Anadolu'nun seyahat ettiğimiz kısmı belki de Osmanlı İmparatorluğu'nun en verimli topraklarına sahiptir fakat insanlar feci şekilde yoksul durumdadırlar. Toprakları üretken, fakat üretim yapacak piyasa mevcut değil; vergiler ağır olmakla beraber bu insanları kalkındırmak için hükümet tarafından hiçbir şey yapılmamaktadır. Sadece düzenli kazançlar değil, Avrupa'dan alınan borçlar da aşırı harcamalarla çarçur edilmekte veya talihsiz biçimde vicdansız bir komşunun emelleriyle mecbur kılındığı üzere devasa bir askeri gücü muhafaza etmek için kullanılmaktadır. İnsanların birikmiş sermayesi bulunmamaktadır; bilakis, köyler büyük ölçüde borç içindedir. Kısacası vilayetler başkent için feda edilmekte, İstanbul zenginlik içindeyken kırsal kesim sefil bir çöküş yaşamaktadır.
Bir din adamı olan Davis'in İskenderiye'den ayrılarak Anadolu'yu keşfe çıkması, misyonerlik faaliyetlerini bir kenara bırakarak halkın ve bölgenin panoramasını yalın bir dil ve hatta duygudaşlık bağıyla resmetmesi, öte yandan çoğu artık silinip gitmiş olan antik kalıntı ve yazıtları elinden geldiğince kopyalayarak gelecek nesillerin bunlardan haberdar olmasını sağlaması, doğa tasvirleri ve en önemlisi Osmanlı'nın son dönemleri hakkında bulunduğu çıkarımlar oldukça dikkat çekicidir. Bu çıkarımlardan hareketle kitabın okurun bugünü yorumlamasına katkıda bulunması kuvvetle muhtemeldir.