1199067068
453001
https://www.simurgkitabevi.com/engin-cezzari-takdimimdir
Engin Cezzar'ı Takdimimdir - #smrgSAHAF
0.00
İDDİALI bir anne, günde sekiz saat çalınması şart keman, Selanik'ten gelen atalar, Şam'a dayanılan kökler, siyah büyük halalar, kışın Ayaspaşa'da, yazın Caddebostan'da, Zincirli Köşk'te geçen bir çocukluk. Sonra kolej yılları, sonra tiyatro, sonra Yale, sonra Actors studio, sonra votka fabrikasında işçilik, sonra Muhsin Ertuğrul ile birlikte ilk başrol, Hamlet, oyunlar, oyunlar... Yönetmenlik, sonra, ölümün eşiğine gelmeler, (birinde New York sokaklarında ırkçılardan ölümüne dayak yiyor, bir başkasında da Yaşar Kemal'i beklerken kalp krizi geçiriyor), tekneler, deniz, denizcilik serüveni: 'Kuma', 'Kuma Kuma', 'Tango', 'Yazgülü'. Böyle kronolojik bir çizgiye sahip değil İzzeddin Çalışlar'ın 'Engin Cezzar Takdimimdir'i. Dahası, anlatım alışıldık biyografilerde olduğu gibi üçüncü tekil şahısta da ilerlemiyor. Engin Cezzar, birinci tekilden anlatıyor yaşadıklarını. Sadece, yaşadıklarını değil, Altın Post, Argonotlar gibi mitolojik efsaneler de anlatıyor, Rumeli Feneri'nin uzak geçmişini aktarıyor, hatta Seferis'ten şiir bile söylüyor. Zaten İzzeddin Çalışlar, önsözünde, kitabın bir dizi sohbet sonucunda şekillendiğini belirtiyor. Ve, 'Bu kitap bir kış mevsimi boyunca, Engin Cezzar'ın sabrı ve iyi niyetiyle gerçekleştirdiğimiz bir dizi sohbet sonucu ortaya çıktı. Son yıllarda sıkça rastladığım nehir söyleşi türünün bir örneği olarak kabul edilmeli. Bu süreçten ben kendi adıma çok kârlı çıktım. Çünkü bir insan tanıdım. Umarım, okura da tanıtabilmişimdir. Amacım eksiksiz bilgi vermek değil; duygu, düşünce ve deneyim aktarmak oldu,' diyor. Ardından da kitaba hem Halit Çapın'ın, hem Füsun Akatlı'nın, hem de Miraç Zeynep'in katkıları olduğunu ekliyor. Bu arada, hemen belirtelim: 'Engin Cezzar'ı Takdimimdir', Engin Cezzar hakkında yazılan ikinci kitap. Birincisi, Gökhan Akçura'nın 1996'da Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan 'Kırkıncı Sanat Yılında Engin Cezzar Kitabı'. Ama bu demek değil ki genelde tiyatro, özelde de Engin Cezzarseverleri iki biyografi bekliyor. Birincisi, çoktan tükenmiş yok, bulamazsınız. Bu yüzden diyoruz ki, tiyatro ve Engin Cezzarseverseniz, İzzeddin Çalışlar'ın kitabını kaçırmayın. Bir kere çok renkli. İkincisi, vak'a ve kişi bakımından fevkalade zengin. Yakın tarihin yaşayan, yaşamayan pek çok ismi karşınıza çıkıyor: Jane Fonda (Her gün bir başkasıyla tanışıyordum. Bir gün sınıfa bir kız geldi. Yanıma oturdu. Sinirli, kaknem bir şey. 'Merhaba, nasılsın?' dedim 'Sana ne?' dedi. Ben de 'Bana ne' dedim. Sonra hatunun adını öğrenebildik, Jane imiş. Soyadı Fonda olan Jane), James Baldwin (Jimmy'le de orada tanıştım. Biz ona öyle diyorduk. Aslen James Baldwin. Zırıl zırıl eşcinsel bir zenci. Ahbap olduk. O gün için korkunç derecede cüretkâr bir oyun projesi vardı elinde. 