#smrgKİTABEVİ Dünden Bugüne Kıbrıs: Kıbrıs Türklerinin Varoluş ve Devletleşme Mücadelesi - 2023
Editör:
Kondisyon:
Yeni
Sunuş / Önsöz / Sonsöz / Giriş:
Basıldığı Matbaa:
Dizi Adı:
ISBN-10:
9751757098
Kargoya Teslim Süresi:
7&15
Hazırlayan:
Cilt:
Amerikan Cilt
Boyut:
14x21
Basım Yeri:
Ankara
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2023
Kapak Türü:
Karton Kapak
Kağıt Türü:
Kuşe
Dili:
Türkçe
Kategori:
indirimli
124,00
Havale/EFT ile:
120,28
Siparişiniz 7&15 iş günü arasında kargoda
1199219658
606305
https://www.simurgkitabevi.com/dunden-bugune-kibris-kibris-turklerinin-varolus-ve-devletlesme-mucadelesi-2023
Dünden Bugüne Kıbrıs: Kıbrıs Türklerinin Varoluş ve Devletleşme Mücadelesi - 2023 #smrgKİTABEVİ
124.00
İngiliz sömürge yönetimiyle birlikte Ada'daki Türk ve Rum toplumları, sahip oldukları etnik kimlik, kültürel aidiyet, vatandaşlık hukuku, sosyalizasyon hareketleri ve kamusal alan gibi muhtelif kavramlar yeniden tanımlanmış ve yorumlanmıştır. Kıbrıs meselesiyle birlikte yoğrulan bu süreç, İngiliz yönetiminin 82 yıllık yönetim ve sömürge anlayışının bir sonucu olarak değerlendirilmektedir.
Kıbrıs meselesinin ana problematiği, İngiliz sömürge yönetiminin Ada'da hüküm sürdüğü sürece etnik düzeydeki farklı grupları kaynaştıran modern sürecin yaşanmasına imkân vermediği; aksine birbiriyle çatışan bir tutum takındığı görülmektedir. Buradan hareketle İngiliz sömürge yönetimi, Ada'da ulus kimlik anlayışını esas aldığını, toplumların etnik aidiyet duygusunu siyasallaştırdığını ve toplumsal birimleri etnisite içinde birbirinden farklılaştırdığını belirtmek mümkündür. Bu farklılıklar sonucunda etnik toplumlar kendilerini ait oldukları ulusların doğrudan bir parçası olarak görmüşler, toplumsal düzenlerini ona göre kurgulamışlar ve Ada'da iki ayrı etnik kimliğin ya da eko-sistemin oluşmasına neden olmuşlardır. Özellikle İngiliz sömürge yönetiminin Ada'daki etnik kimlikleri kamusal alana taşıması, zamanla bu kimlikleri siyasallaştırması, Kıbrıs'ta siyasetin etnik kimlikler üzerinden yapılmasına ve bu kimliklerin meşrulaştırılmasına fırsat vermiştir.
Kıbrıs'taki Elen ulusalcılığı, Rum halkı içinde ‘ötekine' yer vermeyen ve ‘tekçi' bir anlayışa neden olan bir insan kitlesi yaratmışken, Türk ulusalcılığı için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Zira Türk ulusalcılığı, biraz daha farklı olarak Kıbrıslı Türkleri toplum bilincinden halk bilincine dönüştürmüş ve devlet kurmaya kadar giden önemli bir vazifeyi ifa ettiği görülmüştür. Ada'da her iki toplum arasında farklı dönemlerde görünen kimlik arayışları, birbirine karşı olmayı ve toplumsal yabancılaşmayı beraberinde getirmiştir. Kıbrıs'ta toplumsal ve kamusal alan dengesinin belli bir senkronizasyon içinde kurgulanamaması, üstelik İngiliz sömürge yönetiminin siyaset alanını toplumsal çatışma ve rövanş alanına dönüştürmesi her şeyi altüst etmiştir. Bu yönü ile Kıbrıs meselesinin toplumsal çatışma alanına dönüşmesi İngiliz yönetimiyle doğrudan ilgilidir. İngiliz sömürge yönetimiyle Ada'ya nüfuz eden ötekileştirme kültürü, zamanla çatışmaya ve Rumların kitlesel kıyım yapmalarına kadar ileriye götürmesine neden olmuştur. Nitekim Ada'da etnik kimliklerin gelişim süreci birbirinden farklı ve birbirinden ayrı zamanlarda gelişim göstermesi de bundandır. Bir diğer tespit ise Kıbrıs'ın coğrafî konumu, Ada'daki beşerî tarihin oluşumunda etkili olmasıdır. Bu yüzden Kıbrıs meselesi, kendi coğrafyasının özelliklerinden etkilenmekle birlikte çevresel faktörlerle ve güç gruplarının bölgesel çıkarlarıyla da yakından ilgilidir. Hâl bu merkezde olunca Kıbrıs meselesi, ilkin yerel coğrafyaya, sonra da bölgesel coğrafyaya göre değerlendirilmesi gerekmektedir. Kıbrıs meselesi, yerel coğrafyaya göre değerlendirildiği zaman Ada'da yaşayan toplumların kültürel kimliklerinin siyasal kimliğe dönüştüğü ve etnik çatışmayla