XIX. yüzyılın başlarından itibaren bir çok alanda başlayan Batılılaşma Türk edebiyatında da kendini göstermiştir. Batı edebiyatını örnek alarak eserler veren bir çok edebî simanın yanında tasavvufî edebiyat geleneğini sürdürmeye çalışanlar da bulunmaktadır. Divan şiirinin son temsilcilerinden Leskofçalı Galib (ö. 1867), Hersekli Arif Hikmet Bey (ö. 1903), divanlarında tasavvufî edaya yer verirken, Mevlevî şair Yenişehirli Avnî Bey (ö. 1883) ve çeşitli tarikatlardan nasip alan Osman Şems Efendi (ö. 1893) şiirlerinde tasavvufu daha derîn ve yoğun bir şekilde işlemişlerdir. Bunların yanında Sivaslı Sûzî (ö. 1830 ), Kuddûsî (ö. 1848), Mehmed Ali Hilmî Dede (ü. 1907), Edib Harâbî Baba (ö. 1918), Esad Erbilî (Ö.1931) gibi doğrudan tekke şiiri vadisinde eser veren şairler de bulunmaktadır. Nigârîde bu mutasavvıf şairler gibi devrin edebî değişiminden uzak kalarak eski tarzı ve ruhu yaşatan mutasavvıf şairlerdendir.
Nigârî bu yüzyılda özellikle Doğu Anadolu ve Kuzey Azerbaycan'da geniş halk kitleleri üzerinde daha ziyade dinî-tasavvufî bir şöhret kurmuş, şiirleri beğenilip ezberlenmiş, mistik heya-canlara sahip bir mutasavvıf olarak ün kazanmıştır. Türkçe divanından başka bir de Farsça divanı bulunan Nigârî'nin tesiri bu bölgelerde bugün hâlen devam etmektedir.
Yayına hazırladığımız Türkçe divanında ilâhî aşk coşkun bir şekilde dile getirilir. Bunun İçin de âşık, şarap, bade, mey, sâkî, şem', pîr-i mugan, meyhane, meykede, peymâne, dildâr gibi Tasavvuf edebiyatı terimleri sık sık kullanılır. Şâir zaman zaman bunlardan ne kastettiğini de belirtir. Şiirlerinde kullandığı dil daha çok Türkiye Türkçesi'dir. Zaman zaman Azeri Türkçesi özellikleri de görülmektedir. Nigârî, mutasavvıf şairlerin çoğu gibi şiiri bir vasıta olarak görür, onun esas amacı insanlara kendi düşüncelerini anlatmak ve onları tasavvufî açıdan eğitmektir. Tekke şiiri göz önüne alındığında dili pek sade sayılmaz, daha çok divan şiirinde kullanılan nazım şekillerini kullanır. Çoğunlukla aruz vezniyle yazan Nigârî'nin heceyle yazdığı şiirleri de vardır. Şiirlerinde zaman zaman vezin hataları görülse de coşkulu edası ön plana çıkar.
Divanı hazırlarken iki matbu nüshayı esas aldık. Her iki nüsha da birbirinin hemen hemen aynısıdır. Tiflis baskısı g'nin keşidelerinin gösterilmesi dışında her iki nüshada da imlâ bakımından pek farklılık görülmez. Tiflis baskısında 823. şiirden sonraki kısım yoktur. Dolayısıyla İstanbul baskısı daha çok şiire yer verir. Ancak yayına hazırladığımız divandaki 705-724 numaralı şiirler de İstanbul nüshasında bulunmamaktadır. Yine İstanbul baskısının sonunda bir mektup ile "Çaynâme", takriz ve divanın neşri için düşürülmüş tarih beyitleri de yer almaktadır.