'Giovanni's Room'. Romanı yazmış, yayımlamış, oyun yapmak istiyor ama nasıl yapacağını bilmiyordu. Hikâyedeki role bayıldım. Mutlaka oynamak istiyordum ama ortada oyun yoktu. Benimki de şans işte... Ona bir dramatik çatı kurmaya, hangi sahneden hengi sahneye nasıl geçilebileceğini, karakterleri oturtmaya ve dramatik eksikleri gidermeye çalışıyordum. Ne var ki, Jimmy itilip kakılmış, bir beyazla gerçekten dost olunabileceğine dair inancı kalmamış, karşısındakine güvensiz yaklaşan biriydi.), Marlon Brando (Derken, Marlon Brando da geldi. Amerika'dayken birkaç kere konuşmuşluğum vardı ama arkadaşlığım yoktu. Jimmy'nin ise iyi arkadaşıydı. O zamanlar İstanbul'un tek lüks oteli Hilton'du. Önce oraya yerleştirdik. Koskoca Brando gelmiş ya, olay oldu tabii. Gazeteciler bir ordu gibi kapıda duruyor. Ben bodyguard oldum ama nafile... Meksikalı, çok güzel, çıtır mı çıtır bir kızla gelmişti) gibi dünyaca tanınan isimlerin yanı sıra bizden isimler de yer alıyor. Muhsin Ertuğrul'dan Haldun Taner'e, Yılmaz Güney'den Adnan Menderes'e pek çok isim. 27 Mayıs'tan 12 Mart'a, 12 Mart'tan 12 Eylül'e uzanan günler ise, arkadaki siyasi fon. Uzun sözün kısası, Çalışlar'ın kitabına bir başlayınca, taş çatlasın iki saat içinde, hadi, bilemediniz, üç-beş saatte okuyup bitireceksiniz. Kitaptan... 'Tiyatrocuyla evleniyorum diye ailede kıyamet koptu' ' (..) Ben hayatımda bir kere âşık oldum. Gülriz'e. Ondan önce çok şey yaşadım ama aşkın bu olduğuna inanıyorum. Uzun süre birlikte yaşadık ve sonunda evlendik. Benim için zor bir karardı. Starlık zamanında çok hızlıydım. Gülriz'le en parlak zamanımızda tanıştık. Çok ciddi bir bağımlılık hissettim. Öyle başladı. Evlenmek benim aklımın ucundan geçmiyordu. Üzerimizde bir baskı falan da yoktu. Herkes neyin ne olduğunu biliyordu. İlişkimiz çok açık seçik ve belliydi. Evlilik dışı birlikteliğimiz kimseyi rahatsız etmiyordu o zaman. Çevremiz de bizim gibiydi. Ben ne kadar şöhretli ve çekiciysem o da öyleydi. Aile kanadı 'Evlenme' diyordu bana. Benim için hazırlanmış bir sürü gelin adayı vardı. Şanımıza, ailemize onlar uygun bulunmuştu. Hiçbiri olmadı. Olamazdı da zaten. Aşkın gücü başka. Beraberlik iyiydi ama Gülriz'in evliliği istediğini hissettim. İki kere evlenip ayrılmıştı. Biri şanssız, biri mutsuz iki evlilik. Ben bu kadını çok mutlu edeceğimi hissettim. Bir yüzük verdim. Doğru yaptığımı da biliyordum. Hâlâ da biliyorum. İyi ki yapmışım. Tabii büyük kıyametler koptu ailede. Nasıl olur da tiyatrocuyla evlenirsin diye, üstelik boşanmış... Tiyatrocuya söylüyorlar bunu!' 