bezendiği; bölgesel coğrafyaya göre irdelendiği zaman ise başta anavatanlar ve garantör devletlerin güvenlik endişelerinin perçinlendiği, buna ilaveten bölgesel ve küresel güçlerin bundan tedricen olsa da etkilendiği bir durumun ortaya çıktığı görülmüştür. Dolayısıyla Kıbrıs meselesi, ilgili bütün aktörlerin içinde bulunmasından dolayı karmaşık, çetin ve çözümlenmesi zor hale gelirken, meseleye muhatap bütün aktörlerin bazen esaslı, bazen de satıhta olmak üzere önemli rol oynadığından “Gordion düğümüne” dönüştüğü söylenebilir. Özellikle bu meseleye taraf olan yerel aktörlerin değerini, isteklerini ve beklentilerini kale almadan çözümlemelerde bulunmanın doğru olmayacağı açıktır. Bu incelemede, Kıbrıs'ın sahip olduğu coğrafyanın ‘kişi' yaşamına veya toplum olaylarındaki yerine fazlaca ağırlık verilmediği düşünülebilir. Kıbrıs meselesinin olgularına ve vakalarına daha çok yer verilmesi, coğrafî etkilerin bugüne kadar ihmal edilmesiyle ilgili değildir. Her şeyden önce Kıbrıs meselesi, siyasetle ve coğrafyayla ilgilidir. Yaşanılan mekânı düşünmeden, coğrafyanın özelliklerini veya etkilerini dikkate almadan üretilecek politikaların, stratejilerin ve uygulamaların eksikliği hissedilir derecede artacağı aşikârdır. Bu açıdan bakıldığı zaman Kıbrıs meselesine coğrafya, politika ve stratejinin vazgeçilmez üç kaynağından, yani mekân, güç ve zamandan ayrı düşünmek doğru değildir. Bu çalışmada Kıbrıs meselesine ek olarak insan faktörüne de değinilmiş, ancak bireyden çok toplumsal düzeyde değerlendirmelere önem verilmiştir. Kıbrıs meselesinin tehdit veya fırsat üreten birçok ciheti olsa da bu coğrafyanın, potansiyel bir değeri veya gücü olduğu ortadadır. Ne var ki Kıbrıs'ın, coğrafyasından veya tarihinden kaynaklanan tehdidin yanı sıra sayısız fırsatlar üretebileceği de unutulmamalıdır. Son zamanlarda Doğu Akdeniz'de keşfedilen hidrokarbon kaynaklarının Kıbrıs'a ve bölge başarısına getireceği kazanımlar bir fırsatken, tek yanlı tutumların veya maksimalist çıkarların elde edilmesi için yapılan ittifakların ilgili bütün taraflara huzursuzluk getireceği ya da çatıştırabileceği açıktır. Görünen odur ki, Kıbrıs meselesi, günümüzde oluşan yeni dünya ve bölge dengelerine göre yeniden biçimlenip şekillenecektir. Ancak her ne olura olsun, Ada'nın Türkiye ile olan coğrafî, tarihî, siyasî, iktisadî, askerî ve stratejik ilişkileriyle Türkiye'nin millî güvenliği ve Ada'daki Türklerin varlığı dikkate alınmadan soruna çözüm bulmak, çok doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Her şeyden önce Türkiye'nin Ada üzerindeki ahdî hukukunu hiçe saymak, Kıbrıs Türklerinin Ada'daki varlığını görmemek veya etnik azınlıkmış gibi değerlendirmek soruna tehlikeli bir boyut daha kazandıracaktır. Dolayısıyla Kıbrıs meselesinde Kıbrıslı Türklerin haklarını korumadan, Türkiye'nin stratejik çıkarlarını ve güvenliğini sağlamadan Kıbrıs'ta kalıcı bir çözümden söz etmek mümkün değildir. Bugün itibarıyla bunu sağlayan en önemli unsur Ada'nın kuzeyinde demokrasisiyle, anayasal yönetim sistemiyle, hukukun üstünlüğüyle, modern devlet aygıtıyla bir sistemin var olduğu ve bu sistemin insan unsuru olarak Kıbrıs Türk halkının, devlet olarak KKTC'nin ve her ikisini koruyan Türkiye'nin bulunduğu bir ortamın var olduğu aşikârdır. Buna göre bu yapının korunması, kollanması ve yüceltilmesi, Kıbrıs meselesinin yeni yüzü, dinamik çehresi ve temel hedefi olması gerektiği değerlendirilmektedir.
Kıbrıs meselesinde ‘var olan' ile ‘olması gereken' arasında illiyet bağlantısı kurulurken, Türk tezi olarak son zamanlarda benimsenen ‘iki devletlilik' ve ‘egemen eşitlik' prensibiyle var olanın korunmasına ve değer verilmesine önem atfedildiği görülmüştür. Bu yüzden KKTC'nin devlet olarak varlığına ve egemen gücüne halel getirmemek ve her şeyin üstünde tutmak ‘yüksek stratejinin' bir gereği olarak görülmelidir.