Divanın elde bir yazma nüshasının bulunmaması ve iki matbu nüshanın da pek farklı olmaması nedeniyle çeşitli güçlüklerle karşılaştık. Bu nüshalarda vezin düşünülmeden bir çok yere sanki virgül yerine "vav" harfinin yazılmış olması da giderilmesi zorunlu ayrı bir problem teşkil etti. Divanı yayıma hazırlarken kelimelerdeki uzunlukları gösterdik, kendi yaptığımız ilâveleri köşeli parantezde verdik. Amacımız karşılaştırmalı bir metin neşri olmadığı için metinde transkripsiyon işaretleri kullanmadık. Matbu nüshalarda pek fazla nüsha farkı da olmadığı İçin dip notta nüsha farkı göstermedik. "Eyle" kelimesini bazı yerde Azerî Türkçesi telaffuzu ile "ele" okumak gerekse de, bu hususta imlaya bağlı kalarak tamamını "eyle" şeklinde verdik. Yine şairin mahlasını "Mîr-i Nigarî" okumak mümkün olsa da biz tamamında "Mîr Nîgarî" şeklinde tamlamasız aldık. (Önsözden)
XIX. yüzyılın başlarından itibaren bir çok alanda başlayan Batılılaşma Türk edebiyatında da kendini göstermiştir. Batı edebiyatını örnek alarak eserler veren bir çok edebî simanın yanında tasavvufî edebiyat geleneğini sürdürmeye çalışanlar da bulunmaktadır. Divan şiirinin son temsilcilerinden Leskofçalı Galib (ö. 1867), Hersekli Arif Hikmet Bey (ö. 1903), divanlarında tasavvufî edaya yer verirken, Mevlevî şair Yenişehirli Avnî Bey (ö. 1883) ve çeşitli tarikatlardan nasip alan Osman Şems Efendi (ö. 1893) şiirlerinde tasavvufu daha derîn ve yoğun bir şekilde işlemişlerdir. Bunların yanında Sivaslı Sûzî (ö. 1830 ), Kuddûsî (ö. 1848), Mehmed Ali Hilmî Dede (ü. 1907), Edib Harâbî Baba (ö. 1918), Esad Erbilî (Ö.1931) gibi doğrudan tekke şiiri vadisinde eser veren şairler de bulunmaktadır. Nigârîde bu mutasavvıf şairler gibi devrin edebî değişiminden uzak kalarak eski tarzı ve ruhu yaşatan mutasavvıf şairlerdendir.
Nigârî bu yüzyılda özellikle Doğu Anadolu ve Kuzey Azerbaycan'da geniş halk kitleleri üzerinde daha ziyade dinî-tasavvufî bir şöhret kurmuş, şiirleri beğenilip ezberlenmiş, mistik heya-canlara sahip bir mutasavvıf olarak ün kazanmıştır. Türkçe divanından başka bir de Farsça divanı bulunan Nigârî'nin tesiri bu bölgelerde bugün hâlen devam etmektedir.
Yayına hazırladığımız Türkçe divanında ilâhî aşk coşkun bir şekilde dile getirilir. Bunun İçin de âşık, şarap, bade, mey, sâkî, şem', pîr-i mugan, meyhane, meykede, peymâne, dildâr gibi Tasavvuf edebiyatı terimleri sık sık kullanılır. Şâir zaman zaman bunlardan ne kastettiğini de belirtir. Şiirlerinde kullandığı dil daha çok Türkiye Türkçesi'dir. Zaman zaman Azeri Türkçesi özellikleri de görülmektedir. Nigârî, mutasavvıf şairlerin çoğu gibi şiiri bir vasıta olarak görür, onun esas amacı insanlara kendi düşüncelerini anlatmak ve onları tasavvufî açıdan eğitmektir. Tekke şiiri göz önüne alındığında dili pek sade sayılmaz, daha çok divan şiirinde kullanılan nazım şekillerini kullanır. Çoğunlukla aruz vezniyle yazan Nigârî'nin heceyle yazdığı şiirleri de vardır. Şiirlerinde zaman zaman vezin hataları görülse de coşkulu edası ön plana çıkar.
Divanı hazırlarken iki matbu nüshayı esas aldık. Her iki nüsha da birbirinin hemen hemen aynısıdır. Tiflis baskısı g'nin keşidelerinin gösterilmesi dışında her iki nüshada da imlâ bakımından pek farklılık görülmez. Tiflis baskısında 823. şiirden sonraki kısım yoktur. Dolayısıyla İstanbul baskısı daha çok şiire yer verir. Ancak yayına hazırladığımız divandaki 705-724 numaralı şiirler de İstanbul nüshasında bulunmamaktadır. Yine İstanbul baskısının sonunda bir mektup ile "Çaynâme", takriz ve divanın neşri için düşürülmüş tarih beyitleri de yer almaktadır.
Divanın elde bir yazma nüshasının bulunmaması ve iki matbu nüshanın da pek farklı olmaması nedeniyle çeşitli güçlüklerle karşılaştık. Bu nüshalarda vezin düşünülmeden bir çok yere sanki virgül yerine "vav" harfinin yazılmış olması da giderilmesi zorunlu ayrı bir problem teşkil etti. Divanı yayıma hazırlarken kelimelerdeki uzunlukları gösterdik, kendi yaptığımız ilâveleri köşeli parantezde verdik. Amacımız karşılaştırmalı bir metin neşri olmadığı için metinde transkripsiyon işaretleri kullanmadık. Matbu nüshalarda pek fazla nüsha farkı da olmadığı İçin dip notta nüsha farkı göstermedik. "Eyle" kelimesini bazı yerde Azerî Türkçesi telaffuzu ile "ele" okumak gerekse de, bu hususta imlaya bağlı kalarak tamamını "eyle" şeklinde verdik. Yine şairin mahlasını "Mîr-i Nigarî" okumak mümkün olsa da biz tamamında "Mîr Nîgarî" şeklinde tamlamasız aldık. (Önsözden)