Devlet ve topluma ilişkin yeni yaklaşımların ortaya çıkması II. Dünya Savaşı sonrasına rastlar. Yapısal işlevselcilik, merkez-çevre ülkeler modeli bunlardan bazılarıydı. Bu kuramların aktörleri küresel siyasi ve ekonomik bağımlılığı pekiştiren BM, GATT, Dünya Bankası, IMF gibi örgütlerdi. Ancak A.B.D. fiili uygulayıcı devlet olarak görülüyordu.
Liberal ve sosyalist devlet kuramlarının ortak yanı sosyolojiden yararlanmalarıydı. Yeni kuramların belirgin özelliği ise uluslararası alanda II. Dünya Savaşı sonrası oluşan A.B.D. üstünlüğüne dayalı koşullardan fazlasıyla etkilenmesiydi. Ancak savaştan kısa süre sonra gelişen soğuk savaş ortamı bu kuramların uygulamaya konmasını bir süre ertelemeyi zorunlu kıldı.
Küreselliğin 1989 sonrası sahneye çıkması ertelenen yeni uluslararası sistem ve toplum yaklaşımları için özel bir fırsat oldu. Liberal kâr mantığına dayalı bu kuramlar sosyal devletten farklı olarak insanı sosyal çevresiyle kavrama endişesi taşımaz. Küresel şirketlerin temel çıkarları önceliklidir.
Demokrasi ve “insan haklarına saygı” söylemleri küresel projelere engel oluşturduğu düşünülen devletlere karşı “parçalayıcı” birer araç olarak kullanıldı. Bu durum henüz devam etmektedir. Aslında yeni kuramların nihai amacı demokrasi ve insan haklarını küresel ölçekte yaymak değildi. Küresel medya kuruluşlarınca dünya gündemine taşınan bu “söylem ve sloganlar” soğuk savaş sonrasında küreselleşmenin kazananları lehine işleyen birer “katalizatör” gibi devreye sokuldu. Gelişmekte olan ülke aydınları bu karmaşık, değişken ve hemen her konuda “standart” sorunu yaşanan tablo karşısında bocaladılar. (Kitap tanıtımından)
Devlet ve topluma ilişkin yeni yaklaşımların ortaya çıkması II. Dünya Savaşı sonrasına rastlar. Yapısal işlevselcilik, merkez-çevre ülkeler modeli bunlardan bazılarıydı. Bu kuramların aktörleri küresel siyasi ve ekonomik bağımlılığı pekiştiren BM, GATT, Dünya Bankası, IMF gibi örgütlerdi. Ancak A.B.D. fiili uygulayıcı devlet olarak görülüyordu.
Liberal ve sosyalist devlet kuramlarının ortak yanı sosyolojiden yararlanmalarıydı. Yeni kuramların belirgin özelliği ise uluslararası alanda II. Dünya Savaşı sonrası oluşan A.B.D. üstünlüğüne dayalı koşullardan fazlasıyla etkilenmesiydi. Ancak savaştan kısa süre sonra gelişen soğuk savaş ortamı bu kuramların uygulamaya konmasını bir süre ertelemeyi zorunlu kıldı.
Küreselliğin 1989 sonrası sahneye çıkması ertelenen yeni uluslararası sistem ve toplum yaklaşımları için özel bir fırsat oldu. Liberal kâr mantığına dayalı bu kuramlar sosyal devletten farklı olarak insanı sosyal çevresiyle kavrama endişesi taşımaz. Küresel şirketlerin temel çıkarları önceliklidir.
Demokrasi ve “insan haklarına saygı” söylemleri küresel projelere engel oluşturduğu düşünülen devletlere karşı “parçalayıcı” birer araç olarak kullanıldı. Bu durum henüz devam etmektedir. Aslında yeni kuramların nihai amacı demokrasi ve insan haklarını küresel ölçekte yaymak değildi. Küresel medya kuruluşlarınca dünya gündemine taşınan bu “söylem ve sloganlar” soğuk savaş sonrasında küreselleşmenin kazananları lehine işleyen birer “katalizatör” gibi devreye sokuldu. Gelişmekte olan ülke aydınları bu karmaşık, değişken ve hemen her konuda “standart” sorunu yaşanan tablo karşısında bocaladılar. (Kitap tanıtımından)