Günümüzde Kıbrıs meselesiyle ilgili yürütülmesi güç çözüm planlarıyla uğraşmak, yarım asırlık müzakere süreciyle meşgul olmak, ucu açık görüşmelerle vakit kaybetmek ya da yüzlerce siyaset adamının ve diplomatın eskitildiği ‘diplomasi mezarlığında' gezinti yapmak artık tercih edilir bir durum değildir. Ada'da bugün iki ayrı halk, iki ayrı demokrasi ve iki ayrı devlet bulunmaktadır. Kıbrıs meselesinin çözümüne yönelik müzakerelerin ve ulaşılmak istenen hedefin bu gerçek üzerine inşa edilmesi gerektiği açıktır. Kıbrıs'ta bir çözüm bulunacaksa, ‘iki devletli', ‘adil' ve ‘sürdürülebilir' çözümün müzakere edilmesinin şartlarını hazırlamak, şayet bu olmaz ise KKTC'nin korunması ve geliştirilmesi için elden ne geliyorsa yapılmasının şart olduğu bir dönem yaşanmaktadır. Zira Kıbrıs Türk halkının geleceğe güvenle bakması, refah düzeyinin yükseltilmesi ve modern dünyayla bütünleşmesi ancak bu şekilde olabileceği değerlendirilmektedir.
Kıbrıs meselesinin ana problematiği, İngiliz sömürge yönetiminin Ada'da hüküm sürdüğü sürece etnik düzeydeki farklı grupları kaynaştıran modern sürecin yaşanmasına imkân vermediği; aksine birbiriyle çatışan bir tutum takındığı görülmektedir. Buradan hareketle İngiliz sömürge yönetimi, Ada'da ulus kimlik anlayışını esas aldığını, toplumların etnik aidiyet duygusunu siyasallaştırdığını ve toplumsal birimleri etnisite içinde birbirinden farklılaştırdığını belirtmek mümkündür. Bu farklılıklar sonucunda etnik toplumlar kendilerini ait oldukları ulusların doğrudan bir parçası olarak görmüşler, toplumsal düzenlerini ona göre kurgulamışlar ve Ada'da iki ayrı etnik kimliğin ya da eko-sistemin oluşmasına neden olmuşlardır. Özellikle İngiliz sömürge yönetiminin Ada'daki etnik kimlikleri kamusal alana taşıması, zamanla bu kimlikleri siyasallaştırması, Kıbrıs'ta siyasetin etnik kimlikler üzerinden yapılmasına ve bu kimliklerin meşrulaştırılmasına fırsat vermiştir.
Kıbrıs'taki Elen ulusalcılığı, Rum halkı içinde ‘ötekine' yer vermeyen ve ‘tekçi' bir anlayışa neden olan bir insan kitlesi yaratmışken, Türk ulusalcılığı için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Zira Türk ulusalcılığı, biraz daha farklı olarak Kıbrıslı Türkleri toplum bilincinden halk bilincine dönüştürmüş ve devlet kurmaya kadar giden önemli bir vazifeyi ifa ettiği görülmüştür. Ada'da her iki toplum arasında farklı dönemlerde görünen kimlik arayışları, birbirine karşı olmayı ve toplumsal yabancılaşmayı beraberinde getirmiştir. Kıbrıs'ta toplumsal ve kamusal alan dengesinin belli bir senkronizasyon içinde kurgulanamaması, üstelik İngiliz sömürge yönetiminin siyaset alanını toplumsal çatışma ve rövanş alanına dönüştürmesi her şeyi altüst etmiştir. Bu yönü ile Kıbrıs meselesinin toplumsal çatışma alanına dönüşmesi İngiliz yönetimiyle doğrudan ilgilidir. İngiliz sömürge yönetimiyle Ada'ya nüfuz eden ötekileştirme kültürü, zamanla çatışmaya ve Rumların kitlesel kıyım yapmalarına kadar ileriye götürmesine neden olmuştur. Nitekim Ada'da etnik kimliklerin gelişim süreci birbirinden farklı ve birbirinden ayrı zamanlarda gelişim göstermesi de bundandır. Bir diğer tespit ise Kıbrıs'ın coğrafî konumu, Ada'daki beşerî tarihin oluşumunda etkili olmasıdır. Bu yüzden Kıbrıs meselesi, kendi coğrafyasının özelliklerinden etkilenmekle birlikte çevresel faktörlerle ve güç gruplarının bölgesel çıkarlarıyla da yakından ilgilidir. Hâl bu merkezde olunca Kıbrıs meselesi, ilkin yerel coğrafyaya, sonra da bölgesel coğrafyaya göre değerlendirilmesi gerekmektedir. Kıbrıs meselesi, yerel coğrafyaya göre değerlendirildiği zaman Ada'da yaşayan toplumların kültürel kimliklerinin siyasal kimliğe dönüştüğü ve etnik çatışmayla bezendiği; bölgesel coğrafyaya göre irdelendiği zaman ise başta anavatanlar ve garantör devletlerin güvenlik endişelerinin perçinlendiği, buna ilaveten bölgesel ve küresel güçlerin bundan tedricen olsa da etkilendiği bir durumun ortaya çıktığı görülmüştür. Dolayısıyla Kıbrıs meselesi, ilgili bütün aktörlerin içinde bulunmasından dolayı karmaşık, çetin ve çözümlenmesi zor hale gelirken, meseleye muhatap bütün aktörlerin bazen esaslı, bazen de satıhta olmak üzere önemli rol oynadığından “Gordion düğümüne” dönüştüğü söylenebilir. Özellikle bu meseleye