'Keşanlı Ali Destanı' nasıl doğdu? ' (..) Küçük Sahne'de Bülbülün Sesi'ni oynarken, Haldun Taner geldi. Oyun olarak henüz Fazilet Eczanesi'ni yazmıştı. O da Haldun Taner olmamıştı henüz. Baba değildi daha. Saygın bir yazardı, o kadar. Çocuklar, size bir oyun getirdim. Sağol hocam, ver okuyalım... Yok, ben okuyacağım. Provayı boşalttık. Küçük Sahne'nin dar müdür odasında oturduk. Her karakteri canlandırarak okumaya başladı. Şarkıları bile söylüyordu. Muhteşem bir gösteriydi. Gülriz, Genco, ben birbirimize bakıyorduk. Bitirdi ve sustu. Hemen ilk teşhisimi söyledim... Biz bu oyunu dünyada uçururuz. 'Müziği Yalçın Tura yapsın' dedi. Kim? Tanımıyoruz. Nasıl yapacağız? Dekorun ağırlığı, kalabalık ekibin kostümleri... O güne kadar böyle bir işin altına girmemişiz. Bir çaresini bulacağız. Ne yapıp edip bu Keşanlı Ali Destanı'nı oynamalıyız. Yalçın Tura takunyalı, tesbihli, alışmadığımız, garip bir adam çıktı. Gittik oturduk piyanonun başına. Çok teatral, çok güzel besteler yapmıştı. Bize onları dinletti. Zurnanın zırt dediği yere gelmiştik. Parayı nereden bulacağız? Salon yok. Oraya gidiyoruz olmuyor, burası olmuyor. Muammer Karaca projeyi duymuş, bizi çağırdı. Gittik. Gülriz'in eski patronu. 'Böyle böyle, yerimiz yok, bir müzikal, adı Keşanlı Ali Destanı' dedik. 'Keşanlı'yı ben oynayabilir miyim' demez mi? 'Yok abi' dedik. 'Bize oyuncu değil, salon lazım.' İstemeye istemeye verdi. Çok kıskançtı (...)
İDDİALI bir anne, günde sekiz saat çalınması şart keman, Selanik'ten gelen atalar, Şam'a dayanılan kökler, siyah büyük halalar, kışın Ayaspaşa'da, yazın Caddebostan'da, Zincirli Köşk'te geçen bir çocukluk. Sonra kolej yılları, sonra tiyatro, sonra Yale, sonra Actors studio, sonra votka fabrikasında işçilik, sonra Muhsin Ertuğrul ile birlikte ilk başrol, Hamlet, oyunlar, oyunlar... Yönetmenlik, sonra, ölümün eşiğine gelmeler, (birinde New York sokaklarında ırkçılardan ölümüne dayak yiyor, bir başkasında da Yaşar Kemal'i beklerken kalp krizi geçiriyor), tekneler, deniz, denizcilik serüveni: 'Kuma', 'Kuma Kuma', 'Tango', 'Yazgülü'. Böyle kronolojik bir çizgiye sahip değil İzzeddin Çalışlar'ın 'Engin Cezzar Takdimimdir'i. Dahası, anlatım alışıldık biyografilerde olduğu gibi üçüncü tekil şahısta da ilerlemiyor. Engin Cezzar, birinci tekilden anlatıyor yaşadıklarını. Sadece, yaşadıklarını değil, Altın Post, Argonotlar gibi mitolojik efsaneler de anlatıyor, Rumeli Feneri'nin uzak geçmişini aktarıyor, hatta Seferis'ten şiir bile söylüyor. Zaten İzzeddin Çalışlar, önsözünde, kitabın bir dizi sohbet sonucunda şekillendiğini belirtiyor. Ve, 'Bu kitap bir kış mevsimi boyunca, Engin Cezzar'ın sabrı ve iyi niyetiyle gerçekleştirdiğimiz bir dizi sohbet sonucu ortaya çıktı. Son yıllarda sıkça rastladığım nehir söyleşi