yazdığım Türkiye'nin keşif ve coğrafya dergisi Atlas'ın fotoğrafçısı Umut Kaçar'ın fotoğraf katkısına da sahip. Atlas fotoğrafçısı Umut Kaçar, yaptığımız Burdur konuları sonucu adeta içimizden biri oldu. Bunun sonucunda kendisinden istediğim fotoğrafları konu dışı bile olsa gocunmadan çekti ve ortaya görsel olarak da müzikal Burdur'u görsel belleğimizde yer edecek şekilde güçlü bir kitap çıktı. Kendisine yöre kültürümüz adına buradan teşekkür ediyorum. Umut Kaçar'ın yanı sıra kendi çektiğim fotoğrafları ve arşiv fotoğraflarını da yeri geldikçe kullandım.
"Genç Kuşak" bölümünde daha belirgin görüleceği gibi halk sanatçılarımızın gün gün katıldığı programları çeteledim. Agah Özgüç'ün sinemamızda yaptığı işi ben Burdur halk sanatçıları boyutunda yapmaya çalıştım.
Kitabın eleştirildiği bir yön var mı?
Bütün sözel tarih çalışmalarında olduğu gibi sübjektifliğini içinde barındıran bu çalışmada bazı eksiklikler, yanlış anlaşılmalardan kaynaklanabilecek ufak tefek hatalar olabilir. Ama niyet iyidir. Burdur'da ilk defa cumhuriyet dönemini içeren bir halk sanatçıları çalışması ilk ağızlardan tarafımdan derlenip ayrıntılı biçimde okuyucuya sunulmakta. Okuyucu kuru biyografiler yanı sıra halk sanatçılarımızı edebi olarak ilk defa okuyabilecektir. Yanlışlık kabul etmeyen iddialı ansiklopedik tarzın yanında edebi bir bölüm yazmanın apayrı bir yetkinlik gerektirdiğini söylememe gerek yok sanırım. Ayağına kadar gidip konuştuğum ve beni kırmayan tekmil halk sanatçılarımıza geleceğin kültür mirasına geçmişten bir köprü uzattıkları için teşekkür ederim.
Fatih Akın "İstanbul Hatırası-Köprüyü Geçmek" filminde "İstanbul şehrinin büyüsünü çözemedim. Belki sadece yüzeyini tırmalayabildim, hepsi bu. Ama kesin olan bir şey var: İstanbul'un müziğine aşık oldum" gibi görüşler savunmuştu. İstanbul yerine Burdur yazarak aynı şeyleri söylemek mümkündü. Burdur'un müziği bana göre kayıtsız kalınacak bir müzik değildi. Ben Burdur müziğine aşık olmanın ötesinde sevgiye evirilen bir sürecin içinde oldum. Burdur müziği benim için başlangıçtaki ilişki sıcaklığının çok ötesinde bir samimiyetin adı oldu çıktı. İhtiyatlı adımlarla Burdur müziğinin yanına sokulup bir bilinçlenme süreci yaşadıktan sonra daha cesur adımlarla geri çekilip, deneyimlerimi bu kitaba aktararak diğer çalışmalarıma döndüm. Bu çapta bir çalışmayı enstrüman çalan bir folklorcumuzun, ciddi bir bilim insanının yapmasını isterdim. Ben bir enstrüman çalmadığım için bir ustanın müzikal olarak hakkını teslim etme konusunda tam 12'nin 24'ünü vuramamış olabilirim. Ama büyük oranda ustalarımızın yaptığı müziğin hakkını teslim ettiğimi düşünüyorum.
Iskaladığım, gözümden kaçan eksiklikler için kusura bakılmasın. Kitapta yer almayan fakat yer alması gereken bazı isimlerin konuşmamalarından dolayı kitapta yer almadıklarını belirtmeliyim. Fakat büyük çoğunluk çabama katılarak adeta yöre kültürü için bir imece oluşturdular.