taraf olan yerel aktörlerin değerini, isteklerini ve beklentilerini kale almadan çözümlemelerde bulunmanın doğru olmayacağı açıktır. Bu incelemede, Kıbrıs'ın sahip olduğu coğrafyanın ‘kişi' yaşamına veya toplum olaylarındaki yerine fazlaca ağırlık verilmediği düşünülebilir. Kıbrıs meselesinin olgularına ve vakalarına daha çok yer verilmesi, coğrafî etkilerin bugüne kadar ihmal edilmesiyle ilgili değildir. Her şeyden önce Kıbrıs meselesi, siyasetle ve coğrafyayla ilgilidir. Yaşanılan mekânı düşünmeden, coğrafyanın özelliklerini veya etkilerini dikkate almadan üretilecek politikaların, stratejilerin ve uygulamaların eksikliği hissedilir derecede artacağı aşikârdır. Bu açıdan bakıldığı zaman Kıbrıs meselesine coğrafya, politika ve stratejinin vazgeçilmez üç kaynağından, yani mekân, güç ve zamandan ayrı düşünmek doğru değildir. Bu çalışmada Kıbrıs meselesine ek olarak insan faktörüne de değinilmiş, ancak bireyden çok toplumsal düzeyde değerlendirmelere önem verilmiştir. Kıbrıs meselesinin tehdit veya fırsat üreten birçok ciheti olsa da bu coğrafyanın, potansiyel bir değeri veya gücü olduğu ortadadır. Ne var ki Kıbrıs'ın, coğrafyasından veya tarihinden kaynaklanan tehdidin yanı sıra sayısız fırsatlar üretebileceği de unutulmamalıdır. Son zamanlarda Doğu Akdeniz'de keşfedilen hidrokarbon kaynaklarının Kıbrıs'a ve bölge başarısına getireceği kazanımlar bir fırsatken, tek yanlı tutumların veya maksimalist çıkarların elde edilmesi için yapılan ittifakların ilgili bütün taraflara huzursuzluk getireceği ya da çatıştırabileceği açıktır. Görünen odur ki, Kıbrıs meselesi, günümüzde oluşan yeni dünya ve bölge dengelerine göre yeniden biçimlenip şekillenecektir. Ancak her ne olura olsun, Ada'nın Türkiye ile olan coğrafî, tarihî, siyasî, iktisadî, askerî ve stratejik ilişkileriyle Türkiye'nin millî güvenliği ve Ada'daki Türklerin varlığı dikkate alınmadan soruna çözüm bulmak, çok doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Her şeyden önce Türkiye'nin Ada üzerindeki ahdî hukukunu hiçe saymak, Kıbrıs Türklerinin Ada'daki varlığını görmemek veya etnik azınlıkmış gibi değerlendirmek soruna tehlikeli bir boyut daha kazandıracaktır. Dolayısıyla Kıbrıs meselesinde Kıbrıslı Türklerin haklarını korumadan, Türkiye'nin stratejik çıkarlarını ve güvenliğini sağlamadan Kıbrıs'ta kalıcı bir çözümden söz etmek mümkün değildir. Bugün itibarıyla bunu sağlayan en önemli unsur Ada'nın kuzeyinde demokrasisiyle, anayasal yönetim sistemiyle, hukukun üstünlüğüyle, modern devlet aygıtıyla bir sistemin var olduğu ve bu sistemin insan unsuru olarak Kıbrıs Türk halkının, devlet olarak KKTC'nin ve her ikisini koruyan Türkiye'nin bulunduğu bir ortamın var olduğu aşikârdır. Buna göre bu yapının korunması, kollanması ve yüceltilmesi, Kıbrıs meselesinin yeni yüzü, dinamik çehresi ve temel hedefi olması gerektiği değerlendirilmektedir.
Kıbrıs meselesinde ‘var olan' ile ‘olması gereken' arasında illiyet bağlantısı kurulurken, Türk tezi olarak son zamanlarda benimsenen ‘iki devletlilik' ve ‘egemen eşitlik' prensibiyle var olanın korunmasına ve değer verilmesine önem atfedildiği görülmüştür. Bu yüzden KKTC'nin devlet olarak varlığına ve egemen gücüne halel getirmemek ve her şeyin üstünde tutmak ‘yüksek stratejinin' bir gereği olarak görülmelidir.
Günümüzde Kıbrıs meselesiyle ilgili yürütülmesi güç çözüm planlarıyla uğraşmak, yarım asırlık müzakere süreciyle meşgul olmak, ucu açık görüşmelerle vakit kaybetmek ya da yüzlerce siyaset adamının ve diplomatın eskitildiği ‘diplomasi mezarlığında' gezinti yapmak artık tercih edilir bir durum değildir. Ada'da bugün iki ayrı halk, iki ayrı demokrasi ve iki ayrı devlet bulunmaktadır. Kıbrıs meselesinin çözümüne yönelik müzakerelerin ve ulaşılmak istenen hedefin bu gerçek üzerine inşa edilmesi gerektiği açıktır. Kıbrıs'ta bir çözüm bulunacaksa, ‘iki devletli', ‘adil' ve ‘sürdürülebilir' çözümün müzakere edilmesinin şartlarını hazırlamak, şayet bu olmaz ise KKTC'nin korunması ve geliştirilmesi için elden ne geliyorsa yapılmasının şart olduğu bir dönem yaşanmaktadır. Zira Kıbrıs Türk halkının geleceğe güvenle bakması, refah düzeyinin yükseltilmesi ve modern dünyayla bütünleşmesi ancak bu şekilde olabileceği değerlendirilmektedir.
