Bu çalışmada, zaman bakımından 1923 sonrasına denk düşen bütün önemli tarihçiler ve eserleri üzerinde değil, sadece tarihçiliğimizin genç Cumhuriyetin hazırlığı, yükselişi ve ideolojik ihtiyaçları ile zorunlu bir bağlantı içinde olan kesimi üzerinde duracağız. Her yeni kuşak, kendinden öncekilere elbette eleştirici bir şekilde yaklaşacaktır. Ancak son yıllarda bir kısım aydınlarımızın özellikle 1950'ye kadarki döneme bakışları, bizce olumsuzlukları aşırı büyüten, neredeyse topyekûn inkârcı bir noktaya ulaşmış bulunuyor.
Konumuzla ilgili olarak bu tavrın, örneğin Cumhuriyet ideolojisinin "Türk tarihçiliğinin ilmi ve objektif bir şekilde gelişmesini engellememişse bile geciktirmiş" olduğu, ya da bu yıllarda sadece "ya övgü yahut bir apoloji şeklinde bir tarih"in ortaya çıktığı iddialarına dönüştüğünü görüyoruz. Bir başka yazar, "tarihçilerimiz ve toplumbilimcilerimizin, artık Naima'yı ve Köprülü Fuat'ı aşmasını zorunlu" buluyor.
Kuşkusuz öyledir, ama önce Naima ile Köprülü arasındaki farkı bilelim. Bizim kanımızca Milli Kurtuluş Savaşı ve yeni Türkiye devletinin kuruluşu, ülkemizde Tarih'in bir bilim dalı olarak yerleşmesinde tayin edici rol· oynamıştır ve burjuva-demokratik devrimimizin "Kemalist Devrim" diye bilinen en büyük dalgasının bu alandaki bilançosu da esas olarak olumludur. Daha ileri bir tarih metodolojisinin taraftarları, Cumhuriyet tarihçiliğinin ana doğrultusunun mirasını' derinlemesine 'özümlemeksizin, o tarihçiliğin üstüne çıkamayacaklardır.
Eski Oryantalizmin Türklerin Tarihini Sömürgeleştirmeye Yönelik Paradigması: Bu fikri kavramak için, Türklerin ve Türkiye'nin tarihine ilişkin görüş ve araştırmaların Cumhuriyet öncesi düzeyine bir göz atmalıyız. Bilindiği gibi XX. yüzyılın ilk yarısına kadar Avrupa tarihyazıcılığı, dünya tarihini Batı'nın, yani kapitalist dünya sisteminin "merkez"inin tarihine indirgiyor; uygarlığın bütün başarılarını Avrupalı beyazlara mal ediyor…
Bu çalışmada, zaman bakımından 1923 sonrasına denk düşen bütün önemli tarihçiler ve eserleri üzerinde değil, sadece tarihçiliğimizin genç Cumhuriyetin hazırlığı, yükselişi ve ideolojik ihtiyaçları ile zorunlu bir bağlantı içinde olan kesimi üzerinde duracağız. Her yeni kuşak, kendinden öncekilere elbette eleştirici bir şekilde yaklaşacaktır. Ancak son yıllarda bir kısım aydınlarımızın özellikle 1950'ye kadarki döneme bakışları, bizce olumsuzlukları aşırı büyüten, neredeyse topyekûn inkârcı bir noktaya ulaşmış bulunuyor.
Konumuzla ilgili olarak bu tavrın, örneğin Cumhuriyet ideolojisinin "Türk tarihçiliğinin ilmi ve objektif bir şekilde gelişmesini engellememişse bile geciktirmiş" olduğu, ya da bu yıllarda sadece "ya övgü yahut bir apoloji şeklinde bir tarih"in ortaya çıktığı iddialarına dönüştüğünü görüyoruz. Bir başka yazar, "tarihçilerimiz ve toplumbilimcilerimizin, artık Naima'yı ve Köprülü Fuat'ı aşmasını zorunlu" buluyor.
Kuşkusuz öyledir, ama önce Naima ile Köprülü arasındaki farkı bilelim. Bizim kanımızca Milli Kurtuluş Savaşı ve yeni Türkiye devletinin kuruluşu, ülkemizde Tarih'in bir bilim dalı olarak yerleşmesinde tayin edici rol· oynamıştır ve burjuva-demokratik devrimimizin "Kemalist Devrim" diye bilinen en büyük dalgasının bu alandaki bilançosu da esas olarak olumludur. Daha ileri bir tarih metodolojisinin taraftarları, Cumhuriyet tarihçiliğinin ana doğrultusunun mirasını' derinlemesine 'özümlemeksizin, o tarihçiliğin üstüne çıkamayacaklardır.
Eski Oryantalizmin Türklerin Tarihini Sömürgeleştirmeye Yönelik Paradigması: Bu fikri kavramak için, Türklerin ve Türkiye'nin tarihine ilişkin görüş ve araştırmaların Cumhuriyet öncesi düzeyine bir göz atmalıyız. Bilindiği gibi XX. yüzyılın ilk yarısına kadar Avrupa tarihyazıcılığı, dünya tarihini Batı'nın, yani kapitalist dünya sisteminin "merkez"inin tarihine indirgiyor; uygarlığın bütün başarılarını Avrupalı beyazlara mal ediyor…