türünün bir örneği olarak kabul edilmeli. Bu süreçten ben kendi adıma çok kârlı çıktım. Çünkü bir insan tanıdım. Umarım, okura da tanıtabilmişimdir. Amacım eksiksiz bilgi vermek değil; duygu, düşünce ve deneyim aktarmak oldu,' diyor. Ardından da kitaba hem Halit Çapın'ın, hem Füsun Akatlı'nın, hem de Miraç Zeynep'in katkıları olduğunu ekliyor. Bu arada, hemen belirtelim: 'Engin Cezzar'ı Takdimimdir', Engin Cezzar hakkında yazılan ikinci kitap. Birincisi, Gökhan Akçura'nın 1996'da Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan 'Kırkıncı Sanat Yılında Engin Cezzar Kitabı'. Ama bu demek değil ki genelde tiyatro, özelde de Engin Cezzarseverleri iki biyografi bekliyor. Birincisi, çoktan tükenmiş yok, bulamazsınız. Bu yüzden diyoruz ki, tiyatro ve Engin Cezzarseverseniz, İzzeddin Çalışlar'ın kitabını kaçırmayın. Bir kere çok renkli. İkincisi, vak'a ve kişi bakımından fevkalade zengin. Yakın tarihin yaşayan, yaşamayan pek çok ismi karşınıza çıkıyor: Jane Fonda (Her gün bir başkasıyla tanışıyordum. Bir gün sınıfa bir kız geldi. Yanıma oturdu. Sinirli, kaknem bir şey. 'Merhaba, nasılsın?' dedim 'Sana ne?' dedi. Ben de 'Bana ne' dedim. Sonra hatunun adını öğrenebildik, Jane imiş. Soyadı Fonda olan Jane), James Baldwin (Jimmy'le de orada tanıştım. Biz ona öyle diyorduk. Aslen James Baldwin. Zırıl zırıl eşcinsel bir zenci. Ahbap olduk. O gün için korkunç derecede cüretkâr bir oyun projesi vardı elinde. 'Giovanni's Room'. Romanı yazmış, yayımlamış, oyun yapmak istiyor ama nasıl yapacağını bilmiyordu. Hikâyedeki role bayıldım. Mutlaka oynamak istiyordum ama ortada oyun yoktu. Benimki de şans işte... Ona bir dramatik çatı kurmaya, hangi sahneden hengi sahneye nasıl geçilebileceğini, karakterleri oturtmaya ve dramatik eksikleri gidermeye çalışıyordum. Ne var ki, Jimmy itilip kakılmış, bir beyazla gerçekten dost olunabileceğine dair inancı kalmamış, karşısındakine güvensiz yaklaşan biriydi.), Marlon Brando (Derken, Marlon Brando da geldi. Amerika'dayken birkaç kere konuşmuşluğum vardı ama arkadaşlığım yoktu. Jimmy'nin ise iyi arkadaşıydı. O zamanlar İstanbul'un tek lüks oteli Hilton'du. Önce oraya yerleştirdik. Koskoca Brando gelmiş ya, olay oldu tabii. Gazeteciler bir ordu gibi kapıda duruyor. Ben bodyguard oldum ama nafile... Meksikalı, çok güzel, çıtır mı çıtır bir kızla gelmişti) gibi dünyaca tanınan isimlerin yanı sıra bizden isimler de yer alıyor. Muhsin Ertuğrul'dan Haldun Taner'e, Yılmaz Güney'den Adnan Menderes'e pek çok isim. 27 Mayıs'tan 12 Mart'a, 12 Mart'tan 12 Eylül'e uzanan günler ise, arkadaki siyasi fon. Uzun sözün kısası, Çalışlar'ın kitabına bir başlayınca, taş çatlasın iki saat içinde, hadi, bilemediniz, üç-beş saatte okuyup bitireceksiniz. Kitaptan... 