İngiliz sömürge yönetimiyle birlikte Ada'daki Türk ve Rum toplumları, sahip oldukları etnik kimlik, kültürel aidiyet, vatandaşlık hukuku, sosyalizasyon hareketleri ve kamusal alan gibi muhtelif kavramlar yeniden tanımlanmış ve yorumlanmıştır. Kıbrıs meselesiyle birlikte yoğrulan bu süreç, İngiliz yönetiminin 82 yıllık yönetim ve sömürge anlayışının bir sonucu olarak değerlendirilmektedir.
Kıbrıs meselesinin ana problematiği, İngiliz sömürge yönetiminin Ada'da hüküm sürdüğü sürece etnik düzeydeki farklı grupları kaynaştıran modern sürecin yaşanmasına imkân vermediği; aksine birbiriyle çatışan bir tutum takındığı görülmektedir. Buradan hareketle İngiliz sömürge yönetimi, Ada'da ulus kimlik anlayışını esas aldığını, toplumların etnik aidiyet duygusunu siyasallaştırdığını ve toplumsal birimleri etnisite içinde birbirinden farklılaştırdığını belirtmek mümkündür. Bu farklılıklar sonucunda etnik toplumlar kendilerini ait oldukları ulusların doğrudan bir parçası olarak görmüşler, toplumsal düzenlerini ona göre kurgulamışlar ve Ada'da iki ayrı etnik kimliğin ya da eko-sistemin oluşmasına neden olmuşlardır. Özellikle İngiliz sömürge yönetiminin Ada'daki etnik kimlikleri kamusal alana taşıması, zamanla bu kimlikleri siyasallaştırması, Kıbrıs'ta siyasetin etnik kimlikler üzerinden yapılmasına ve bu kimliklerin meşrulaştırılmasına fırsat vermiştir.
Kıbrıs'taki Elen ulusalcılığı, Rum halkı içinde ‘ötekine' yer vermeyen ve ‘tekçi' bir anlayışa neden olan bir insan kitlesi yaratmışken, Türk ulusalcılığı için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Zira Türk ulusalcılığı, biraz daha farklı olarak Kıbrıslı Türkleri toplum bilincinden halk bilincine dönüştürmüş ve devlet kurmaya kadar giden önemli bir vazifeyi ifa ettiği görülmüştür. Ada'da her iki toplum arasında farklı dönemlerde görünen kimlik arayışları, birbirine karşı olmayı ve toplumsal yabancılaşmayı beraberinde getirmiştir. Kıbrıs'ta toplumsal ve kamusal alan dengesinin belli bir senkronizasyon içinde kurgulanamaması, üstelik İngiliz sömürge yönetiminin siyaset alanını toplumsal çatışma ve rövanş alanına dönüştürmesi her şeyi altüst etmiştir. Bu yönü ile Kıbrıs meselesinin toplumsal çatışma alanına dönüşmesi İngiliz yönetimiyle doğrudan ilgilidir. İngiliz sömürge yönetimiyle Ada'ya nüfuz eden ötekileştirme kültürü, zamanla çatışmaya ve Rumların kitlesel kıyım yapmalarına kadar ileriye götürmesine neden olmuştur. Nitekim Ada'da etnik kimliklerin gelişim süreci birbirinden farklı ve birbirinden ayrı zamanlarda gelişim göstermesi de bundandır. Bir diğer tespit ise Kıbrıs'ın coğrafî konumu, Ada'daki beşerî tarihin oluşumunda etkili olmasıdır. Bu yüzden Kıbrıs meselesi, kendi coğrafyasının özelliklerinden etkilenmekle birlikte çevresel faktörlerle ve güç gruplarının bölgesel çıkarlarıyla da yakından ilgilidir. Hâl bu merkezde olunca Kıbrıs meselesi, ilkin yerel coğrafyaya, sonra da bölgesel coğrafyaya göre değerlendirilmesi gerekmektedir. Kıbrıs meselesi, yerel coğrafyaya göre değerlendirildiği zaman Ada'da yaşayan toplumların kültürel kimliklerinin siyasal kimliğe dönüştüğü ve etnik çatışmayla bezendiği; bölgesel coğrafyaya göre irdelendiği zaman ise başta anavatanlar ve garantör devletlerin güvenlik endişelerinin perçinlendiği, buna ilaveten bölgesel ve küresel güçlerin bundan tedricen olsa da etkilendiği bir durumun ortaya çıktığı görülmüştür. Dolayısıyla Kıbrıs meselesi, ilgili bütün aktörlerin içinde bulunmasından dolayı karmaşık, çetin ve çözümlenmesi zor hale gelirken, meseleye muhatap bütün aktörlerin bazen esaslı, bazen de satıhta olmak üzere önemli rol oynadığından “Gordion düğümüne” dönüştüğü söylenebilir. Özellikle bu meseleye taraf olan yerel aktörlerin değerini, isteklerini ve beklentilerini kale almadan çözümlemelerde bulunmanın doğru olmayacağı açıktır. Bu incelemede, Kıbrıs'ın sahip olduğu coğrafyanın ‘kişi' yaşamına veya toplum olaylarındaki yerine fazlaca ağırlık verilmediği düşünülebilir. Kıbrıs