“İster inan, ister inanma. Aynı nehre bir daha girilir. Bir daha yanıp tutuşulur. Daha önce yaşananlar görmezden gelinir, geceler boyu kaçan uykular, kurgular, kuruntular... Hiçbir uğultu çalınmaz kulağa – sadece kalbin ritmi. Bu da uzun sürmez, çok fazla soru birikmiştir stokta: Ne istiyor bu kadın benden? Akıllı mı, deli mi? Seviyor mu, eğleniyor mu? Sevişecek miyiz? Telaş yoktur yine de; yanıtsız soruların bile sevildiği ender anlardan biridir. Bunların dışındaki bütün sorular çocukçadır –akılmış, inançmış; ortalama olmakmış ya da olmamakmış– hepsinin bir yanıtı vardır, yoksa da bulunur. Soru bile sayılmazlar. Sonra bu an da geçer. Böyle bir anın yaşandığı da unutulur – uğultu!”
“Büyük bir acı vardı payımıza düşen, kimisi bunu büyük parçalar halinde çekiyordu, kimisi ufaltıp düşük dozlarda alıyordu. Bir farkı yoktu, bu acıyı öyle ya da böyle çekmenin. Annesi de aynı acıdan mustaripti, ablası da, kendisi de, abisi de... Şu kornaya asılıp yolun bir an önce açılmasını isteyen adam da... Acının miktarı değildi, insanın bunu nasıl yaşadığı, bunun acısını başkalarından çıkarıp çıkarmadığıydı önemli olan. İnsanlar eşit diyenler haklardan, özgürlüklerden söz ediyorlardı, en büyük eşitlik aynı acıyla kavrulmanın ortaklığıydı. Bunu anlatabilmek gerekiyordu insanlara. Hiçbir siyasetçinin aklına gelmez miydi bu? Gelmezdi, gelemezdi, herkes kendi acısıyla meşguldü. Ya da bu acının yerine koyduğu meşguliyetleri vardı herkesin.”
“İster inan, ister inanma. Aynı nehre bir daha girilir. Bir daha yanıp tutuşulur. Daha önce yaşananlar görmezden gelinir, geceler boyu kaçan uykular, kurgular, kuruntular... Hiçbir uğultu çalınmaz kulağa – sadece kalbin ritmi. Bu da uzun sürmez, çok fazla soru birikmiştir stokta: Ne istiyor bu kadın benden? Akıllı mı, deli mi? Seviyor mu, eğleniyor mu? Sevişecek miyiz? Telaş yoktur yine de; yanıtsız soruların bile sevildiği ender anlardan biridir. Bunların dışındaki bütün sorular çocukçadır –akılmış, inançmış; ortalama olmakmış ya da olmamakmış– hepsinin bir yanıtı vardır, yoksa da bulunur. Soru bile sayılmazlar. Sonra bu an da geçer. Böyle bir anın yaşandığı da unutulur – uğultu!”
“Büyük bir acı vardı payımıza düşen, kimisi bunu büyük parçalar halinde çekiyordu, kimisi ufaltıp düşük dozlarda alıyordu. Bir farkı yoktu, bu acıyı öyle ya da böyle çekmenin. Annesi de aynı acıdan mustaripti, ablası da, kendisi de, abisi de... Şu kornaya asılıp yolun bir an önce açılmasını isteyen adam da... Acının miktarı değildi, insanın bunu nasıl yaşadığı, bunun acısını başkalarından çıkarıp çıkarmadığıydı önemli olan. İnsanlar eşit diyenler haklardan, özgürlüklerden söz ediyorlardı, en büyük eşitlik aynı acıyla kavrulmanın ortaklığıydı. Bunu anlatabilmek gerekiyordu insanlara. Hiçbir siyasetçinin aklına gelmez miydi bu? Gelmezdi, gelemezdi, herkes kendi acısıyla meşguldü. Ya da bu acının yerine koyduğu meşguliyetleri vardı herkesin.”