'Tiyatrocuyla evleniyorum diye ailede kıyamet koptu' ' (..) Ben hayatımda bir kere âşık oldum. Gülriz'e. Ondan önce çok şey yaşadım ama aşkın bu olduğuna inanıyorum. Uzun süre birlikte yaşadık ve sonunda evlendik. Benim için zor bir karardı. Starlık zamanında çok hızlıydım. Gülriz'le en parlak zamanımızda tanıştık. Çok ciddi bir bağımlılık hissettim. Öyle başladı. Evlenmek benim aklımın ucundan geçmiyordu. Üzerimizde bir baskı falan da yoktu. Herkes neyin ne olduğunu biliyordu. İlişkimiz çok açık seçik ve belliydi. Evlilik dışı birlikteliğimiz kimseyi rahatsız etmiyordu o zaman. Çevremiz de bizim gibiydi. Ben ne kadar şöhretli ve çekiciysem o da öyleydi. Aile kanadı 'Evlenme' diyordu bana. Benim için hazırlanmış bir sürü gelin adayı vardı. Şanımıza, ailemize onlar uygun bulunmuştu. Hiçbiri olmadı. Olamazdı da zaten. Aşkın gücü başka. Beraberlik iyiydi ama Gülriz'in evliliği istediğini hissettim. İki kere evlenip ayrılmıştı. Biri şanssız, biri mutsuz iki evlilik. Ben bu kadını çok mutlu edeceğimi hissettim. Bir yüzük verdim. Doğru yaptığımı da biliyordum. Hâlâ da biliyorum. İyi ki yapmışım. Tabii büyük kıyametler koptu ailede. Nasıl olur da tiyatrocuyla evlenirsin diye, üstelik boşanmış... Tiyatrocuya söylüyorlar bunu!' 'Keşanlı Ali Destanı' nasıl doğdu? ' (..) Küçük Sahne'de Bülbülün Sesi'ni oynarken, Haldun Taner geldi. Oyun olarak henüz Fazilet Eczanesi'ni yazmıştı. O da Haldun Taner olmamıştı henüz. Baba değildi daha. Saygın bir yazardı, o kadar. Çocuklar, size bir oyun getirdim. Sağol hocam, ver okuyalım... Yok, ben okuyacağım. Provayı boşalttık. Küçük Sahne'nin dar müdür odasında oturduk. Her karakteri canlandırarak okumaya başladı. Şarkıları bile söylüyordu. Muhteşem bir gösteriydi. Gülriz, Genco, ben birbirimize bakıyorduk. Bitirdi ve sustu. Hemen ilk teşhisimi söyledim... Biz bu oyunu dünyada uçururuz. 'Müziği Yalçın Tura yapsın' dedi. Kim? Tanımıyoruz. Nasıl yapacağız? Dekorun ağırlığı, kalabalık ekibin kostümleri... O güne kadar böyle bir işin altına girmemişiz. Bir çaresini bulacağız. Ne yapıp edip bu Keşanlı Ali Destanı'nı oynamalıyız. Yalçın Tura takunyalı, tesbihli, alışmadığımız, garip bir adam çıktı. Gittik oturduk piyanonun başına. Çok teatral, çok güzel besteler yapmıştı. Bize onları dinletti. Zurnanın zırt dediği yere gelmiştik. Parayı nereden bulacağız? Salon yok. Oraya gidiyoruz olmuyor, burası olmuyor. Muammer Karaca projeyi duymuş, bizi çağırdı. Gittik. Gülriz'in eski patronu. 'Böyle böyle, yerimiz yok, bir müzikal, adı Keşanlı Ali Destanı' dedik. 'Keşanlı'yı ben oynayabilir miyim' demez mi? 'Yok abi' dedik. 'Bize oyuncu değil, salon lazım.' İstemeye istemeye verdi. Çok kıskançtı (...)
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.