meselesinin olgularına ve vakalarına daha çok yer verilmesi, coğrafî etkilerin bugüne kadar ihmal edilmesiyle ilgili değildir. Her şeyden önce Kıbrıs meselesi, siyasetle ve coğrafyayla ilgilidir. Yaşanılan mekânı düşünmeden, coğrafyanın özelliklerini veya etkilerini dikkate almadan üretilecek politikaların, stratejilerin ve uygulamaların eksikliği hissedilir derecede artacağı aşikârdır. Bu açıdan bakıldığı zaman Kıbrıs meselesine coğrafya, politika ve stratejinin vazgeçilmez üç kaynağından, yani mekân, güç ve zamandan ayrı düşünmek doğru değildir. Bu çalışmada Kıbrıs meselesine ek olarak insan faktörüne de değinilmiş, ancak bireyden çok toplumsal düzeyde değerlendirmelere önem verilmiştir. Kıbrıs meselesinin tehdit veya fırsat üreten birçok ciheti olsa da bu coğrafyanın, potansiyel bir değeri veya gücü olduğu ortadadır. Ne var ki Kıbrıs'ın, coğrafyasından veya tarihinden kaynaklanan tehdidin yanı sıra sayısız fırsatlar üretebileceği de unutulmamalıdır. Son zamanlarda Doğu Akdeniz'de keşfedilen hidrokarbon kaynaklarının Kıbrıs'a ve bölge başarısına getireceği kazanımlar bir fırsatken, tek yanlı tutumların veya maksimalist çıkarların elde edilmesi için yapılan ittifakların ilgili bütün taraflara huzursuzluk getireceği ya da çatıştırabileceği açıktır. Görünen odur ki, Kıbrıs meselesi, günümüzde oluşan yeni dünya ve bölge dengelerine göre yeniden biçimlenip şekillenecektir. Ancak her ne olura olsun, Ada'nın Türkiye ile olan coğrafî, tarihî, siyasî, iktisadî, askerî ve stratejik ilişkileriyle Türkiye'nin millî güvenliği ve Ada'daki Türklerin varlığı dikkate alınmadan soruna çözüm bulmak, çok doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Her şeyden önce Türkiye'nin Ada üzerindeki ahdî hukukunu hiçe saymak, Kıbrıs Türklerinin Ada'daki varlığını görmemek veya etnik azınlıkmış gibi değerlendirmek soruna tehlikeli bir boyut daha kazandıracaktır. Dolayısıyla Kıbrıs meselesinde Kıbrıslı Türklerin haklarını korumadan, Türkiye'nin stratejik çıkarlarını ve güvenliğini sağlamadan Kıbrıs'ta kalıcı bir çözümden söz etmek mümkün değildir. Bugün itibarıyla bunu sağlayan en önemli unsur Ada'nın kuzeyinde demokrasisiyle, anayasal yönetim sistemiyle, hukukun üstünlüğüyle, modern devlet aygıtıyla bir sistemin var olduğu ve bu sistemin insan unsuru olarak Kıbrıs Türk halkının, devlet olarak KKTC'nin ve her ikisini koruyan Türkiye'nin bulunduğu bir ortamın var olduğu aşikârdır. Buna göre bu yapının korunması, kollanması ve yüceltilmesi, Kıbrıs meselesinin yeni yüzü, dinamik çehresi ve temel hedefi olması gerektiği değerlendirilmektedir.
Kıbrıs meselesinde ‘var olan' ile ‘olması gereken' arasında illiyet bağlantısı kurulurken, Türk tezi olarak son zamanlarda benimsenen ‘iki devletlilik' ve ‘egemen eşitlik' prensibiyle var olanın korunmasına ve değer verilmesine önem atfedildiği görülmüştür. Bu yüzden KKTC'nin devlet olarak varlığına ve egemen gücüne halel getirmemek ve her şeyin üstünde tutmak ‘yüksek stratejinin' bir gereği olarak görülmelidir.
Günümüzde Kıbrıs meselesiyle ilgili yürütülmesi güç çözüm planlarıyla uğraşmak, yarım asırlık müzakere süreciyle meşgul olmak, ucu açık görüşmelerle vakit kaybetmek ya da yüzlerce siyaset adamının ve diplomatın eskitildiği ‘diplomasi mezarlığında' gezinti yapmak artık tercih edilir bir durum değildir. Ada'da bugün iki ayrı halk, iki ayrı demokrasi ve iki ayrı devlet bulunmaktadır. Kıbrıs meselesinin çözümüne yönelik müzakerelerin ve ulaşılmak istenen hedefin bu gerçek üzerine inşa edilmesi gerektiği açıktır. Kıbrıs'ta bir çözüm bulunacaksa, ‘iki devletli', ‘adil' ve ‘sürdürülebilir' çözümün müzakere edilmesinin şartlarını hazırlamak, şayet bu olmaz ise KKTC'nin korunması ve geliştirilmesi için elden ne geliyorsa yapılmasının şart olduğu bir dönem yaşanmaktadır. Zira Kıbrıs Türk halkının geleceğe güvenle bakması, refah düzeyinin yükseltilmesi ve modern dünyayla bütünleşmesi ancak bu şekilde olabileceği değerlendirilmektedir.
Kıbrıs meselesinin ana problematiği, İngiliz sömürge yönetiminin Ada'da hüküm sürdüğü sürece etnik düzeydeki farklı grupları kaynaştıran modern sürecin yaşanmasına imkân vermediği; aksine birbiriyle çatışan bir tutum takındığı görülmektedir. Buradan hareketle İngiliz sömürge yönetimi, Ada'da ulus kimlik anlayışını esas aldığını, toplumların etnik aidiyet duygusunu siyasallaştırdığını ve toplumsal birimleri etnisite içinde birbirinden farklılaştırdığını belirtmek mümkündür. Bu farklılıklar sonucunda etnik toplumlar kendilerini ait oldukları ulusların doğrudan bir parçası olarak görmüşler, toplumsal düzenlerini ona göre kurgulamışlar ve Ada'da iki ayrı etnik kimliğin ya da eko-sistemin oluşmasına neden olmuşlardır. Özellikle İngiliz sömürge yönetiminin Ada'daki etnik kimlikleri kamusal alana taşıması, zamanla bu kimlikleri siyasallaştırması, Kıbrıs'ta siyasetin etnik kimlikler üzerinden yapılmasına ve bu kimliklerin meşrulaştırılmasına fırsat vermiştir.
Kıbrıs'taki Elen ulusalcılığı, Rum halkı içinde ‘ötekine' yer vermeyen ve ‘tekçi' bir anlayışa neden olan bir insan kitlesi yaratmışken, Türk ulusalcılığı için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Zira Türk ulusalcılığı, biraz daha farklı olarak Kıbrıslı Türkleri toplum bilincinden halk bilincine dönüştürmüş ve devlet kurmaya kadar giden önemli bir vazifeyi ifa ettiği görülmüştür. Ada'da her iki toplum arasında farklı dönemlerde görünen kimlik arayışları, birbirine karşı olmayı ve toplumsal yabancılaşmayı beraberinde getirmiştir. Kıbrıs'ta toplumsal ve kamusal alan dengesinin belli bir senkronizasyon içinde kurgulanamaması, üstelik İngiliz sömürge yönetiminin siyaset alanını toplumsal çatışma ve rövanş alanına dönüştürmesi her şeyi altüst etmiştir. Bu yönü ile Kıbrıs meselesinin toplumsal çatışma alanına dönüşmesi İngiliz yönetimiyle doğrudan ilgilidir. İngiliz sömürge yönetimiyle Ada'ya nüfuz eden ötekileştirme kültürü, zamanla çatışmaya ve Rumların kitlesel kıyım yapmalarına kadar ileriye götürmesine neden olmuştur. Nitekim Ada'da etnik kimliklerin gelişim süreci birbirinden farklı ve birbirinden ayrı zamanlarda gelişim göstermesi de bundandır. Bir diğer tespit ise Kıbrıs'ın coğrafî konumu, Ada'daki beşerî tarihin oluşumunda etkili olmasıdır. Bu yüzden Kıbrıs meselesi, kendi coğrafyasının özelliklerinden etkilenmekle birlikte çevresel faktörlerle ve güç gruplarının bölgesel çıkarlarıyla da yakından ilgilidir. Hâl bu merkezde olunca Kıbrıs meselesi, ilkin yerel coğrafyaya, sonra da bölgesel coğrafyaya göre değerlendirilmesi gerekmektedir. Kıbrıs meselesi, yerel coğrafyaya göre değerlendirildiği zaman Ada'da yaşayan toplumların kültürel kimliklerinin siyasal kimliğe dönüştüğü ve etnik çatışmayla bezendiği; bölgesel coğrafyaya göre irdelendiği zaman ise başta anavatanlar ve garantör devletlerin güvenlik endişelerinin perçinlendiği, buna ilaveten bölgesel ve küresel güçlerin bundan tedricen olsa da etkilendiği bir durumun ortaya çıktığı görülmüştür. Dolayısıyla Kıbrıs meselesi, ilgili bütün aktörlerin içinde bulunmasından dolayı karmaşık, çetin ve çözümlenmesi zor hale gelirken, meseleye muhatap bütün aktörlerin bazen esaslı, bazen de satıhta olmak üzere önemli rol oynadığından “Gordion düğümüne” dönüştüğü söylenebilir. Özellikle bu meseleye taraf olan yerel aktörlerin değerini, isteklerini ve beklentilerini kale almadan çözümlemelerde bulunmanın doğru olmayacağı açıktır. Bu incelemede, Kıbrıs'ın sahip olduğu coğrafyanın ‘kişi' yaşamına veya toplum olaylarındaki yerine fazlaca ağırlık verilmediği düşünülebilir. Kıbrıs meselesinin olgularına ve vakalarına daha çok yer verilmesi, coğrafî etkilerin bugüne kadar ihmal edilmesiyle ilgili değildir. Her şeyden önce Kıbrıs meselesi, siyasetle ve coğrafyayla ilgilidir. Yaşanılan mekânı düşünmeden, coğrafyanın özelliklerini veya etkilerini dikkate almadan üretilecek politikaların, stratejilerin ve uygulamaların eksikliği hissedilir derecede artacağı aşikârdır. Bu açıdan bakıldığı zaman Kıbrıs meselesine coğrafya, politika ve stratejinin vazgeçilmez üç kaynağından, yani mekân, güç ve zamandan ayrı düşünmek doğru değildir. Bu çalışmada Kıbrıs meselesine ek olarak insan faktörüne de değinilmiş, ancak bireyden çok toplumsal düzeyde değerlendirmelere önem verilmiştir. Kıbrıs meselesinin tehdit veya fırsat üreten birçok ciheti olsa da bu coğrafyanın, potansiyel bir değeri veya gücü olduğu ortadadır. Ne var ki Kıbrıs'ın, coğrafyasından veya tarihinden kaynaklanan tehdidin yanı sıra sayısız fırsatlar üretebileceği de unutulmamalıdır. Son zamanlarda Doğu Akdeniz'de keşfedilen hidrokarbon kaynaklarının Kıbrıs'a ve bölge başarısına getireceği kazanımlar bir fırsatken, tek yanlı tutumların veya maksimalist çıkarların elde edilmesi için yapılan ittifakların ilgili bütün taraflara huzursuzluk getireceği ya da çatıştırabileceği açıktır. Görünen odur ki, Kıbrıs meselesi, günümüzde oluşan yeni dünya ve bölge dengelerine göre yeniden biçimlenip şekillenecektir. Ancak her ne olura olsun, Ada'nın Türkiye ile olan coğrafî, tarihî, siyasî, iktisadî, askerî ve stratejik ilişkileriyle Türkiye'nin millî güvenliği ve Ada'daki Türklerin varlığı dikkate alınmadan soruna çözüm bulmak, çok doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Her şeyden önce Türkiye'nin Ada üzerindeki ahdî hukukunu hiçe saymak, Kıbrıs Türklerinin Ada'daki varlığını görmemek veya etnik azınlıkmış gibi değerlendirmek soruna tehlikeli bir boyut daha kazandıracaktır. Dolayısıyla Kıbrıs meselesinde Kıbrıslı Türklerin haklarını korumadan, Türkiye'nin stratejik çıkarlarını ve güvenliğini sağlamadan Kıbrıs'ta kalıcı bir çözümden söz etmek mümkün değildir. Bugün itibarıyla bunu sağlayan en önemli unsur Ada'nın kuzeyinde demokrasisiyle, anayasal yönetim sistemiyle, hukukun üstünlüğüyle, modern devlet aygıtıyla bir sistemin var olduğu ve bu sistemin insan unsuru olarak Kıbrıs Türk halkının, devlet olarak KKTC'nin ve her ikisini koruyan Türkiye'nin bulunduğu bir ortamın var olduğu aşikârdır. Buna göre bu yapının korunması, kollanması ve yüceltilmesi, Kıbrıs meselesinin yeni yüzü, dinamik çehresi ve temel hedefi olması gerektiği değerlendirilmektedir.
Kıbrıs meselesinde ‘var olan' ile ‘olması gereken' arasında illiyet bağlantısı kurulurken, Türk tezi olarak son zamanlarda benimsenen ‘iki devletlilik' ve ‘egemen eşitlik' prensibiyle var olanın korunmasına ve değer verilmesine önem atfedildiği görülmüştür. Bu yüzden KKTC'nin devlet olarak varlığına ve egemen gücüne halel getirmemek ve her şeyin üstünde tutmak ‘yüksek stratejinin' bir gereği olarak görülmelidir.
Günümüzde Kıbrıs meselesiyle ilgili yürütülmesi güç çözüm planlarıyla uğraşmak, yarım asırlık müzakere süreciyle meşgul olmak, ucu açık görüşmelerle vakit kaybetmek ya da yüzlerce siyaset adamının ve diplomatın eskitildiği ‘diplomasi mezarlığında' gezinti yapmak artık tercih edilir bir durum değildir. Ada'da bugün iki ayrı halk, iki ayrı demokrasi ve iki ayrı devlet bulunmaktadır. Kıbrıs meselesinin çözümüne yönelik müzakerelerin ve ulaşılmak istenen hedefin bu gerçek üzerine inşa edilmesi gerektiği açıktır. Kıbrıs'ta bir çözüm bulunacaksa, ‘iki devletli', ‘adil' ve ‘sürdürülebilir' çözümün müzakere edilmesinin şartlarını hazırlamak, şayet bu olmaz ise KKTC'nin korunması ve geliştirilmesi için elden ne geliyorsa yapılmasının şart olduğu bir dönem yaşanmaktadır. Zira Kıbrıs Türk halkının geleceğe güvenle bakması, refah düzeyinin yükseltilmesi ve modern dünyayla bütünleşmesi ancak bu şekilde olabileceği değerlendirilmektedir.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.